- 1566 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
Kayıp notlar 2
.
Günün ortasında kendime fazla gelirim bazen; ansızın, ellerimi ilk kez gördüğüm gibi bir hisle bazen… Bu bedenim kocaman bir soruya dönüştüğünde…Bir soruyu insan biçiminde taşıdığımı farketmenin verdiği ürpertiye engel olamadığımda…Görmek istermiydin beni?
Uzun, çok uzun zamanlar boyunca süregen bir tempoda iyiden iyiye kirlendiğimi varsayıyorum artık…Bunun gerçeklik ihtimalinin hiç önemi yok…Kirlenmişliği kabul etmem, kendimi tahkir etmeyi, kendimi öyle ya da böyle tahkir etmek te –sözde- arınma zorunluluğunu doğuracak.
Ben, senden sonra, senden sonrada, senden sonraya kalmıştım…Sona kalan donakalır misalindeki gibi. Sevginden üstüme, yüreğime sinen değerle yıllarca yaşadım. Gizli bir övünçle hem de. Acım vardı, çok. Kimselerin bilmesi gerekmeyen benim acılarım…Sonuçta kimsenin bilmediği, künhüne eremediği... Zaten toplumsal merhamet, anlayış gibi –haklı oldukça- asla elde edilemeyecek bir aklanma da düşmezdi payıma…Toplum defterlerinde kolay bir linc için ucuz malzeme olabilirdim ancak…
O zamanlar senden bende olan her şey, senli herşeyim, alıştığım hayat ile senli dünyayı ayrıştırmaya yarıyordu. Biz ayrı yerde duruyorduk senle hemde hiçbir sosyal payandaya dayanmadan…
Acı çeksem de mutluydum. Yıllarca böyle sürdü…
En büyük çelişki, yaşanması gereken bir hayat, sorumluluklar, ödevler, ticari hayat vs vs ile
Sen’li hayat formum arasında oluştu. Olmayacak duaların ağırlığı altındaydım. Ruhumu şad eyleyecek, sızılarımı azaltacak fazlaca çarem yoktu. Bazen içeri girip dua dua yalvaramasam da kıyıdaki mabedin açık pencerelerine yüzümü dayıyor hem mana hem deniz bulaşmıs atmosferinde dinleniyordum. Dua etmek istiyor, sızı sızı sinemdeki acıyla kendimi Yaradanıma çok yakın buluyordum. Yine de kalbimin derinliklerinde kaderi tenkit ya da gizli bir sitem bunu yapmamı engelliyordu.
Hayatım; bir şey yapmak yoluyla bir şey elde etmek mantığına uzak düşmüş, umutlanmak ya da ona uygun bir şey yapmak fikri paydos etmişti. En olmaz saatlerde en olmaz yerlerde dinleniyordum. Çok yüksek, çok soğuk, çok uzak, çok tenha yerler mekanımdı. Uçlarda yaşamak o güne kadar hissetmediğim şeylere de kapı açtı. Ve ben bülbülün fıskiyeden düşen su damlacıklarından kana kana su içişini, -çamlıtepeden gün turuncu süsleriyle arz-ı endam ederken- şiir sayıyor; tümünü sana adıyordum. Güneş, ay, yer, toprak su, hava en güzel şiirlerdi. Varlıklar çoğaldıkça içimde –en çok da o canım cancağızım samanyolu- sözcükler azalıyordu. Bir tarlada geceleyip, yıldızları yorgan yapan, sevdiği insanla aynı göğün altında olmayı vuslat sayan birine, gerçek ve faydalı! düşünceler ne gerekti?
