- 1091 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
CANIMDAN CANSIN
Eline uzatılan hasta sevk kâğıdını alan doktor, gözlerini seri bir halde kağıdın üzerinde dolaştırdıktan sonra hafif yana döndü ve hasta dosyasına baktı. Kafasını çevirerek kararını açıkladı.
- Üçüncü kez raporu uzatmam imkansız! Prosedür gereği sizi hastaneye yatırmam gerekiyor.
Oya’nın beklemediği bu cümle, yüreğinin gereğinden fazla çarpmasına neden olmuştu. Kısık ve titreyen bir sesle:
- Nasıl yani! Önce sancılanmam falan gerekmiyor mu?
Doktor, kafasını iki yana salladı ve;
- "İşimi bana mı öğretiyorsun" dercesine bir tavır aldı.
- Size az önce söyledim. Yanınızda yakınınız varsa haber verin. Derhal yatış işlemlerinizi başlatsın. Siz, asansörle doğrudan yatan hasta kısmına gidin. Yatacağınız odanın numarası 315.. Şimdiden çıkabilirsiniz.
Oya’nın elini ayağı birbirine dolaşmıştı. Üstelik rutin kontrol diye hastaneye eşini de getirmemiş, yalnız başına gelmişti.
"Bir an önce Hasan’a haber vermeliyim”
diye düşündü. Doktora hafif tebessüm etti ve teşekkür ederek dışarı çıktı.
Hâlâ anlayamamıştı. Normalinde gecenin bir yarısı inanılmaz bir ağrı duyması, bütün aile fertlerinin seferber olup hastaneye yetiştirmesi gerekmiyor muydu?
Sonra dudağını büktü ve:
- Doktordan iyi bilecek halim yok ya! Yat dediyse yatacağız lamı cimi yok bu işin..
Hastanedeki telefonun ahizesini titreyerek eline aldı. Numaraları çevirirken binbir düşünce geçiyordu aklından. Alo diyen ses biricik eşiydi.
- Hayatım! Doğum öncesi kullanılan iznin belli bir süresi varmış benim ki artık uzatılmazmış. Yani hastaneye yatacakmışım! Ben çok korkuyorum.
- Ne! Yatış mı? Nasıl yani! Hemen annemleri de alıp geliyorum. Ne getireceğim gelirken?
- İki tane bavul var yatak odasında, biri büyük biri küçük. İkisini de yanında getir lütfen. İyi ki önceden hazırlamışım! Bana söylendiğinde ne kadar da lüzumsuz bulmuştum bu işlemi! Şimdi ise hazır oluşu nasıl da makbule geçti görüyorsun değil mi?
- Evet canım. Şimdi sen sakin ol, hiç bir şey düşünme tamam mı? Hemen getirilecekleri kapıp geliyoruz.
Oya, karnı burnunda yavaş yavaş asansöre doğru yürümeye başladı. İçinde bir bebek taşırken şimdi bir de üstüne heyecan eklenmişti. Bebeğinin ikizi gibiydi duyduğu telaş.. Beşinci katta indi.
Oda numaralarını takip ederek doktorun söylediği odanın önüne geldi ve şöyle bir kapıdan içeriye göz gezdirdi. Sekiz tane yatağı olan odada, bir hasta dahi bulunmaması ne kadar da ilginçti. İçinden kendi kendine konuşmaya başladı.
- Demek burası! Yatacağım yatağın hangisi olacağını herhalde kendim seçeceğim. Bari cam kenarı olsun. Hımm ne güzelmiş burası! Ankara’nın neredeyse tümünü gören bir manzarası var! Süpermiş!
Sonra kendine güldü.
- Mübarek sanki tatil köyüne geldim de bir de manzara peşine düştüm. Kızım sen her ne kadar hasta değilsen de buraya bir amaç için geldin. Hem de zor bir amaç için! Off ama neden benim sancım falan yok. Bir terslik var ya hayırlısı!
Tekrar somurtmaya başladı. Kolundaki saat sanki hiç ilerlemiyordu. Akrep ve yelkovan o anda ki konumuna sanki çivilenmiş gibiydi.
