- 639 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YÜK YİNE KADINDA AMA!..
Erkeklerin hastalıklı saplantılarını kadınlara mal etmekten öte gidemeyen Freud un etkisinde kalınışın sonucu mudur bilemem…
Erkeklerin tümü Freud’dan haberdar olmadığına göre ya da derinlemesine okumadığına göre, Freud, her erkekte bir Freud yaratmıştır tezini savunmak pek doğru olmayacaktır.
Okuyanlarının işine gelmiştir, okumayanlarının da zaten mayasında vardır o bakış açısı…
Önce evde mayalanmıştır, hele de kendisinin de kadın olduğunu unutan annelerce, sonra da çevre genel geçerler ve toplum iyice mayalamıştır. Her iki durumda da işine gelmiştir velhasıl erkeğin. O nedenle düşünmemiştir bile pek çoğu üzerinde, doğru mu eğrimi, yaptığım diye…
Erkeklerin büyük çoğunluğu da birer Freud’dur belki de. Lakin hepsi de yanılmaktadır tıpkı Freud gibi.
Freudun bu hastalıklı cinsel tezleri üzerine konuşmak değil amacım. Çünkü gerçeği görürlerce de saptanmıştır, bu kadınlara mal edişlerin kadınlar tarafınca hiç benimsenmediği de, gerçekleri olmadığı da… Kadınların pek çoğu da katılmazlar o nedenle kendisine.
Bu konuda ayrıca ve uzun uzun yazılabilir. Kim bilir, fırsatım olursa onu da ele alırım bir gün. Ama bu gün yazın hayatındaki kadın-erkek gerçeğinden söz edeceğim ki bu sahada da Freudcu ruh sıklıkla çıkmakta karşımıza.
Kitaplar çoğunlukla kadın ruhuyla değil, erkek beyni, bedenselliği ve bencilliğinin yarattığı kafalarla yazılmıştır. Erkekler tarafından kaleme alınmıştır tarih boyu çoklukla. O nedenle erkek bakış açılıdır ele aldıkları her bir konu, hatta romanlar, hatta ve hatta Kutsal Kitabımız bile… Çünkü tefsirini de, mealini de erkekler yapa gelmiştir bu güne dek ve nalıncı keseri gibi kendi cinslerine yontarak ele almışlardır yüce Yaradan’ın her bir sözünü…
Çoğunlukla yazın sahasında da erkek egemen bir hâkimiyet söz konusu kısaca ve sonucu olarak da kadının bastırılmışlığı gerçeği görülmektedir.
Kadınlarımız düşün açıklamaya korkmuşlardır çevre erkeklerinin tutumlarıyla. O nedenle ki 19.YY da erkek mahlasıyla yazmak durumunda kalmışlardır çoklukla ya da sadece bir kadın ibaresiyle, adlarını açıklamaktan çekinmişlerdir çünkü.
Bu gün bile tanımaktayım öylesi pek çok kadını; öylesi eserleri var ki yastık altında, eminim ki gün yüzüne çıkartabilse, basımı yapılabilse, büyük ses getirip satış patlaması yaratacaktır da. Ama konuşmalarımızdan edindiğim intiba çekinmekte oluşları. Eşlerinin kabul etmediği ya da etmeyeceği, şiirlerim başka birine aşık olduğum kanısı uyandırırsa, yazdıklarım benim başımdan geçmiş zannedilirse, kendi tecrübelerim olarak algılanılırsa, ya başıma iş açarsam ve de el alem ne der, ne duruma düşer, ne gözle görülürüm endişesi…
Çok şükür ki günümüzde ürkenler yanı sıra, pek çok kadın kalemi ele almış cesurane yazabilmekte, hem de kendi ismiyle…
Ama yetmez…
Hele de bilimsel alanda hiç yetmez…
Görüşler, tespitler dolayısıyla kaleme alınanlar erkek beyninin ürünleri oluşuyla, kadınımızın kalem sesi cılız kalmaktadır.
Şöyle bir bakalım sadece internetteki işin gerçeğine; Ülkemizde yaklaşık onbeşbin kişi internet ortamında yazıyor…75.000.000/l5000=5000 kişide bir kişi yazabiliyor demektir bu ki ayıptır.
O yazanları kaç kişi okuyor, okuyanların da kaçı anlıyor okuduğunu o da ayrı bir yazı konusu ve ayrı bir ayıp, bu yanına da değinip uzatmayacağım konuyu.
Bir de Edebiyat dergilerindeki bir acı gerçek var bilimsel sahada da yazılmışlar yanı sıra... Yazanların da yüzde onu, onbeşi ancak kadın.
Keza gazete, süreli yayın ve kitap satışlarına ve alınanların, hele de kadınlarca alınanların isimlerine bakınız, durum bundan daha kötü.
Erkeği kadınıyla, hepimiz hangi sahada diploma almış olursak olalım, gördüğümüz öğrenimler öncesinde aldığımız ilk öğrenim ve eğitim annelerimizden, dolayısıyla da ilk öğretmen ve eğitimcimiz annelerimiz…
O halde pek çok konuda olduğu gibi iş yine kadına düşüyor lakin tek başına özgür hareket etmesi pek çoğu için mümkün değil, kısıtlılar; kimi de yeterli bilgi ve donanıma sahip değil, o nedenle her ne kadar kadınsa da sorumlu olan, iş erkekte bitiyor yine de… Ama baba sıfatı, ama kardeş ya da eş…
Kadının yanında durması, destek olması, yardımcı olması ve yüreklendirmesi gereğiyle…
Lakin kaç erkek bu olgunlukta ve ürkmemekte ki kadının kendini geliştirmişliğinden?!
