Bir Kadının Geciken İtirafları -I-
Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen günlüğümdeki yazıları okuyunca yaşadıklarımız daha dün gibi gözümün önünde canlanıveriyor. Gençlik yıllarım ve üniversite. Unutulmaz tecrübelere ilk gebe olunan yıllar. O zamanlar hepimizin dilinde aynı şarkı, üzerimizde aynı elbiseler ve aynı saç şekillerimiz, gençlik işte, biraz çılgın biraz deli dolu olduğumuz yıllar.
Her sayfayı çevirdiğimde farklı bir anı ve farklı bir tat, acı da olsa tatlı da olsa tecrübeydi benim için.
Üniversite Yıllarım;
8 Mart, “Dünya kadınlar günü”
-Kızlar bugün bizim günümüz ne yapıyoruz?
-Nerelere takılıyoruz bakalım?
-Zuhal, erkek arkadaşına bugün ambargo uygulayacaksın güzelim. Hadi yahu sizlere söylüyorum ne yapalım?
-Zeynep ne diyorsun?
-Diyorum ki; ilk önce şöyle bir İstiklal yaparız, sonra Kabataş’a inip kahvelerimizi içeriz sonra da Sultan Ahmet Köftecisinden köftelerimizi yeriz –benim ki kaşarlı tabi ki- doğru yurdun yolunu tutarız, nasıl?
-Süpersin Zeynep. Haydi kızlar ilk hedefimiz İstiklal, ileri…
Altını üstünü getirmiştik o gün İstiklâl Caddesinin. Neredeyse girmediğimiz sokağı kalmamıştı. En çok hoşuma giden yer “Çiçek Pasajı” olmuştu. Ara sıra takılırdım aslında böyle mekânlara; lakin yaşadığım dünyadan ne kadar farklıydı burası! O gün gezip görmenin kulaktan duymak ya da okumaktan çok daha önemli olduğunu sindirmiştim adeta.
27 Mart, “İlk AŞK tomurcukları”
-Zeynep bugün bir yazarla tanıştım.
-Hadi canım, nereden biliyorsun yazar olduğunu, kandırmasın Seni akıllım.
-Yok canım, koca adam yalan mı söyleyecek? Hem niye söylesin ki?
-Sen birazcık safsındır, güzel kızsın, kandırıverir bu tipler güzel hatunları böyle, ağlarına düşürürler gözlerini dört aç.
-Sen beni Zuhal ile karıştırıyorsun galiba, ben şıpsevdi miyim? Hem boş ver bunları, adam o kadar kültürlü, o kadar centilmen ve bir o kadar da kibar. Galiba Aşık oluyorum.
-Hooop! Kendine gel bakalım. Ne öyle ilk görüşte Aşık mı oldun? Kimin neyi, kimin nesidir bir tanıyalım.
- Hiç umurumda bile değil. AŞK tomurcuklarımı yüreğime çoktaaaan ektim bile.
AŞK kelimesinin bir duygu yumağı olduğunu, işte o anda fark etmiştim. Hiç tanımadığım bir insanla birazcık konuştuktan sonra, Ona karşı duygusal yönelişime şahit oluyordu ruhum. Aslında AŞK’a açtım ve fellik fellik AŞK’ı arıyordum. Sonunu düşünmeden koyuldum bir serüvene.
17 Nisan, “Vize Haftası, yurdun Arzuuuuuu diye yıkılması”
-Arzuuuu! Pazarlama yönetimi notlarım sen de mi?
-Yahu ne bağırıyorsun, yurdu yıktın. Müdire hanım bana “Arzu git şu deliyi sustur diye çıkıştı” kızım deli olduğunu o bile anladı haa.
-Sen boş ver Onu, haydi getir notlarımı.
-Notların ben de değil Sen okulda unutmayasın.
-Evet ya, okulda unuttum ben onları, ne olacak şimdi.
-Koca bir sıfır alırsın artık. Üzülme kızım bunun finali var bütü var, geçersin.
-Sen gül bakalım, üüüff yine kaldım yahu, babama ne diyeceğim ben yaa!
Yine kaldım. “Hoca bana taktı, hep bırakıyor” diye beyaz bir yalan söyleyivermiştim babama. Adamcağız da hemen inanıvermişti bana. Üzülüyordum ama içimden bir ses: ”boş veeeer, küçük yalanlar iyidir. Hem Sen babanı üzmedin” diye kulağıma fısıldıyordu. Boş vermiştim çoktan. Hayatımı yaşamalıydım İstanbul gibi bir şehirde. Öğrencilik yıllarım ne kadar uzun olursa o kadar çok kalırdım bu şehirde. Anı yaşamayı ne de çok seviyordum, yalanlarla olsa bile.
27 Nisan, “Miting ile Kavuşma”
-Kızlar darbelere hayır mitingi varmış İstiklâl’de, gidelim mi stres atarız?
- Aslında iyi fikir ben bizim tayfaya da haber vereyim takılırız, heyecan olur.
-Zuhal, sen gelmiyor musun?
-Takılın ya Siz, ben eniştenizle takılacağım bugün, akşam belki gelmem.
-Ooooovvvv! Zuhal Hanım, ne yapacaksınız akşam bakalım.