İşte sözünü ettiğim kirlenmişliğin azar azar bilincime damlaması bu süreçte başladı. Öyle sanıyorum… Güzelliğe doymuştum da, nankörlüğü mü özler olmuştum? Bir şeylerin normal hale gelmesinden miydi korkum? Alışmak mıydı endişem? Kendime sorduğum sorular hızımı kesmeye yetmiyordu, soruların da yanıtların da bir önemi yoktu aslında… Kendi kriterlerime göre sorun yoktu. Sanki insanların göremediği, yaşamadığı ne varsa ben sırrına ermiştim… Son çare, kendimi de yok sayabilmek mutlu ediyordu beni…
Ancak insanlar…
Ancak toplumlar…
Ancak mutluluğumuzdan sorumlu olanlar, kimlerim kime neyle ne zaman vazifelendirdiği bilinmeyen insancıklar…
Yani mutluluğumuzun ve mutsuzluğumuzun bize benzemesine fena içerleyenler…
Bize hazır, sayısız denemelerden sağ salim çıkmış mutluluk ve mutsuzluklar önerenler…
Ömrümüzü sevgimizi mezelerine katık yapanlar, etimizi çatallarında lokma yapanlar…
Yanlış yaptığımı, yanlış yolda olduğumu söyleyenler (sen hariç) sayesinde izlediğim yol için daha bir bileniyordum. Sen söyleyince artık o benim gerçeğim oldu. Sen söyleyince yanlışımı! bir gün çok ama çok kirlenebileceğim fikri zil gongu gibi aniden çınladı beynimde. Çözmemi istediğin bulmacada çıkan anahtar kelime mutluluk olsa da…
Doğru düşündüğümü ancak asıl çelişkinin neden ile onun sonucu arasında olduğunu söyleyenler zehirledi beni. Özgür boynumda kendi sevgimin kemendinin bile yara izi yokken, bağlı, ölçülü ve mazbut! bir yaşamın erdemlerine dikkatim çekiliyordu. Ancak bu dikkat çekmeler laf arasına sıkıştırılarak, olabilecek en doğal biçimde oluyordu. Zehir sunuluyordu ama altın tasta! Ben ve yaşam biçimim alt edilirse birileri zafer narası mı atacaktı? Gelecek kuşaklara sterilize edilmiş yaşam ve ona uygun davranmanın tek tarz olduğu fikri mi aşılanacaktı?
Bilmiyorum…
Bu süreçte birileri kazanan olmak istiyordu da elde edilecek zaferin kimin, hangi erkin hanesine yazılacağını kestiremiyordum. Toplum bir güçtü, kirliliğini, defalarca yinelemek yoluyla beyinlere kazıdığı içi boş sloganlarla sağlasa bile haklıydı. Yolları trafik uyarıcılarıyla donatınca kaza olma riskinin azalacağına inanmak gibi.
Gereken, toplumun ölçü ve biçisi ile ortaya konan şeydi!
Neydi?
Bilmiyorum…
İnan ki bilmiyorum.
Kirli miyim?
Sen ve sevgim okadar ak pak…nasıl kirlendim?
Bilmiyorum…
Bilmiyorum, çünkü hala sen varsın…
Bilirsem bu senin/benim sonumuz olacak sanki…
“Bırak içinde yaşasın sevgin, onurlu ve bir o kadar da küskün…” diyen ses kimin?
Ya yukarıdaki düşünceler!?
Bilmiyorum.
Kalem koşuyor sana doğru, bir sitem bir sevgi adımı ile…
Bizim yansılarımız var bu yazıda.
Anlamlarımız var bu yazıda.
İkimize de gerek yoktu bu yazıda….
.
YORUMLAR
Ne denir şimdi, ne yazılır... Yorum yapmak pek mümkün değil gibi, değerli kalem.
İç dünyamı, ruhumu allakbullak eden izdüşümlerdi. Etkili ve keskin hançer sızısı gibiydi her bir ifade...
Hayatın kaotik dayatması işte: Hem bilmek ne istediğini, hem de ondan emin olamamaya sürüklenmek; dışarıdan gelen baskılara teslim olmak...
Yani hem toplumun bir parçası olmayı istemek, hem de toplumun kalıplaşmış değer ve yargılarından uzak kalamamak, ya da değiştirememek, güçsüz kalmak. Paradokslar zincirinde boğulmak; linç edilişi kabul eder gibi suspsus geri adım atmak-feda kültürünün etkisi mi desek buna- muammaya bırakmak bireysel istemleri, arzuları ve, hayatı...
Hanğı ucundan bakılırsa bakılsın, varolmanın dayanılmaz ağırlığıdır yaşanan ve bilincimize sunulan. Ama "ne çok ben"i hissettiren betimlemeler ve tasvirlerdi...