Tekrar odanın kapısına gelip sağına soluna bakındı. İri yarı ama yüzü çok güzel bir hemşire elindeki dosyaya bakarak yanına geldi ve içten bir tebessümle Oya GÖKNUR siz misiniz? dedi.
Oya, kafası ile onayladı. Hemşire meraklı gözlerle soru üstüne soru sormaya başlamıştı.
- Geceliğiniz yok mu? Neden üstünüzü değiştir miyorsunuz?
- Şey! Ben rapor problemi nedeniyle buradayım. Yani sancım falan yok. Öylesine geldim. O yüzden yanımda hiç bir şeyim yok. Eşime söyledim hemen getirecek. Onu bekliyorum.
Hemşire, bir kaç soru daha sorduktan sonra bir yan odaya geçti.
Oya, iyice sabırsızlanmıştı. İçinde de bir duygusallık bir alınganlık! Daha fazla duramadı ve "asansörün kapısına doğru yavaş yavaş yürüyeyim de, Hasan’ı orada karşılarım" diye düşündü.
Gerçekten de on beş yirmi dakika içinde eşi kayınvalidesiyle beraber gelmişti.Her ikisi de kilometrelerce yolu koşmuş gibiydi. Hasan hele, kesik kesik konuşuyordu. Oya’nın ellerini avuçları içine alarak:
- İyi misin? Sancın başladı mı? Hani sen gece sancılanacaktın ben de kornoya basa basa yol açıp seni hastaneye yetiştirmeyecek miydim? Filmlerde de hep öyle olmaz mıydı? Bu seni yaptığın oldu mu hiç?
- Hayatım aynı şeyleri ben de düşündüm. İnan bilmiyorum.
Sonra gözü bavullara ilişti ve ağzı kulaklarında:
- Oh hepsini getirmişsiniz. Her şey hazır.
Kayınvalidesinin nasihatleri, eşinin güzel sözlerini içeri giren bir görevli kesivermişti.
- Beş dakika içerisinde odayı boşaltın lütfen. Ziyaretçi kalmasın!
Oya’nın gözleri buğulanmıştı. Onlar gidince yapayalnız kalacaktı bu odada.. Üstelik konuşacak bir Allah’ın kulu da yok diye iç geçirdi.
Kayınvalidesi Serap, gelinini kucaklayarak:
- Korkma kızım! Aslanlar gibi doğumunu yapıp kurtulacaksın! Endişe edecek bir şey yok? Allah kolaylık versin! Biz gitmeden şu geceliğini terliklerini vs. giyin!
demişti. Oya, kendisine söylenenleri bir bir yapmış, pembe geceliğinin üzerine sabahlığını geçirmişti. Ayaklarına da siyah terliklerini. Herşey tamamlanmıştı artık.
Önce eşine sonra kayınvalidesine sarılarak ayrılık seremonisini tamamlamıştı.
Oya, artık bebeği ile başbaşa kalmıştı. Eliyle karnını okşadı ve bebeğiyle her nekadar arasında karın duvarı olsa da konuşmaya başlamıştı.
- Bebeğim seninle geçireceğiz bu geceyi! Az kaldı artık! Yakında kucağımda olacaksın!
Yaklaşık bir saat sonra odaya gelen doktor ve hemşire yine bir takım sorular yönelttiler. Oya, tekrar aynı cevabı verdi. Onlar da odayı terk-i diyar etmişlerdi.
İlaç yok, tetkik yok ve tahmin ettiği gibi otel gibi yatacaktı o gece..
Ömründe ilk kez hastanede yatıyordu. Bir mahsunluk çöktü üzerine. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Sonra kendi kendine telkinlerde bulunuyordu.
- Kızım kendine gel! Çaresiz bir derdin yok ki? Alt tarafı doğum yapacaksın! Dünyada benim gibi bilmem kaç kadın doğum yapıyordur şu anda.. Üstelik çok korkulacak bir şey olsa millet ikinciyi, üçüncüyü düşünmez. Sakin olmalıyım.
diyordu kendi kendine.. Ama her düşüncesinin ara boşluğunda içi kararıyordu. Ama yine içinde bir güneş doğuruyordu.
- Kızım ne dertlerden yatanlar var! Hasta değilsin, bir yerin ağrımıyor, hastane gibi düşünme sanki bir yere misafirliğe gelmişsin diye düşün.
