- 1419 Okunma
- 15 Yorum
- 0 Beğeni
Korku Tünelindeyiz, Çıkışı Bilen Var mı?
Yazı yazmak istiyorum ama nasıl ve ne şekilde başlayacağımı bilmiyorum. Şu an içimde taşıdığım iki zıt duygunun, tarifini mi yapsam diyorum kendi kendime. Bu iki zıt duygunun biri mutluluk, diğeri ise hüzün. Birbirine iki zıt duygu nasıl bir arada yaşayabilir? diye soruyorsunuzdur eminim.
Nedir benim için mutluluk? Ben bu duyguyu yaşamadım mı? Ya da yaşadım da, ne olduğunu bilmediğim için anlayamadım mı? Peki, şimdi biliyor muyum? Önce bu sorularla başlamak gerek galiba.
Evet, mutluluk nedir ne değildir biliyorum. Benim için ( yüzlerce anne aynı kelimeyi kullanacaktır eminim) şu anda mutluluk, çocuklarımın sağlıklı, sevgi ve huzur dolu bir geleceğe, başarı ile yelken açması demektir. Yalnız sevgi ve mutluluğa ulaşamayacakları endişesi ise tam anlamı ile iç dünyamda büyük bir hüzne ve huzursuzluğa neden olmaktadır.
Ben anneyim ve anne olarak çocuklarımın geleceği için var gücümle mücadele ediyorum. Bu mücadelem bireysellikten öteye gitmiyor. Yaşadığımız dönem ve toplumsal çöküş, her geçen gün umutlarımızı biraz daha yok ediyor ve biz ebeveynlerin gözleri yaşlı, yüreği buruk, çaresiz, ellerimiz koynumuzda, yalnız kendi çocuklarımızı kurtarabilme telaşına düşüyoruz.
Sabahın ilk saatlerinde yatağımızdan kalkıp, çocuklarımızı eğitim, öğretim alması için büyük bir telaş ile okuluna gönderirken, içimizde yaşadığımız endişe, mutluluğumuza mani oluyor ve onlar okuldan çıkıp evlerine gelene kadar, her birimiz, o endişe ile gün içinde yaşamaya çalışıyoruz.
İlk endişemiz okulda yeteri kadar eğitim alabiliyor mu? Biliyoruz ki, kalabalık sınıflarda, öğretmen tek başına, teknoloji çağında yetişen çocuklarla, yeteri kadar ilgilenecek zamanı bulamıyor. Ya da yap-boz tahtası haline gelen eğitim sisteminin, çocuklarımıza ne verip, neler götürebileceği kuşkusu içinde “Bu gün yine bir şeyler değişti mi acaba?” diye soruveriyoruz kendimize. Bir başka endişemiz, eğitim alıp alamadıklarının önüne geçiyor ve “ eğitim almasa da olur, yeter ki sağ salim evine gelebilsin” diye düşünmeye başlıyoruz. Yılda üç bin gibi çok büyük oranda çocukların kayıp olması ve bir daha onlara ulaşılmaması, tecavüz ve tacizlerin bebeklik yaşına inmiş olması bir başka korkumuzu gün yüzüne çıkartıveriyor. Hemen ardından “ ya şu uyuşturucu tacirleri okulların kapılarında zulaya yatmışlarsa ve çocuklarımıza bilmedikleri esrar, eroin, hap gibi uyuşturucu tuzağına düşürürlerse ne yaparız” soruları korkularımızın bin kat artmasını sağlarken, bir başka korku çıkıveriyor ortaya “ Ya magandanın birisi, elinde bıçağı ile beliriverirse çocuğumuzun önünde, nasıl kendini koruyabilir?” diyen sorular üşüşüyor beynimize ve bir de bakıyoruz ki, kendi gölgemizden bile korkar olmuş, ne biz mutlu olabilmeyi, ne çocuklarımızı mutlu edebilmeyi öğrenmişiz.
O zaman ben/biz, çocuklarım/ çocuklarımız mutlu olabilecek mi böylesine korkuları içlerinde/ içimizde yaşatırken? Sonra düşünüyorum. Biz diyorum, biz onların elinden bir avuç mutluluklarını bile çaldık. Atalarımızdan miras aldığımız bu dünyayı, çocuklarımıza miras olarak bırakmamak için var gücümüzle çabaladık ve bu gün bu çabamızın mükâfatını en kötü şekilde aldık ve alıyoruz almaya da devam edeceğiz. Hepimiz suçu kendi üstümüzden atmak istiyoruz ama yapamıyoruz. Çünkü suçlu olan, dünyayı yaşanmayacak hale getiren ve dur demeyen bizleriz. Bu gün kendi yarattığımız canavarlardan kendimiz korkar olduk. Ne kapımızı açıp, komşumuza gidebiliyoruz, ne çocuğumuzu kapının önünde oynatabiliyoruz, ne bir bardak su isteyene su verebiliyoruz, ne de biz onların elinden bir bardak su içebiliyoruz.
