İki yazı İki Gazeteci
“Ocak” yani eski dilde “Oc-mak, uc-mak” , “ Ateş tutuşturmak” kökünden geldiği söylenir. Evet, her yılsonu tekrarladığımız sahneyi yenileriz. Ocak ayının ilk saniyelerinde gülümseriz, havalara zıplarız, sevdiklerimizi kucaklarız ve sıkıca sarılırız koca bir yılın böyle geçmesi için…
Yılın ilk günü er veya geç uyanırız. Kimimiz ayık, kimimiz parçalı bulutlu… Sokaklar dünün telaşesine göre sakindir. Geçen yılı bütün olumsuzlukları bir kalemde beynimizden silmişçesine çevremize farklı bakarız. Aldığımız sıcak bir ekmek ve gazeteyle bir yudum kahvenin aralığından gazete sütunlarına göz gezdiririz. Bir yıl boyunca beynimize yazılan ve çizilen olumsuzlukları unutmak isteriz. Mutlu bir haber bizi farklılaştıracak diye umutlanırız. Önce “Milli Piyango Listesi”ni gazetenin arasından çıkartıp tüm numaralara göz gezdiririz. Umudumuz çıkmadığında kahvenin acı telvesi boğazımızı gıcıklandırıp yüzümü buruşturur sonrada bir yudum suyla temizleriz boğazımızdaki beklentileri… Geriye doğru yaslanıp “Canımız Sağ olsun, para bizi bozar” amorti tesellisiyle hayata kaldığımız yerden umut bağlamaya devam ederiz… Gazetenin sütunlarındadır artık gözümüz. “Kim nerede ne yapmış merakı sarar içimizi…” Bu kez yıl boyu liderlerin ağız dalaşını bulamazsınız. Herkes kendi ocağındadır. Ocaklardır dirlik ve birliğimizin simgesi. Ocaklarda ısınırız bir odun sıcaklığında ve ocaklarda alın teriyle ararız aşımızı. Ve Asker ocağında uygun adımlarla vatanı koruruz soğuklara aldırış etmeden. Birde “Baba Ocağı”nı unutmayız… Özlemlerimiz, anılarımız yani gençliğimiz ve çocukluğumuzdur orası… Babaya sarılıştır bizi bizden geçiren… Evet, Taksim’de tecavüzcülerin gölgesinde patlayan havai fişeklerin muhteşemliğinde Ana Muhalefet Lideri, yerin yüzlerce metre altında maden işçileriyle birlikte kömür kokan katranlığında, İktidarın Lideri ise Baba Ocağı’nda hayır duasıyla yeni yılı kutladılar…
Evet, 2010’u çabuk unuttuk değil mi? Eskimiş mendil gibi geçen yılı bir kenara koyuverdik mahzunca… Sanki hiç yaşanmamışçasına yeni yıla umut bağlayıverdik… Peki, 2010’da mutlu muydunuz? 2009’daki dilekleriniz kabul oldu mu? Koca yılda kaç sevdiğinize “Seni Seviyorum” dediniz? Kendinizi yargılayarak; İnsanlık Muhasebenizi yaptınız mı? Kaç kişiye gülümsediniz veya onlara içten bir “Merhaba” diyebildiniz? Doğa için neler yaptınız? Sokakta gördüğünüz naylon poşeti alıp çöpe attınız mı? Trafikte nazik oldunuz mu? Bir böceği öldürmeden doğaya geri bıraktınız mı? Hayvan sevdiniz mi? Kaç kitap bitirdiniz? Veya evinizden birkaç günde biriken eski gazeteleri geri dönüşüm kutusuna attınız? Çocuğunuzun elinden tutup onu gezdirerek mutlu ettiniz mi? Çocuğunuzun boy hizasına gelip gözlerinin içine bakarak sımsıkı kucaklayıp sevgi enerjinizi verebildiniz mi? Kimse kimseyi çekiştirmeden gününüz geçti mi? Bir çiçeğe solmaması için su verdiniz mi? Onun yapraklarını ve dallarından fışkıran tomurcuklarına bakıp da “Ne büyüksün Allah’ım” dediniz mi? Kaç dostunuzu “Seni Çok Özledim” diyerek aradınız? Sorularıma aldırış etmeden, “Ne gezeeeer, yıl boyunca hem çalışıp hem de dizilere bakmaktan aklıma mı geldi.” Diyorsanız, bilin ki siz gerçekten yaşamamış ve henüz kabuğunuzdan sıyrılamamışsınız demektir.