Sonra yine omuzları düştü.
Ama ben eşimi özledim. Ondan hiç ayrılmamıştım. Daha ilk gecede özledim onu. Ne yapacağım şimdi ben!
diyordu gözyaşları içinde..
Zor bela sabaha karşı güçlükle uyumuştu. Gözlerini açtığında kaldığı odayı bayağı yadırgadı. Şöyle bir göz gezirdi etrafa ve yavaş yavaş doğruldu. Sırtı sırılsıklam terliydi. Boğulacak gibi hissediyordu kendini. Cama doğru geldi ve kolu kendine doğru çekti. Işıl ışıl bir sabahtı. Gözlerini yumdu ve derin derin nefes aldı içine..
Odaya girişte kapının arkasında kalan lavobadaki aynaya şöyle bir baktı. Saçlarımı taramalıyım dedi ve hemen çantasından aynasını aldı. Hızlıca arkaya doğru tarayıp parmaklarına doladığı lastik tokayla at kuyruğu yaptı başına.. Sonra gelen kahvaltıyı afiyetle midesine indirdi. Vakit bir türlü geçmiyordu ki.. Tekrar aynaya baktı. Yüzünü solgun bir çiçek gibi gördü. Makyaj çantasından çıkardığı ruj ve kalemle hafif bir de makyaj yaptı. Sonra kendine güldü.
Saat dokuza doğru, yedi sekiz tane doktor odaya girince önce afalladı. Kendini bir öğrenci gibi hissetti o an.. Ayakta görünce "neden sıranda değilsin" diye kızan öğretmenleri geldi aklına ve o psikolojiyle hemen yatağına yatıp beyaz pikesini karnına kadar çekti.
Doktorlar, kendi aralarında konuşuyorlardı. Yaşlı olan doktoru çevreleyen genç doktorlardan hocanın sağındaki elindeki dosyaya göre konuşmaya başladı.
- Hocam! Hasta çalışıyor. İki kez doğum öncesi izin vermişiz. Doğum gerçekleşmemiş. Mevzuatlar gereği üçüncüyü veremediğimiz için yatırdık efendim. Hoca kaşlarını çatarak;
- Bir problemi var mı? Herhangi bir sağlık problemi? Şikayeti vs..
- Hayır efendim. Dün yatış yaparken tansiyon, ateş vs. baktık. Her şey normal. Zaten kronik bir rahatsızlığı da yok bayanın..
Oya, konuşulanları pür dikkat dinliyordu. Çünkü bizzat konuştukları kişi kendiydi. Ancak en son cümle tüylerini diken diken etmişti.
- Üç dört gün doğumu kendi seyrine bırakalım. Eğer sancı gelmezse, ertesi günü doğurtalım!
Oya’nın kalbi gümbür gümbür atmaya başlamıştı. İçinden ılık ılık bir şeyler inmişti. Nasıl yani? Böyle doğum mu olur? diyordu kendi kendine..
Sonra yine kendini telkin etmiş, eşinin getirdiği romanlardan birinin ilk sayfasını okumaya başlamıştı ki, önce bir sarışın bayan, ardından kıvırcık saçlı bir gebe, derken yine karın bölgesi tıpa tıp kendine benziyen bir bayan daha merhaba diyerek içiri girmişti.
Oya’nın yüzü bahar gibi açmıştı. Sanki evine misafir gelmiş kadar mutluydu. "Oh be yalnız kalmayacağım bu odada" diyor, şarkı bile mırıldanıyordu.
Roman okumak, sohbet etmek, makyaj, yemek derken bomboş gün geçirmek canını sıkmaya başlamıştı. Gerçekten de sanki hastanede otel hayatı yaşıyordu. Hatta tuvalete doğru giderken sezeryan olmuş ve yakınları olmayan bir kaç bayana da yardım etmeye başlamıştı.
İlerleyen saatlerde kendine bir iş daha bulmuştu. Harici telefon, nöbetçi doktorların odasının yanındaydı. O zamanlar medeniyetin sunduğu cep telefonları olmadığı için herkesin gözü kulağı ailesiyle irtibat kurabileceği, sesini duyurabileceği bu telefondaydı.