Kurulan hükümetlerden medet umuyor ama umutlarımızı, oy vererek, Meclise gönderdiğimiz vekillerin, kendi kasalarını doldurma telaşına, ya da kişiye göre yasa çıkartma isteği içine girdiklerini gördükçe hepten kararıyor. Başımıza bir şey geldiğinde, sığınacağımız yer polis diyoruz, ama polise gittiğimizde, bir daha oradan sağlam çıkıp çıkamayacağımızı bilmediğimiz için, polise başvurmayı unutuyoruz. Haksızlıklar karşısında, hukuk ve adalet bizi korur ve haklarımızı savunur diyoruz ama bir somun ekmek, ya da birkaç baklava dilimi çalan çocuklara, on sekiz yıl hapis veren, fakat bankaları hortumlayan, devleti soyanların, hiç ceza almadığını ve adaletin çarkına, siyasetin el attığını gördüğümüzde, ona olan güvenimizi bitiriyor, kendi adaletimizi kendimiz uyguluyor, elimize silahı alıp önüne gelene kurşun sıkıp, boğazını kesip, çöplüklere atıveriyoruz.
Peki ne olacak bizim halimiz ve nasıl düzeleceğiz? Nasıl çıkacağız bu korku tünelinden ve nasıl, tekrar güneşi camımızdan, evimizin içine davet edip, aydınlığa ulaşacağız? Bu soruların cevabını ve korku tünelinden çıkmanın yollarını bilenler lütfen söylesin? Daha fazla kara tablo çizmemek için yazımı yarım kestim. Çünkü hepimiz bu dünyada, bu ülkede yaşıyor, olanları görüyor ve beynimizde muhakeme yapabiliyoruz.
Cevapların geleceği umudu ile aydınlık, adaletli ve güvenilir bir dünya ve gelecek diliyorum. Sevgi ve saygılar hepinize.
Türkan DİNÇER
Resim Türkan DİNÇER
Yer: Umut Platformu Sinop’ta
YORUMLAR
Nasıl yapacağız nasıl edeceğiz nasıl çıkacağız bu korku tünelinden
40 yıldan berisini hatırlıyorum içimizdeki çekince ve korkulara bakıyorum
öz eleştiri yapıyorum iyiye giden hiç bir şeyimiz yok hep kötüye gidiliyor
eskiden yiyeek ekmeği olmayan insa bile mutluydu şimdi parası olan bile mutlu değil
Geleçek korkusu yaşamayan varmı içimizde çocuklarımızın torunlarımızın geleceği bence karanlık..
Nasıl çıkarız bu korku tünelinden diye sorsanız inanın bilmiyorum bilen varsa anlatsın bizde bilelim..
.....................güzel bir konu Türkan hanım bu arada fotoğraflarlada Sinop'u tanıyoruz....
kücük bir sahil kasabasında yaşamaktayım.. oğlum 50 kişilik bir sınıfta okuyor... düşünün artık öğretmetmenin cabasını ve ne kadar verimli olacağını.. iş bizlere düştü işten yorgun argın gelip ilk iş alecele yemek arkasından ders çalışmak oluyor çünkü başka yolu yok.. ödev kontrolü yapsa öğretmen anca ikinci gün sıra oğluma gelecek eğitimin hali bu...içler acısı.. diğer güvenlik konusu ve endişeler ise başlı başına sorun.. dün yataktan kalkamıyorum oğlumu alacak kimse yok arkadaşını tembihledim onunla da o kalabalıkta oğlum buluşamayınca soluğu öğretmeninin yanında almış..durumunu anlatmış öğretmeni eve bıraktı oğlumu inanın ne kadar mutlu oldum anlatamam...gelme saati geçikince bir anne olarak içimdekilerini yazmak bile bana ürkütücü geliyor... sayın öğretmenimizin cocuklarımıza eğer aileniz sizi almaya gelmezse mutlaka beni bulun demesiyle benim oğlum öğretmenine gidiyor... bu demekki hep birlikte olmalıyız...ben oğlumun öğretmenini çok takdir ettim.. sayın Türkan Hanım yazılarını takip ediyor ve kör kalan yanlarımızı bize gösterdiğiniz için sonsuz şükranlarımı sunuyorum...saygılar...
onurumsun
Umarım çok daha geç kalmadan uyanabilrizi. Teşekkür ediyorum sesime ses verdiğiniz için. Sevgiler yüreğinize. Çocuklarımıza aydınlık bir gelecek dileği ile
Yazınızı okuduğumda o kadar çok düşünce yumağı beynimi işgal etti ki nerden başlayacağımı açıkçası bende bilmiyorum.
İlk olarak kaygılarınızın hiçte yersiz olmadığını belirtmek isterim. Sinop' ta yaklaşık 1 yıl önce yaşanmış ve medyaya tekrar akseden orman cinayeti olarakta anılan haberi izlediğimde artık sadece metropellerde ki ebeveynlerin kaygı duymaması gerektiğini düşündüm. Ve daha nice şehirlerimizdeki kayıp, cinayet haberlerini izledikçe bu durum daha bir pekişti. Bunun için her anne babanın gardını alması ve çocuklarının yaptığı her davranıştan haberdar olması gerektiğini düşünüyorum ortamda bu kadar suç unsuru taşıyan neden varken.