2011 Ülkemiz ve bizim için önemli bir yıl… Aslında 2010 ve önceki senelerden farkı olmayacak bu yılında… Nereden mi anladınız diyeceksiniz. Kâhin olmaya hiç gerek yok. Sizlere büyük gazetelerde yazan iki köşe yazarının yazısını aynen aktarayım anlarsınız. Yazılar buraya sığar mı diye tedirgin oldunuz değil mi? Korkmayın uzun bir yazı değil… Kısa, anlamlı veya anlamsız iki yazı… Önce, İktidara karşı yazılar yazdı diye önce Emin Çölaşan’ı, daha sonrada Bekir Çoşkun’u kovan Hürriyet Gazetesi’nde yazan Yılmaz Özdil’in “1 Ocak” başlıklı yazısı; “ 1 Ocak 1958, AB Kuruldu. 1959 Türkiye başvurdu. 1960’tan başlayarak 2010 yılına kadar seneleri alt alta yazmış. Ve sonunda da; 1 Ocak 2011 ve yanında üç nokta ile yazı bitiyor. Bence yazı kısa ve anlamlı. “Neden AB’ye giremediğimiz “ senelerin içinde gizli… Açılımı anlayana ciltler dolusu kitap eder. Şimdide, Hani Çalık Grubunun devlet bankalarından 750 milyon TL Krediyle satın aldığı Sabah Gazetesi’nde yazarlık (sözüm ona) yapan ve patronunun sözünden çıkmayan, yazılarında ise emir gereği sürekli “Muhalefete, Cumhuriyete ve Kemalistlere” dil uzatan Engin Ardıç’ın yazısı. Sanırım Yılmaz Özdil’in yazısını okumuş olacak ki oda aynı sitilde cevabi bir yazı yazmış. Buyurun “ Yazı Yazısı” başlıklı satırlara; 1970, ilk imzalı yazım yayımlandı… 1971 ve seneler yine Yılmaz Özdil’in yaptığı gibi alt alta yazılmış 2010’a kadar. Onun yazısı da şöyle bitiyor; “ 2011.. o kadar çalıştım çabaladım, zekânın zamazingosuyla mizahın bilmem nesini kalemimin patlongocuna katıp büyük gazetede büyük yazar olamadım. Ulan biz eşeğiz be…” Sizler bu iki yazı arasındaki farkı bulmaya çalışırken, bende size birçoğunuzun bildiği küçük hikâyeyi yeri diye bir kez daha anımsatayım.
“ Oğlan babasına yaka silkiten, hırtın birisiymiş. Yaptığı hiçbir işten hayır gelmezmiş. Babası oğluna her seferinde “ Oğlum sen adam olmazsın” diyormuş. Oğlu bir gün kasabayı terk edip, okumak için şehre gelir ve okulunu bitirip Vali olur. Koltuğuna oturduğu gün jandarmaya emir vererek babasını makamına getirmesini ister. Babası gelir, kapıyı çalar ve oğlunu şaşalı makam koltuğunda görür. Oğlu gururludur, gülümseyerek babasına; “ Baba bak adam olmaz diyordun. Nasıl adam oldum ama..” dediğinde, şapkasını önüne alan baba şapkasını tekrar takıp, “ Oğlum ben sana okumazsın demedim ki, adam olamazsın demiştim. Eğer adam olsaydın, beni bu şekilde ayağına getirmez, köye gelir elimi öperdin” demiş…
Yani oku oku da adam ol baban gibi ( , ) eşek olma… Hikâyesi…
Evet, seçilip ülkeyi yönetmek, bir kurumda yönetici olmak, eş olmak, gazeteci, yazar-çizer, sanatçı, çalışan ve oy kullanan vatandaş olmak, kısacası kâinatta insan olmak büyük zanaat… 2011’de ülkeyi seçecekleriniz umarım hikâyedeki oğul’a ve kendisini eşekle özdeştirenlere benzemez… Âmin…
Hepinize mutlu günler dilerim…
Sevgilerimle…
Ertuğrul Erdoğan
2 Ocak 2011/Bursa
YORUMLAR
Alman- İsral -ergenekon- Aydın doğan ortaklığı sanırım bizi eskisi gibi karanlığa götüremiyor..kaos-kriz-koalisyon günleri geride kaldı.....bazı ebeleplerde geri gelsin diye hayal kursada Allahın Muradı sanırım sizi önümüzdeki en az 20 yıl üzecek...ve okunmayan yazarlar kervanında kaybolup ve kaybedip kerevetine erdirecek.....
karanlık olmasa aydınlık böyle kadraja girermi hiç.....yola devam.....
erterd
Önümüzdeki yirmi yıl içinde yazılarımı okuma fırsatı bulamayacağınıza çok sevindim. Zaten belirli kesim hiç okumuyor ki, asıl mesele bu zaten...
Kendine iyi bak yola devam ederken şarampola yuvarlanmayın.Aman dikkat!..
İyi yıllar
ertuğrul erdoğan