Hastanede sağlık yönünden en iyi durumda olan kendisiydi. Sadece otobüs bekler gibi sancı bekleyecekti. "Bari bir işe yarayayım" diye düşündü. Her çalan telefona koşuyor. Kime gelmişse telefon, oda numarasına göre hastayı buluyor ve "telefonunuz var" diye haber veriyordu. Gelemeyecek durumda olanlara hastanın notunu, yakınlarından da hastaya iletilecekleri not alıyordu. Resmen sekreter gibi olmuştu.
Birbirini takip eden beş gün bu şekilde devam etti. Başta eşi, ailedeki tüm akrabalar, işyerindeki arkadaşları ziyaret saatlerinde geliyor, telefonlarla arıyor. Bekledikleri cevabı bir türlü alamıyorlardı. Yani,
- Hayatım doğum yaptın mı?
- Hayır! Daha sancım yok.. Bekliyoruz.
Yine böyle telefonlardan biri Oya’yı kahkahaya boğmuştu. Samimi bir arkadaşı;
- Oya’cığım senin bebek saçlı, başlı, uzun tırnaklı bir bebek olacak galiba.. Hatta belki karnında dişlerinin tümünü çıkarıp öyle doğacaktır. Dişsiz doğmak istememiştir. Ne dersin?
Oya katıla katıla gülmeye başlamıştı. Aslında bir yandan komiğine gittiği için bir yandan da hayatında ilk kez bebeği olacağı için korkudan gülüyordu. Acaba gerçekten öyle mi doğacak diye de düşünmüyor değildi.
Beşinci günün akşamı gelen yemeğini yiyip, romanını okurken odaya giren hemşirenin kendine doğru ilaçla gelmesi yüreğini hoplatmıştı. İyice yatağa yaklaşıp;
- Oya Hanım! İlacınızı getirdim. Bir de sizin iğneniz var. Arkanızı dönün lütfen..
Oya, gözlerini kocaman açmış, heyecanla,
- Bir yanlışlık olmalı hemşire hanım. Bana hiç ilaç verilmiyordu. Sancımın gelmesini bekliyorlardı. Tekrar bakar mısınız? Bir yanlışlık olmalı.
Hemşire gülmeye başladı. Vallahi doğru! Hoca asistanlarına sizin için;
- "Yeter artık burası otel değil, yarın o bayanı doğurtun" diye talimat verdi.
Oya, birden suskunlaşmıştı. Denileni yapmak zorundaydı. İlacını içti, güzelce canını yakan iğnesini de oldu. Bebeğini değil sancısını beklemeye koyuldu. Ama ne gelen ne giden vardı. Uyandığında hemşire hanımı odada gördü. Şaşırmıştı hemen doğruldu.
- Oya Hanım buyurun gidiyoruz.
- Nereye?
- Sancı odasına?
- Ne? O da ne? İfade odası gibi!
- Lütfen buyurun gidiyoruz.
Kendini kurbanlık koyun gibi hissetmişti. Hemşire önde kendi arkada karşı koridora geçmişlerdi. Oya bir türlü sevinemiyordu. Çünkü anlayamıyordu bir türlü..
Bir takım tetkiklerden sonra koluna serum takılmıştı.
- "Akşam 18.00’e kadar sancıyı kademeli olarak artırın"
talimatı gelmişti doktorundan..
Fakat gerekli sancı bir türlü gelmiyordu. Bu halde doğum gerçekleşemez diye doğruca odasına göndermişlerdi.
Aynı işlem üç gün gerçekleşmiş yine doğum gerçekleşmemişti. O gün doktorlar Oya’nın moral ve motivasyonun bozulduğu ve yorulduğunu düşünerek;
- "Bir gün dinlensin, daha sonraki gün sancıyı daha da artıralım" demişlerdi.
Oya, o gün akşama kadar ağlamıştı. Çünkü yanındaki sekiz kişilik yatak, kaldığı süre boyunca defalarca hasta değiştirmiş. Bir sürü bebek dünyaya gelmişken kendisi bir türlü doğuramıyordu. Kendini suçlamaya başlamıştı. "Ne biçim kadınım" ben diye..