Kaçı rakip görmeyip de yoldaş kabul ederek ellerinden tutmakta ya da kollarına girmekte beraber yürümek, beraber gelişmek, beraber üretmek, dolayısıyla da güzelliklere, doğrulara, yetkinliğe beraber varmak adına?!
Yanında yer almasından, yazıp çizmesinden, kendisini geliştirmişliğinden rahatsızlık duymak bir yana, yüreklendirecek, elinden tutabilecek, omuz verecek kaç erkek var ki?!
p.r.alkan
YORUMLAR
...Mehmet Bey ve Süreyya Hanım, yıllar süren memuriyet dönemlerin de , bölümleri ayrı dahi olsa, aynı ofis te birlikteliklerini devam ettirmiş evli bir çift.
Yıllar geçer emekli olurlar.
Günlerden bir gün, her zaman ki gibi saat tam 14:00'te, fiskos masalarının bir tarafın da Mehmet Bey, diğerin de Süreyya Hanım, hem kahvelerini yudumlar, hem de sohbetlerine devam ederken, pencerelerin den, hemen yakınların da ki bir evin çatısın dan dumanlar yükseldiğini görürler. Besbelli ki o apartmanda yangın çıkmıştır.
Süreyya Hanım mizacı ile, beklenmedik olaylar karşısın da panikleyen, Mehmet Bey ise tersine sakinliği ile bilinen bir insandır.
Süreyya Hanım'ı sakinleştiren Mehmet Bey, oturduğu yerden yavaşça kalkar, paltosunu almak üzere portmanto'ya doğru ilerleye dursun, Süreyya Hanım pencerenin önün de, ayakta, iki elini hem birbirine ve sonrası bacaklarına vurarak heyecanını yenmeye çalışırken, Mehmet Bey ayakkabılarını giymiş hatta antre'ye çıkmıştır bile.
Bir müddet sonra, kendi apartmanlarının dış kapısına ulaşan Mehmet Bey, kapıyı açar ve uygun adımları ile yangın yerine ulaşmak üzere kaldırım da yürümektedir.
Sokakta ise araçlar hızla seyrederken, haber alan sokak sakinlerinin çoğunluğu pencerelerden, kimi tanıdıklarının ise koşar adımlar ile yürüdüğünü gören Mehmet Bey, gördüklerini tahlil etmek gibi bir anlamsızlığın içerisine düşmeden hedeflediği noktaya doğru yürümesine devam etmektedir.
Yangının çıktığı yere ulaşır.
Daha itfaiye araçları yangın mahalline gelmemiş, konu komşu ise kendi tariflerince telaşe müdürlüklerine devam etmekte olduğunu gören Mehmet Bey...adamın birinin bir elin de kova, diğer eli ile de etrafa direktifler verdiğini gördüğün de yavaşça adama yaklaşarak, " Beyefendi merhaba, sizin göreviniz nedir ? " diye sorar.
Sinirlenen adam, " yahu şimdi bu sorunun zamanı mı...farzedelim muhtarım, ne olacak " diyerek Mehmet Bey'i tersler.
Mehmet Bey cevap vermez, adamın yanından uzaklaşır...apartmanın hemen karşısın da ki tek katlı müştemilatın kapısın dan içeri girerek, bahçede ki çeşmenin hemen yanında ki kovayı alır, içine su doldurur ve adamın yanına tekrar gider ve arkasın dan seslenerek..." Beyefendi, Beyefendi lütfen buyurunuz" diyerek kovayı uzatır.
Karşısın da tekrar Mehmet Beyi gören adam elinde ki kovayı görmeden..." yahu be adam yine mi sen...belamısın nesin" diyerek Mehmet Beyi terslese de, Mehmet bey kovayı uzatarak," Beyefendi size bir kova su getirdim" der. Adam tekrar celallenir..." yahu ne suyu " der. Bunun üzerine Mehmet Bey..." Beyefendi kovanız boş, boş görünce size su getirdim" diyerek cevap verir.
Adam, sanki kış günü kafasından aşağıya bir kova buz gibi su dökülmüş biri gibi, boşa telaşın dan kendine gelerek Mehmet Bey'e..." beyefendi özür dilerim...yangın telaşından sizi yanlış anladım hatta anlayamadım affedin" der.
Dese de Mehmet Bey devam eder..." Beyefendi, siz şimdi, kovanızın boş olduğunu değil, getirdiğim bu su dolu kovayı yangının neresine boca edeceğinizi bir düşünün ve çabuk karar verin, çünkü, yangın binanın en üst katın da, çıkmanız uzun sürer " deyince adam tekrar utanır ve affedersiniz bey amca " der…
ve Mehmet Bey devam eder…” Evladım der, hadi ben seni affettim…diğerlerini kim affedecek, hadi diyelim diğerlerini de ötekiler affedecek…pekala bizler bu boş işlerle uğraşırken…bu yangını kim söndürecek ?
Arz ederiz efendim,
Saygılarımız,
Sayın Perihan Reyhan ALKAN Hanımefendi'ye,
Serdar TUNÇLUER