- 762 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Artık Susma…
Artık susma...
Kör bakışların, kör karanlığında bırakarak harabeye çevirdiğin bir bana artık susma…
Karanlığı delen gözlerle aradığım sen…
Var oluşumu derbeder bir ruha teslim eden sen…
Ebediyen suskunlukta kalacağını bildiğim sen…
Yaralarını sadece ben sararım, yasla başını omuzuma, sadece gözlerime sen bak diyen, bir teslimiyetle
avuçlarına düşen ben…
Çok karanlık geceleri tek başa yıllarca kucaklayan ben… Unutulmuş şarkılarla lâl olan dilime hükmedemeyen ben…
Vazgeçilmiş hayatları zapt etmeye çalışan ben… Adını gizli sayfalara haykırarak yazan ben…
Unutulmuş sevda kahramanı olan ben…
Artık dilim lâl… Sığınaklar dağılmış, boşverilmişliğe isyan eden ben…
Sahipsiz bir sesin tınısında duymaz kulaklara mahkum, kadere terk edilmiş bir beden yalnızlığı ile harmanlarda kırık sevgilerle avunan ben…
Yokluğun bir karanlık duvar önü…
Adın yasaklı, sevdan dökük gidişlerle kaybedilmiş zamanları körkütük sarhoşça harcayan ben…
Nankörce bir yanışın küllerinde savrulan ben, ki en çok, seni düşünmenin acısı yaktı, yeni yeni ateşler…
Sen susma artık, konuş ki dağılsın sislerin, bir yanışı tarif et bana, yıllarca nasıl sönmez… Bir bakışı tarif et bana, yıllarca basıl kaybolmaz… Kırık kanatlı serçe titreyişleri bunlar… Yenilmiş hayata,
sayfalara gizlenmiş, tarifi kitaplara düşmüş, lâl sesinin unutulmaz bir hasretin dışında kalamayan bir bedeni…
Tarif etsene şimdi beni, sevmeye köle bir bedenimi…
Gidişini anlat, beni unutuşunu anlat, beni savuruşunu anlat, perişanlığımda aldığın hazzı anlat,
ıslak kaldırım taşlarında, taban acılarımın hissedilişini anlat, zift kokularında o zehirle içimin kavruluşunu anlat, karanlık sokakların korkulu heyecanlarını içimden çıkar at ki nefeslerim darlıktan kurtulsun…
Konuş şimdi, öncelerimi, sonraların acımasızca terk edişlerinin keyfini çıkarırken, yürek çırpışlarımı hissettiğini anlat… Camlarda kalan gözlerimin ıslaklığını anlat bana… Konuş şimdi…
Sessiz masallar anlatıyorum senin çocuk yanına…
Avuçlarında mor sümbülleri tutan küçük çocuğu anlatıyorum sana…
Koşmalarındaki heyecanları anlatıyorum sana ki duymazsın bilirim, uyku basmış gözlerime, heyyy uyuyorsun, diyen sesini anlatıyorum sana, parelenmiş gecelerin ardından…
Öyle yorgunlar ki, öyle masumlar ki, bir çikolataya kurban edilmiş bir ruhu anlatıyorum sana…
Artık şiirlerden atıyorum kendimi, cümlelerin sıralanışlarında bile yok yorgun gözlerimden düşen damlalar da…
Yudumları bölüşüyorum kendimle, düşlüyorum açlıklarımı, kıvranışlarımı, sevdanın peşine takılmış yorgun yüreğimi dağıtıyorum tatlıcı sakağına, o tepeye, o karanlık gecelerin zift kokulu asfaltlarına…
Bakışlarına kurban olduğum sen, artık hiç konuşma, yaralanan kalbimi saran, yaralarımı yıkayan, kanatma artık, kanatma… Beni…
Bir kez kanadım sana, son kez oldu dinmedi…
Unuttum sokakları, unuttum dar geçitleri arşınladığımı, oysa gömmüşüm, yok diye…
Yorgun çocuk düşleri bunlar…
Yorgun akşamlardaki sesler bunlar…
Unutulmuş yaşamların yazıldığı yorgun kelimeler bunlar…
Ne gelebilirim sana,
ne de,
sen dönebilirsin bana…
Yoruldu artık sevinçler…
Her gidiş bir yok oluşa adım atmaya benzer…
Sessizlikler,
Körükörüne bakışlar,
bulantılar
ve
Hiçliğe yol çıkar ki karşına bir çıkmaz sokak olur, köşe başlarından sonrası…
İncinmeye alışık olduk atık…
Cümleler kifayetsiz kalıyor…
Yaşatmasaydın sevginle beni, şimdi çok daha rahat yaşayacaktım…
Sen mi hüzündesin ha
Ben mi
Bakıp da görememek
Bakıp da tekrar görmek isteyecek
Üzülme can bu sonbahar da kışa dönecek
İşte o zaman
İçimiz üşüyecek…
Oysa şimdi avuçlar ter içinde
Kaşaltı gözler yaş içinde
Hasret kapı ardı bekçisi
Bense ömür geçirgeni
Bir yetkin hüzne
Bir yetkin ağlamaya…
Bu masal bitecek yar
Bu son masal olacak yazdığım
Ve toprak kokacak avuçlarım
Ve de çok nadir sen kokacaksın
Bir de kara bulutlara sözüm var
Kaybolacaklar benle beraber
Ağlamak değildi amacım, buruk bir sırt döndüm o şarkıya, bizim şarkımız dediğimiz şarkıya…
Sadece gözlerimin ıslanmasından kaçındım…
Pişmanlıklar var hayatımızda ama keşke deme hakkımız yok…
Sevilmek için çok geç, sevmek için geç kalınmış artık…
Mustafa Yılmaz