-Karıştırma sen orasını. Hem sen kendine bak ne oldu senin yazar bozuntusu?
-Buluşacağız bugün. Aslında O da mitinge geliyormuş arkadaşıyla, ben de geliyorum dedim hemen. Bugün buluşuruz anlayacağın.
-Akşam gelir misin peki?
-Dur kızım, kendinle karıştırma beni, tabi ki geleceğim.
-Kolay gelsin ne diyeyim.
-Sağol canım, hadi byeeee.
O gün çok farklı olmuştu, yalnız Arzu gelmişti benimle. Benim yazarla buluştuktan sonra -yalnız gelmişti- biraz mitinge takılıp sonra rahat konuşacağımız bir yere gitmiştik. Arzu anlayışlı kızdı hemen ayrıldı yanımızdan. Gerçi diğer kızların gelmesini bile bile istemiştim, havamı basarım diye. Çocuğun çok fena bakışları vardı, içimi eriten türden. Hani öpmemek için kendimi zor tutuyordum aslında. Zuhal’in neler yaptığını düşünmeye başladım bir anda. Şeytanlar benim için sirenlerini çoktan çalmaya başlamıştı. Benim yazar sanki bakışlarımdan neler düşündüğümü anlamış gibi sırıtıyordu. Telefonu elime aldım, yurdu arayıp akşam gelmeyeceğimi tam söyleyecekken annem aradı. Hoş beş sohbet ettikten sonra kızım kendine mukayyet ol cümlesi sirenleri bir anda susturmuştu. Kendime geldim ve beni otobüs durağına bırakmasını istedim çocuktan. Bugün şehvetin her şeyi kör edebileceğini ve merhametin körlüğe panzehir olduğunu öğrendim.
1 Mayıs, “İşte bayram, haydi yumruklar havaya”
-Yaşasın ezilen halkların kardeşliği, kahrolsun emperyalizm, sosyal adalet, haydi yoldaşlar…
-Ne saçmalıyorsun Arzu yaaa! Sus bi, bir şey izliyoruz burada.
-Nasıl insanlarsınız yahu! Bugün bayram, kalkın hadi! Haklarımızı arayalım.
-Kızım sen işçi misin de? İşçi olursan ararsın hakkını.
-Hay ağzınla bir yaşa Zeynep ne güzelde söyledin. Zeynep haklı, ne diye bağırıyorsun? Sen öğrencisin, hem böyle hak aranmaz ki!
-Yok canııım! Nasıl aranırmış peki hak? Hem öğrenciyken de destek vereceğim kardeşlerime.
-Hakkını aramak, bağırıp çağırıp yaygarayı basmak, olay çıkarmak değildir. Sanki ülke de kaos var, insanları boğazlıyorlar, sen de kalkmış onları kurtarıyorsun. Bağıranların çoğu provakatör yahu, göremiyor musun bunları? Bak bakalım bağıranlara kaç tane işçi var aralarında? Haydi canım başka kapıya.
O gün Arzu’nun babasın bir işçi sendikasının başkanı olduğunu öğrenmiştim. Ayda dokuz bin lira maaş aldığını duyunca çok şaşırmıştım. Nasıl bir işçi sendikasıydı bu? Sömürüldüğünü iddia eden bir sınıfın sendika lideri konumundaki adam, asgari ücretin yaklaşık on beş katını maaş olarak alıyordu. Ülkemde yapılan sözüm ona bu kutlamaların birilerinin tekelinde olduğunu daha iyi anlamıştım.
23 Mayıs, “Mutlu yıllar Saaanaaaa”
-İyi ki doğdun Zeynep, iyi ki doğdun Zeynep, iyi ki doğdun iyi ki doğdun, iyi ki doğdun Zeyneeeep (Alkışlar patlar, mumlar üflenir ve pasta kesilir)
- Zeynep bu da benim hediyem.
-Çok teşekkür ederim Canım, ne gerek vardı.
-Haydi açsana.
-Aaaaaaa! O ne yahu? Kızım sen ne aldın öyle! Bu bildiğimiz akik yahu.
-Çok teşekkür ederim canım, çok düşüncelisin. En sevdiğim taştır Akik.
-Rica ederim Zeynepçiğim ne demek. Yakışır Sana.
Zeynep’in ikizler burcu olduğunu biliyordum aslında. Taşlara karşı da merakını bilmeyen yoktur. Biraz da bencil bir tutumu olduğunu bildiğimden akik taşının gururunu okşayacağını biliyordum. Gerçi bir süre sonra çokta umursamayacaktı bu hediyeyi, olsun yine de almak istedim. Bencildi ama zeki kızdı Zeynep, belki de böyle telafi ediyordu bencilliğini. En çok Zeynep’i severdim kızların arasında, en mantıklı Onu bulurdum. İnsanların huyundan gidersen şayet, Senden daha iyi hiç bir kimsenin olmayacağını farkettim bu doğum günü partisinde.
14 Haziran, “Finaller ortası AŞK kaçamağı”…
Fatih Mehmet Mirza
Not: İtiraflar bugünün yaşantısıyla harmanlanarak okuyucuya sunulmuştur.