- 2611 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GERÇEK SADAKAT
...Her yer karanlıktı...
Kaç bahar geçmiş, hazan olmuş, hüzünlere dönülmüştü... Sevmişlerdi birbirlerini belki kaderdi... "Bazı şeyler için erken ama bazı şeyler için çok geç kalmışlardı." Baba mesleğinden onca şehir gezip köye dönen genç ve güzel bir kızdı, fidan boylu delikanlı köyün başka mahallesinden. Kasabada haftada bir buluşurlar buna "görüş günü" derlerdi. O zamanlarda; evde telefon, nette çet elde cep yoktu. Belki bir anahtarlık elde kırmızı-beyaz üstünde isim yazılı. Ailelerinden bahseder sevgi, güven ve aşk’ı konuşur şiir yazıp birbirlerine verirlerdi...
Genç kızın:
"gül kahkahalar dolusu
ama
bir güle dönme hiç"
diye yazdığı satırları, delikanlının:
"konuşsam sesizlik
sussam ayrılık
gitsem ölürüm
kalamam gülüm
yaprağımdan çiğ damlar
gül dedin ağlar oldum"
dediği satırlarla eziliyordu...
Firuze kuyruğuna teneke bağlanmış kedi gibi tedirgindi, dönüp dururken teneke daha çok tıngırdıyordu. Ve Hasret’in yüreğinde çakan sevda şimşeğini aklındaki gökgürültüsü dağıtıyordu.
Mutfaktaki radyoda; "Dönülmez akşamın ufkundayım/ Vakit çok geç..." şarkısına eşlik ederken Firuze’nin aklından bütün bunlar ve daha bir sürü şey geçiyordu.
...Ve her yer karanlıktı...
Firuze ve Hasret birbirlerini severek evlenmişlerdi. Bu sevgi ağacı çiçeklenmiş, meyve vermiş ve üç sene arayla üç çoçukları olmuştu. Sarı saçlı ve mavi gözlü çocukları çok severdi ikiside o yüzden birsürü bebek resmi olan kartpostal biriktirmişlerdi. Hoş paraları da anca buna yetiyordu. Yunus, Canan ve Derya okuldaydılar. Küçükken üçü de sarıydı ve mavi gözlü. Firuze yıllar geçtikçe insanların yüreğini değişmeyeceğini artık biliyordu...
Akşam için yemek hazırlığı vardı. Yemek yapmayı seviyordu ama hergün aynı işleri yapmaktan bunalıyordu. Kendini elinden oyuncağı alınmış bir çocuğa benzetiyordu. O farklıydı ve Hasret bile onu anlamıyordu. Gezmeyi çok seviyor, eski evlere ve tarihi mekanlara bayılıyordu. Ama yıllardır köyden başka hiç bir yere gitmiyorlardı. Sıkılıyordu bu hayattan, monotonluktan. "Her şey vardı ama bir şey yoktu" sanki, o bir şey’in ne olduğunu kendisinden başka hiç kimse bilmiyordu. Hasret olsaydı... Belki hasret olmazdı ama o çalışıyordu. Zaten çok çalışıyordu. Yaşamlarının yarısında işteydi, kalan bölümün yarısındaysa uykuda geriye üç-beş yıl kalıyordu yırmi yıldan. Adı gibi hasret vardı, hasret neye ve kimeydi... "Radyoda ince saz ney taksimi" ve İclal Aydın bir şiir okuyordu:
"Benden önce söylenmiş sözlerin haklılığına
kızdığım oldu zamanında
Ama inandığımda...
Ömrümde her şarkı başka bir kapı açtı
Bu şarkının ardında sen, bu kapının ardındaysa
Benden önce söylenmiş sözler vardı
Çok zor günler geçirdim vaktiyle
Alemde, savaşlar çırpınışlar
Nihayetinde aşık...............
Dışardaki bağrışmalar radyonun sesini bastırınca kavgaları geldi aklına. Mutlu anları olmuştu şimdi anımsamadığı aslında çok da önemsemiyordu. Onun için an; Sevgilinin elini tutarken geçen bir dakikanın çok kısa ama kızgın bir sobanın üzerinde otururken geçen bir dakıkanın bitmeyecek kadar uzun olduğu gibi farklı ve izafi bir şeydi. Son bir-iki yıldır film kopmuştu. Sanki zaman durmuş, sanki hiç bir şey olmamış, sanki her şey olmuş. Öylesine bir iç sıkıntısı ki depresyon ilaçları kullanacak kadar kötüydü. Hasret’in kavgalara sebep saydığı tek şey Firuze’ye göre hüsnükuruntu ve paranoyadan başka bir şey olmadığını düşünürken tuhaf bir şekilde filimin fragmanı sürekli aynı dönüyördu. Sebepli-sebepsiz bu çirkin muamma konuşulurken kelimeler mitralyoz mermisi gibi Hasret’in beynine çakılıyordu. Firuze hala mutfaktaydı. Aslında ömrün çoğu bitmiş ve umrunda bile değildi. Radyoda Ferhat Göçer "Takvim" diyordu...