Söylemeliyim: tekniğinizin incelikli olmasına ve "hikayeyi" ustalıkla kurgulama yönteminize hayranım. Okumaya başlar başlamaz hissedilen dilin yalınlığı, duyguları hapsetme ve dramatize etmedeki yetiniz olağanüstü ve çok da güçlü. Labirente düşüldüğünde duyulan heyecanı duyar gibi oldum adeta.
Ve ayrıca, sizi her okuduğumda, Dostojevsky ve Camus'u okur gibi hissettiğimi de eklemek isterim. Zira onlar gibi insan psikolojisini derinliklerine inip, nüanslarıyla ve toplumunsal yapıyı da irdeleyen ve bağ kuran bir güç ve bilinçle duyguları ele alışınız, dikkat çekici... (abartmıyorum inanın)
Bu nedenle, eseriniz için ne kadar teşekkür etsem azdır. Kaleminizi tanımaktan büyük bir kıvanç ve onur duyduğumu yine belirtmek isterim, saygıdeğer Deniz bey.
Umuyor ve diliyorum ki daim olur kaleminiz.
(Farkındaysanız, ara vererek, sindire sindire olumaya çalışıyorum sizi "ömrünüzü" uzatmak ister gibi..:))
En içten saygılar, sevgiler ve selamlarımla.
Tüya tarafından 6.8.2021 01:31:46 zamanında düzenlenmiştir.
deniz_tayanç1
İnsan anlaşılmak ve hiç yoksa onaylanmak ister.
Yıllardır nerdeydiniz?
Ancak mutlu oldum, ben size teşekkür ederim.
Çok saygımla.
Tüya
Saygılar ve teşekkürler benden, efendim.
Ateş-i suzan-ı firkat yaktı cism ü canımı
Bir harap abade döndürdü dil-i viranımı
Güfte: Hacı Arif Bey
Ağdası az, ukdesi bol samimi bir itirafname mi desem yoksa felsefi dokundurmalar içeren bir sitemname mi. Yoksa gırtlağın sekizinci boğumunda takılmış kalmış bir feryat mı desem. Sükût ikrardan gelirmiş ya, anlayana.
Yok, yok satır aralarındaki ipuçlarına bakarsak daha çok deruni bir arzuhale benziyor. Hele, hele son satırlara doğru.
“Enel hak”kın “enel biz” versiyonu gibi. Her türlü kısa devrelere karşı ekstra izole edilmiş satırlarda, mazinin bıraktığı “uf” izleri “ah” izleri ile kamufle edilmiş. Derin, derin iç çekmeler sessiz “of”larla rötuşlanmış.
Kendimi de fasulyeden nimet saymış gibi olacağım ama olsun, “sahi kaç kişi kaldık yahu.
Değerli dost saygılar, selamlar
deniz_tayanç1
Bu güzel kelama kalemimde yok bir mana.
Dua yerine alayım, sağlam görüşlü Dost.
Selam ve saygımla.
deniz_tayanç1
Kimi kimi yazar kalem Ey Dost!
Baki olana emanetsin.
deniz_tayanç1
Çok teşekkürlerimle.
sarı, turuncu bir mevsimdi son-bahar
sarının en koyu tonunu barındırıyordu düşlerinde.hani sarı ayrılığın rengi olmuştuya,bu yüzden adı konmuştu son-bahar....
son-bahar seni nasıl bilmeli.ömrümün hangi rengine koymalı gölgeni..ardıma düşürdüğün hicranlarını nasıl bertaraf etmeli.
bir gün ilk- baharı müjdelermisin son unnda.bir gün visali hicran diye sürermisin bağrıma.
son-bahar....hadi kalk giyin yelşilin en alaca rengini suretine.soyun tüm ölümcül sonları yaşattığın ayrılık kisvesini.
ya bir ilk ol,dokun sararmış yüreğime,ilk baharları getir.
yada bitir ömrümü bir son-bahar sahteliğinde...
bu kalem kelam ikizim benim.....saygımla efendim duamla çook...
deniz_tayanç1
Çok saygımla...