Artık, son deneme uçuşuna geçmişti kendi tabiriyle.. Yine aynı işlemler olmuş bir türlü olmuyor olmuyordu. Doktorlar da paniklemeye başlamışlar. Doktor üstüne doktor yanına geliyor gidiyordu. Sezeryana dönüş işlemine de geçemedikleri için "sancının dozunu artırmanın tek çözüm olduğunu" söylüyorlardı.
Tamam artık doğum hazır dendiğinde doğum odasında yedi saat kalmış, hatta bir doktor "siz bu işi beceremiyorsunuz" diyerek çıkıp gitmişti.
- "Nereden bileceğim! Hayatımda kaç defa bebeğim oldu ki. İlk bebeğim olacak bu!"
diyordu perişan bir halde..
En sonunda sabaha karşı "anne ve bebeğin hayatı tehlikede, hocayı evden çağıralım" sözleri Oya’nın yüreğini ağzına getirmişti. "Herhalde sağ çıkmayacağız" buradan diye düşünmeye başlamıştı. Eğer kötü bir şey olacaksa Allah’ım sen bebeğimi yaşat, bana ne olursa olsun demişti içinden..
Yanındaki masada pek çok kadının yaptığı doğumlara ve ağlayan bebek seslerine şahit olmuş, Kendisinin hâlâ yapamadığını gördükçe depresyona girmeye başlamıştı.
Gelen profesör ve ekibinin zorlu çabaları, sabaha karşı dörtte nihayet sonuç vermiş ve bebeği dünyaya merhaba demişti.
Önceden otel gibi yatış, sonradan suni sancı için mücadele, bir de doğum sonrası ki komplikasyonlar yüzünden kaldığı üç gün derken tam on üç gün hastaneye yatmıştı. Bebeğini kucağına verdiklerinde kendisini savaştan çıkmış gibi hissediyordu.
Ama bebeğinin kadife tenini öpüp kokladıktan sonra tüm zorlukların anne olmak için değdiğini düşündü. Hele emzirirken kendini ünlü bir ressam, bebeğini de muhteşem bir tablo gibi görmüştü. Allah’ın bir mucizesiydi bu! Gözyaşları boncuk boncuk iniyordu ama bu sefer akan yüreğinden taşan sevinçti.
Aysel AKSÜMER
(Yıl: 1990 Minik Gül AKSÜMER tüm zorluklara ve olumsuzluklara rağmen hayata merhaba diyor. Kızım dört buçuk kilo ağırlığında doğdu. Doğum iznine ayrılırken ki bebeğin gelişimi her an doğdu doğacak izlenimi verdi sanırım ki beni erken doğum iznine ayırdılar. Bu seferde zorlandım neticede. Ama şükür ki atlattık bu zor süreci)
YORUMLAR
Aysel AKSÜMER
bir anı hemde özel ve güzel bir anı ancak bu kadar düsgün akıcı ve içtenlikle kaleme alınırdı
kutlarım
hayırlı uzun ömürler dileğiyle size ve kızınıza
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
:))çok içten anlatmışsınız
sanki karşı karşıya sohbetteyiz gibi hissettim
kutlarım Aysel Hanım
selam ve sevgilerimle
Aysel AKSÜMER
Çok çok güzel.
Duygu yoğun.
Anlatım akıcı ve gerçekci.
Abartı yok.
Kutlarım.
10 Numara.
Aysel AKSÜMER
Birden kızımın doğumunu hatırladım. O zaman babam sağdı. Onunla karşılaştık merdivenlerde. Beni merak etmiş gizlice girmiş hastaneye. Bana bir bakışı vardı hala unutamam. Canım tebrik ediyorum seni. Kızım da 4 kg doğmuştu. Sevgilerimle
Aysel AKSÜMER
Allah kızına uzun ömürler versin. Tabi size de..Yorumun için teşekkürler. Sevgilerimle...
Ama bebeğinin kadife tenini öpüp kokladıktan sonra tüm zorlukların anne olmak için değdiğini düşündü. Hele emzirirken kendini ünlü bir ressam, bebeğini de muhteşem bir tablo gibi görmüştü. Allah’ın bir mucizesiydi bu! Gözyaşları boncuk boncuk iniyordu ama bu sefer akan yüreğinden taşan sevinçti.
büyük bir heyecanla, satırlarını yutarcasına, büyük bir keyifle öykünü okudum.
tüm yönleriyle muhteşemdi.
umarım güne düşer, hakkediyor zira.