"Pişmanım çok pişmanım esasen
Ama çok korkuyorum ya reddedersen
Gururdan mı nedendir artık
E sen gel kendini alt edersen
....
Evimi ocağımı yuvamı sıcağımı
Yarimin kucağını bıraktım
Her günahın tadına, Dünyanın batağına
Batacağım kadar battım..."
Tükenmişti ama daha batmamıştı, dönülmez bir geminin son mürettebatıydı. Kaptanı yoktu... Kapının zılı müziğin ritmini ve düşüncelerini dağıtmıştı, henüz erkendi çocuklar olamazdı.. Hasret mi acaba...
Firuze kapıyı açınca iki Polis memuruyla karşılaştı, bayan olan;
"Hasret beyin evimi?" dedi hüzünlü ve soğuk bir sesle. Firuze;
"Evet" diyebildi ancak şaşkın bir sesle
"Siz eşisiniz değilmi dedi" Polis
"Evet" derken gözleri doldu Firuze’nin
"Eşiniz bir kaza geçirdi, hastahaneye kadar gelmeniz gerekiyor" derken Polis
"Ama.. nasıl.. nasıl...?" susmak, ağlamak, gitmek, ölmek dahil hepsi birbirine karıştı Firuze’nin aklında...
...Karanlık... Karanlık... Karanlık...
Hasret’ini düşünüyordu Firuze... Hasret’in aklında; Belki nedenler vardı, belki kandırılmanın kahrı, belki çok sevmenin bedeli, belki gitmek, belki de Azrail siyah peleriniyle gözlerini örtmüştü ecelden ve yoldan gelen koca otobüsü görememişti, bir anda asvalta çakılmış öndeki sol tekerlekler suratının üstünden geçmişti. Aslında hasret doluydu Hasret’e çarpan otobüs...
...Birden loş ışıklı bir odada, bir sedyenin üstünde beyaz çarşaf örtülü bir insan silueti gördü Firuze. Bayan Polis koluna girmişti. Odadaki görevli;
"Şahsın yüzü yok ama belinde bir doğum lekesi var" deyip çarşafı kaldırdı..
Firuze; Hasret’in belindeki arkaya doğru uzanan doğum lekesini görünce bi an sarıldığını hatırladı ve olduğu yere yığılıverdi.
...Karanlık zifir karanlık...
Kara haber çabuk duyulmuştu. Herkes toplanmıştı. Hasret’in abisi;
"Seni hapishane ve hastahanede görmek istemem asla morgdan alamam" demişti. Şimdi mavi gözleri kan çanağına dönmüştü ağlamaktan. Hastanedeki ve cenaze ile ilgili bütün resmi işlemleri o yapmıştı...
Zaman karanlık bir tüneldi... Okullar tatil olmuş, bahar gelmişti. Firuze için zaman mevsimsiz hüzünlü bir hazandı. Babasını bir otobüs yolculuğunda kollarında, eşini bir otobüs kazasında kaybetmişti. Bindikleri otobüs Hasret’siz hasret götürürken radyosundan;
"Yollar seni gide gide usandım
Ayağıma diken battı gül sandım
Bende seni bir vefalı yar sandım"
.......... türküsünü duyunca Firuze nin ilk aklına gelen şey; Bu türküyü dinlerken Hasret’in ağlayışıydı... ve sebebini biliyordu.
...Karanlık çaresiz karanlıktı...
Tilkinin sonunda gideceği kürkçü dükkanı gibi, işte hep geldikleri köyündeydi. Çocuklar babaannesini istiyordu belki kan çekiyordu. Firuze hep annesinde kalıyordu. Her zaman olduğu gibi müzikle hüzün toplayıp yanlızlık dağıtıyordu. Uyduda müzik kanalı çoktu uysa da uymasa da...
"uyy aman aman aman aman / burası adıyaman
alem düşman kesilir / seni sevdiğim zaman
düzdedir yar düzdedir / yar zülüfün düzdedir
nice güzeller sevdim / hala gönlüm sendedir"
Kalbine hiç kefil olmamıştı ve ne istediğini biliyordu -yüreğinin-. Alemi önemsemiyordu ama yalnız kalan bir kadına bakışlardan irkiliyordu. Kadınlar acıyarak bakarken, erkekler aç kurtlar gibiydi. Akrabalar bile farksız değildi. Çünkü o duldu. Dul bir kadının sıkıntısını ablasından ve başka kadınlardan dinlemişti. Ancak yaşamak zorundaydı. Aslolan kendi iç dünyasıydı. "silinse de izi kalan, avuçlarda tadı kalan" şeyler vardı...
