- 895 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AH O TREN
Yıl 1971 henüz 12 yaşındayım. Bu tarihe kadar bulunduğu köyden dışarı çıkmamış saf bir köy çocuğuyum. Rahmetli babam o tarihte DDY. İşçi olarak çalışmakta. Annem ve kardeşlerim köyde ben ise babam ile orta öğrenimim nedeni ile kasabada kalmaktayız. Evimiz babamın işi dolayısı ile tren garına yakın bir yerde. Okul çıkışı bir ihtiyacımdan dolayı babama uğramak zorunda kaldım. Hoş babamı da bulamadım ya, babamı çalıştığı yerde bulamayınca hiç değilse manevra yapan trenle eve kadar gideyim düşüncesi ile elimde kitaplarım kara trene takılı kirli vagonların ara boşluğundaki merdivene koşarak bindim, Tren bizim eve doğru gidiyordu, bir ara nasıl oldu bilmiyorum ayağımın biri bulunduğu yerden kaydı. Bu esnada ben kayan ayağımı tekrar yerine koymak istediğim esnada diğer ayağım da kaymaz mı? Elimdeki kitapları yere bıraksam kendimi kurtaracağım ama o an bunları düşünemiyorum. Ben kendi telaşımda iken tren hızını artırdı. Benim bulunduğum vagon şehir atık suyunun geçtiği kanal üzerinde kurulu demir köprüye girdiğinde sanki bir şey olacakmış gibi içimi bir korku sardı.
Her iki ayağım boşlukta sallanmakta, ben ise bir elimle kitaplarımı sıkıca tutuyor, diğer elimle de vücudumun tüm ağırlığını taşıyarak köprüye geçmeyi düşünüyorum. Ah çocuk ah, bıraksana kitapları hayatın tehlikede, at artık elindeki şu kitapları, senin hayatından daha mı önemli, haydi boşalt elini. Hayır olmaz! Bir an ölümü düşündüm saniyelerin bilmem kaçta kaçında, çocuksu bedenimin titrediğini yıllar geçmesine rağmen inanın hala hissediyorum. Tren tam köprünün ortasına gelmişti ki benim zayıf, cılız kolum daha fazla taşıyamadı bedenimin ağırlığını, öyle bir an geldi ki ölüm sıcak nefesiyle yalayıp geçti yüzümü, bunu hissettim ve kendimi tren rayları altına döşenen iki traversin boşluğundan aşağıya atık su kanalına bıraktım. Zaman durdu. Gündüzün ortasında gece kapladı dört bir yanımı… Üzerimden geçen kara trenin homurdanması, sanki bana kızgın, “Seni gidi velet kurtuldun elimden” dercesine.
Şimdi ölümün sıcak nefesi daha yakın. Terliyorum. Vücudumun sıcaklığı ölümün sıcak nefesine karışıyor ve buğulanıyor iki sıcaklık gökyüzüne doğru. Belimden aşağısını hissetmiyorum. Bacaklarım bende değil, başımı kaldırıp yukarı bakıyorum acaba kesilince bir yere mi takılıp kaldı diye… Manevra treni hâlâ geçmekte üzerimden ben ise kendimden geçmekteyim.
Ne kadar zaman geçti aşağıya düşeli bilmiyorum.
- Bir çocuk trenin altında kaldı…
- Tren bir çocuğu kesti…
Duyduğum bu çığlıklar ile kanalın iki yakasına toplanan demiryolu işçilerinin ve meraklı kalabalığın hayret dolu bakışları ile kendime geldim. Olayın şoku ile bulunduğum yerde hiç hareket etmeden duruyordum. Vücudumun belden aşağısını yeni, yeni hissetmeye başladım. Kendimi hafiften ileri geri oynattığım sırada ayaklarımın hala vücudumda olduğunu anladım. Sonra bekli de bu olayı yaşamama neden olan kitaplarımı bataklık sularının üzerinde gördüm. Yukarıda iken elimden bıraksaydım belki bu olayı hiç yaşamayacaktım. Bir an nefretle baktım ve sonra yarın okulda ne yapacağım diye düşündüm. Çok sevdiğim Türkçe Öğretmenim Halime Hanım’ın vermiş olduğu ödevlerim vardı yapılacak.
Hayatta isen senin önünde saygı ile eğiliyorum bana Türkçe’ yi sevdiren güzel insan. Sana minnettarım.
Uzun bir ağaç parçası uzatıldı bana kanal kenarında yardımıma koşanlar tarafından, sıkıca sarıldım. Ya kitaplarım! Ben hala çamura belenmiş kitaplarımı almak için çalışırken;
- Bırak oğlum kitabı-defteri diyordu bir işçi, bir diğeri ise;
- Allah korumuş, verilmiş sadakası varmış... Ve daha bir sürü konuşmalar. Beni kanaldan çıkardıklarında kendimi tanıyamaz haldeydim ve baştan aşağı bataklığın çamuruna bulaşmıştım. Kanaldan çıkarılıp kenara bırakıldığımda ellerimle bacaklarımı yokladım. Evet, evet yerinde duruyorlardı ayaklarım, hatta ayakkabılarım bile ayağımda idi. Yardıma gelenlerin içinde babamın arkadaşları da vardı. Tanıdılar beni, haber verdiler babama. Rahmetli babam koşarak geldi. Yarı kızgın, yarı sevinçle bağrına bastı. Sonra alaçamurlu beni kucağına alıp yakındaki evimize kadar getirdi.
Şükürler olsun sana Allah’ ım beni koruduğun için, sana da sonsuz teşekkürler rahmetli anacağım benim için kazadan beladan korunmak için sadaka verdiğin için. Boşuna dememişler büyüklerimiz “ Az sadaka, çok kaza savar “ diye.
Yıllar geçti aradan… Ne zaman yolum düşse o tren köprüsünden geçmeye her geçişimde bir kez daha düşerim. Bataklıkta kalan kitaplarımı, Türkçe Öğretmenim Halime Hanımı, babamın beni alaçamurlu bağrına basışını, ev sahibemiz Muhacir Emine Ninenin evimize geçmiş olsuna gelirken getirdiği mis kokulu pastalarını hatırlarım. Belki de ilk kez o zaman yedim adını şehir çocuklarından duyduğum pastaları. Yıllar sonra anladım ki şehir yerinde hasta olana pasta getirirlermiş. Oysa köy yerinde hasta olana bazlama, çörek getirmiyorlar.
Birecik, 1998
Yüksel Erentürk YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.