- 985 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşler Ekeriz Aşkın Ovalarına
Düş... Sürekli yer değiştiren akrep ve yelkovanın dansı...
Hüzün... Savruk bir hayatın içindeki o kangrenli ağrı…
Aşk…Hicranlı yaşanmışlıkların dudağındaki yasak şarkı..
Çığlık... Kumdan sarayını yıkan bir anın düş sarsıntısı...
Yangın düşüne sarılıp yattığımız gün dönümlerinde bir yalnızlık dumanı dalar penceremizden içeri, yanaklarımızdaki kurumuş yaşları silmek için. İç çekişlerimizin perdelerine hicranın kokusu sinmiştir ve avuçlarımızdan siliniverir yaşamın kirli dövmeleri. Unutulmuş karelerde biz hicran tozları saklarız, inadına bir içlenişin sobelenmeleriyle o resimlerden sıcacık bir gülümseme, belki de bir sarılış bekleriz.
Bir muamma sarayıdır aslında içimizin çıkmazlarındaki o karanlık oda. Karanlık kendine ışık aramaz ve hiçbir düşün mahpusluğu bilesin ki, sonsuza dek sürmez. Her duman kendi ocağını terk eder bir gün, her ateş kırmızı bir sevda artığıdır. Yanık tenli bir gecenin içinde şiirle oynaşırken ses, ihaneti anlatır biçimlerle örselenen söz. Anlar biriktiririz gönül kovuklarımızda ve işte o anlar kıymıklarla işler içimize, bir bütünleşmeyle anlatıya dönüşürken nefes.
Mutluluk ekili bir yaşam ovasının her karışında yine onu arar insanlar, övünçlerle/iniltilerle ve sızılarla geçecek bir ömrün sularından toprağa karışmak için. Her tohum kendi varsıllığının köklerine uzanacak, kendi aydınlığının şafaklarında doğacak güneş gibi umutla esner, esnedikçe günü göğsüne ister. Hüznün yıllanmış maşrapasından sevinç içer insanlar izbe barakalarda ve aşkın oyalı mendilleriyle içlendikçe gözyaşlarını silerler.
Şehirler uzanırken gözlerimizin siperinde, adımlarımızdaki o telaşlı mevsim kendini silkeleyerek döker hicranını. Sancılı günler üşüşür yürek kapılarımıza, en onulmaz anlarda aşka aralar yar, beklemekten yorgun gözkapaklarını. O içimizdeki yalnızlık gecenin balkonuna yaslanır ve bir düşünüş damlasıyla biz içimizdeki fiyakalı yalnızlıkların dumanlarını savururuz yıldızlara, alnımızdaki zaman aşırı sevdaların yansımasını düşleyerek. Gece üşür, gül dalında büzüşür ve aşk sızılı bir masalın sözleri gibi günlüğünü yüreğindeki sevdayla bölüşür.
Aynalar, kırık bir sıyrılışın sırça bakışlarıdır, kendini göstermekten utanan erdemiyle. Onlar ki, yalan tıpırtıların ve sahte kimliklilerin dudağındaki kir’dir, döküldükçe yağmur dilerler içlerindeki sevgisizlikleriyle. Aynalar, her bakışın zemherisine asil bir yansımadır, göz aldanışlarını inkâr etmedikçe. Bir kulaç daha atarak aşka, kavuşmanın mevsimlerine taşımak isteriz o içimizdeki yorgun yüreği. Zoraki mevsimlerin kapıları kapanırken, açılır onulmaz düşlerin kavuşma kapakları.
Yapışkan bir uğultuyla saf tutarız yangına/helalsiz ayrılıkların zemherilerinde ellerimizi üşütmek için. Yansın istedikçe avuçlarımızı yürek üşür, üşüdükçe bir ömrün kayıp kentlerini ararız/ölümlerle çevrili bir mezarlığın tam ortasında. Umarsız düşünüşlerimizin nemli rahlesine güneş damladıkça sığ bir düşünüşle aralarız göçebe ruhumuzun perdelerini. Rüzgâr ne yandan eserse gözlerimiz o tarafa bakar ve bunun için gözyaşlarımız her mevsim için için aşka sızar, aşk kendi içinden geçerek bir sevdanın bardağına damlar.
Tüm sessizliklerin yıllanmış bağlarında bir sabrın posası vardır oysa. Çamurla, toprakla ve suyla yağmalanmak için bizi beklemiştir asırlarca. Bütün tebessümlerin arkasında hüzün vardır, aşkla, sevdayla ve bekleyişle mayalanmak için sevgiliyi düşler. Yılgın bir zaman gülüşü birikir aynada, kahkaha nefessiz günlere devrilirken. Buğulanmış camlar anılarda gülden bir bahçe olur, sızılar yağarken gökten.
Çığlıklar sürdüğümüz an’ların yelesinden tutunarak serpilirdik güne, avuçlarımızdaki gece yanıklarını yüreğimizden gizleyerek. Her düşün ve her gülüşün resmi maviydi, biz yediveren mevsimlerde yürürdük, inançlarımızı birbirine ekleyerek. Derinlerden düze çıkınca üzünçler kendine destek arardı, yıkılmaz bir düşünüşün zirvesinden ufukları gözlerken. Mutluluk süreriz utangaç yanaklarımıza, bir yanımız yaz, diğer yanımız üşür iken.
Yorgun bir gün ertesinde birikince sorgular tümcesiz ayrılıkların kentinde güneş yüzümüze kırgın gülümser. Her düşün sancısı yamandır, fısıltılı bir dökülüşle ruhumuzun kayalarından düze iner. Sızımızın zincirli denizlerinde bir gidiş türküsüdür hazin yalnızlığımıza söylenen. Bulutlar küskün yangınlar gibi ağar gövdemize, sular dökülse de sönmez bir ateş yandıkça derinden. Gecenin müziklerine uzanırken dudaklarımız söz olmak için, kelimeler bir duanın aksak sayfalarından dökülür, içimizdeki aşk işte o an defalara bölünür.
Günü geçmiş ayrılıkların kentinde kapanınca perde, üzerinde ismimiz yazan biletler gözyaşlarımızla boğulur. Sancımızın derin boşluğuna gülüşlerimiz uğramaz ve hiçbir dal gözyaşıyla beslenmedikçe göklere ağmaz. Yollar birikince avuçlarımızda göklere çeviririz sevdalı bakışlarımızı, gönlümüzden geçen dilekler birikmedikçe içimizde, yüreğimize dokunacak o aşk bize gelmez. Devrilince gün kendi eksenindeki yalnızlığına, gölge vurulur suyun aksindeki yokluğun vefasızlığına. Kanar rüzgâr, kangren bir yaradan damlar hazan ve sokulur kendine çığlık çığlığa akan zaman.
Hikâyesi: Yaşamın yarısı düşlerle, yarısı da hüzünlerle çevrili aşk atlasına düşülmüş her not yaşanmış, o notlardan biriktirilmiş her aşk hicranlı denizlerde kendi mutluluk adasını aramış bir mevsim artığıdır. Hayat boyu adımladığımız yollarda umudu resmederiz yüreğimize, kül olmuş bir ömrün kapılarını çalıp sonsuzluğu kucaklayana kadar…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.