Zaman karışmıştı bir "görüş günü" sahil yolunda adımları eskisi kadar güvenilir değildı ve hiç bir şey eskisi gibi değildi yüreğini yosun bağlamış bir midyenin içindeki inci gibi hissediyordu. Eski tanıdıkların hepsi iyi davranıyor ama sanki iyi düşünmüyorlardı. Birden bir tanıdık;
"Merhaba" dedi ve devam etti
"Başın sağ osun, iyi misin"
Firuze başını kaldırmadan teşekkür etti...
"Vaktin varsa çay içelim" dedi tanıdık
"Hayır" dedi Firuze biliyorduki hiç bir şey eskisi gibi değildi. Tanıdık başını eğip;
"Demiştim sana Hasret seni seviyor diye çünkü beni ne zaman görse domuz görmüş gibi bakıyordu" dedi.
Firuze arkasına bakmadan yürümeye devam etti, oda Hasret’i seviyordu...
...Ama karanlık sonsuz karanlık...
Ömrünün en uzun ve zor geçen yaz tatiliydi. Okulların açılmasına bir hafta kala yaşadıkları şehre döndü. Çocukların okulundan başka, ev işlerine dışardaki rutin işlerde eklenince hayatın bütün zorluğunu, acılarını ve yalnızlığını omuzlarında hissediyor her gün daha da zorlaşıyordu. Bazen alışverişe bazen de basit işler için dışarı çıkardı. Bir-iki gündür evin önündeki parktan geçerken birinin göz hapsindedir. Zaten bütün bakışlardan rahatsız olurdu. O gün fırından ekmek alıp apartımana girerken peşinde bir gölge hissetti, bakamıyordu ama hızlı-hızlı çıktığı merdivenlerin her dönemecinde kirli sakallı esmer bir adamın onu izlediğini fark ediyordu. Firuze beşinci kattaki evinin kapısını aceleyle açıp içeri girdiğinde kapı eşiğinde siyah bir bot gördü, kapıyı kapatmaya çalıştıkça adam zorluyordu. Bağırıyordu ama sesi çıkmıyordu. Kimse duymuyordu. Çocuklar okuldaydı ve Firuze tek başınaydı. Adam kapıya yüklendikçe Firuze’nin gücü tükeniyordu... Ve adam içerdedir. Firuze kaçmak isterken salondaki annesinin hediye ettiği el dokuması ısparta halısının üstüne düşer... Adam kocaman elleriyle kadının boğazına sarılır... Sıkar... Sıkar... Sanki Firuze bütün bu olanlarda seyircidir... Nefesi tükenir... Gözleri kapanır...
...Karanlık çok karanlık zifir karanlık...
Gerçekte karanlıktır... Firuze önce şakaklarındaki soğuk teri hisseder, sonra pencereden süzülen serin rüzgarı, gözlerini açtığında duvardaki gelinlik’li fotoğrafını ve yanıdaki Hasret’in resmini görür. İçi hafifler huzurla dolar, İçinden bir ohh çeker. Rüyaydı gördükleri, üç-beş saniyelik bir rüyaydı bütün bunlar. Yatağının sıcaklığını hisseder. Evin yakınındaki cam_i de sela okunuyordu, saat sabah sekiz cıvarı olmalıydı. Günlerden pazardı ve Hasret bügün izinliydi, sol yanına baktı Hasret yoktu yatakta. Pazarları hiç erken kalkmazdı Hasret... Birden içi ürperdi, rüyasında belli belirsiz birşeyler sayıkladığını hatırladı. Yataktan fırlar gibi kalktı, mutfağın kapısından serin bir rüzgar geliyordu. Mutfak penceresi açıktı. Rüyasında boğulmaktan beter boğazı düğüm düğüm oldu, içi daraldı, midesi kasıldı, ayakları zincirlenmiş gibi sürüyerek yürüdü. Pencereden aşağıya baktığında önce halka halinde kalabalığı gördü, bazıları yukarıya bakıyordu, ortada upuzun yatan bir adam... Pijamalarından tanıdı... Hasretti o......
Artık her yer aydınlıktı. Firuze’nin çığlığından çatılardan güvercinler uçuştu.
Hasret gitmişti. Artık hasret bitmişti.