Aysel AKSÜMER
Güzel düşüncelerin için çok teşekkür ederim. İnan kalp kalbe karşıdır. Aynı düşüncelerdeyim. Saygı ve selamlarımı sunuyorum.
Sizi de Allah annenize ve sevdiklerinize bağışlasın.
"Analar,bir doğururken kocaları da dokuz doğurur " deler ya! Ben işte öyle oldum,çocuklarımın doğumunda.
Sen yine şanslıymışsın.
İlk çocuğumun doğumundan önce doktora gitmiştik(Reşadiye-TOKAT) hANIMIN YÜZÜNDE DOĞUM TERLERİ BONCUK BONCUK.
Doktora:
- Biz doğum günü hesabnı tuttutamıyoruz. dedik.
Doktor:
- Daha yirmi gün var demez mi!
Ben hanımı eve bırakıp daireye gittim.Gider gitmez de telefon geldi:
- Ayhan,çabuk yetiş,bebek geliyor!
Hemen dairenin jipiyle eve yıldırım gibi geldim. Hanımı alıp doğru hastaneye.Merdivenlerden çıkar çıkmaz;ebe,hemen odaya aldı ve almasıyla birlikte; benim oğlanın "viyaklaması "kulaklarımın çeperlerini okşadı!
Bu işi,çeken bilir.
Neyseki kazasız belasız doğum yapmışsınız ya. Gözünüz aydın diyem ve Allah,analı bablı büyütsün ve acılarını hiç göstermesin.
Selamlar.İyi pazarlar.
Aysel AKSÜMER
Aysel'ciğim kızınızın doğum öyküsü olduğunu baştan anladım da, Tacettin beyin de dediği gibi sonu görene kadar yüreğim ağzımda okudum.Çok şükür problem olmadan dünyaya gelmiş.
Rabbim hayırlı ömür versin, mürüvvetini görmeyi nasib etsin.
Çocuklarımız bizlerin gözbebeği,
hep iyi insanlar çıksın karşılarına.
Selam ve sevgiler...
handan akbaş tarafından 11/7/2010 11:11:32 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aysel AKSÜMER
Annelik gerçekten de bambaşka bir duygu. Allah hepimizin çocuklarını bizlere bağışlasın.
Sevgilerimle..
yazı bitene kadar heyecandan ölecektik.....yapma be aysel....gömdün bizi hastane odalarına....neyseki.....final çok sevindirici idi.....saygılar
Aysel AKSÜMER
Şükürler olsun ki büyük uğraşılar sonucu hani köyün yolunu kar kapatır saatlerce uğraşırlar ya.. Aynen ben de böyle bir sıkıntı yaşamıştım. Garip ama gerçek..
Çok teşekkür ederim. Saygı ve selamlarımla..
Sahiden de sansıcız ama sancılı bir doğum olmuş
Böyle şeyler olduğunu şimdi sizden öğrendim
Suni sancı yani, kadın olmak cidden zor
Yavrunuzu elinize alınca bütün sıkıntınız geçmiştir
20 yaşında bir genç kız şimdi
Bahtı ve yolu açık olsun.
Kutlarım Aysel hanım.
Aysel AKSÜMER
Aslında yanılmış doktorlar şöyle ki benim kızım dört buçuk kilo doğdu. Son kontrolümde bebek gelişimini tamamlamış iyice dediler. Ama ben hazır değilmişim demek ki..
Ben yemin etmiştim ikinci bir çocuk kesinlikle istemiyorum diye.. Çünkü benim doğumum doğum değil trafik kazası gibi bir şeydi. Eşim sonra o zaman ki doktor ikinci çocuğunuz daha kolay doğacak korkmayın vs. dedi de bir cesaret geldi.
İnanır mısınız o da birinci kadar olmasa da çok zor olmuştu.
Kadın olmak zor derler ya sanırım gerçekten zor.. Saygı ve selamlarımla..