Annelerimizin tipik özelliği sanırım ne kadar büyürsek büyüyelim asla bu endişeleri bitmiyor belki de hiç bitmemeli. Kendimden örnek vereceğim müsadenizle;
İstanbul' da ulaşım sorunu dayanılmaz bir çiledir. İşim avrupa yakasında ailem ise anadolu yakasında oturduğu için çok yorucu oluyordu hergün o işkenceye maruz kalmak, ve o nedenle bende avrupa yakasına taşınıp yalnız yaşamaya başladım, yaşım 27 ama hergün eve geldiğimde annem aramamı ister, ancak o şekilde huzurlu uyuduğunu söylüyor.
Eğitim sistemi tam bir arap saçı. Anlamakta ve takip etmekte zorlanıyorum ancak kuzenlerimin anlattığı kadarı ile biliyorum üstelik onlar bile vakıf değilken konuya. Hepsinde ayrı bir sınav kaygısı. Eğilimlerini, zevklerini keşfetmeye olanak sağlamayan bir eğitim sistemi ve bütün hayatlarına mal olacak meslek seçimine gösterilmeyen itina.
Sonuç, sevmediği bir işi yapmanın vermiş olduğu mutsuzluk...
En azından sizin çocuklarınız adına umutluyum hiç olmazsa bilinçli bir anneye sahipler.
Temennilerinizin gerçekleşmesi ümidiyle...
Saygılarımla.
onurumsun
Benim oğlum yirmi üç, kızım daha on bir yaşında. Oğlum benden beş yıldır benden ayrı. Manisa'da okuyor. Yaşadığım olayı paylaşmak istiyorum. Gidişinin ikinci yılı idi. Ona devamlı " telefonun açık olsun, aradığımda ulaşabileyim" derdim. Bir akşam TV'DE haberleri izlerken "Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Spor Akademisi Öğrencileri, maç dönüşü trafik kazası yaptı. Üç öğrenci hayatını kaybetti, çok sayıda öğrenci yaralı" diyordu.
Saat gecenin yirmi üçü. Benim oğlumun da o hafta Antalya da maçları vardı ve o akşam döneceklerdi. Biz haberi duyduğumuz anda telefon açtık oğluma, telefonu çalıyor ama açılmıyor defalarca çaldırıyoruz telefonu. Açan yok. O arada Manisa Emniyet müdürlüğünü aradım. Çocukların isimlerini bilmediklerini söylüyorlar. Ve saat gece yarısını geçti. Biz hâlâ oğluma ulaşamamıştık. Hazırlandık ve özel oto ile yola çıktık Manisa'ya gitmek için. Sinop'u çıkmak üzereyken telefonumuz çaldı. Baktım karşımda oğlum. Emniyet Müdürlüğüne adını soyadını adresini vermiştim. Emniyet müdürlüğünden onların evini bulmuşlar ve oğluma haber vermişler. Meğer çocuklar o akşam maça çıktıkları için telefonu evde bırakmış ve geldiğinde de telefona bakmamış. Olaydan da haberi yokmuş.
Evet, ne kadar büyürseniz büyüyün, evlatlarımız bizim gözümüzde hiç büyümüyorsunuz bunu sakın unutmayın.
Ben de oğlum ile her akşam konuşmadan uykuya dalamıyorum. O nedenle annenizi çok iyi anlıyorum.
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim sevgili şairim. Sevgiler yüreğinize
Kurulan hükümetlerden medet umuyor ama umutlarımızı, oy vererek, Meclise gönderdiğimiz vekillerin, kendi kasalarını doldurma telaşına, ya da kişiye göre yasa çıkartma isteği içine girdiklerini gördükçe hepten kararıyor. Başımıza bir şey geldiğinde, sığınacağımız yer polis diyoruz, ama polise gittiğimizde, bir daha oradan sağlam çıkıp çıkamayacağımızı bilmediğimiz için, polise başvurmayı unutuyoruz. Haksızlıklar karşısında, hukuk ve adalet bizi korur ve haklarımızı savunur diyoruz ama bir somun ekmek, ya da birkaç baklava dilimi çalan çocuklara, on sekiz yıl hapis veren, fakat bankaları hortumlayan, devleti soyanların, hiç ceza almadığını ve adaletin çarkına, siyasetin el attığını gördüğümüzde, ona olan güvenimizi bitiriyor, kendi adaletimizi kendimiz uyguluyor, elimize silahı alıp önüne gelene kurşun sıkıp, boğazını kesip, çöplüklere atıveriyoruz.
Toplumsal yaraya parmak basarak güncel konulara değinmişsiniz...
Kutlarım Türkan hanım...
Sevgiler...Selamlar...
Aynı korku ve endişeleri hepimiz yaşar olduk.Burda iki görüş var
1-Gölge etme, başka ihsan istemem(Romen Diyojen)
2-Ben yanmasam,sen yanmasan,nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa(Nazım Hikmet) Yıllardır yanıyoruz ufukta aydınlığa ,bir işaret yok.Bari gölge etmeseler diyorum......
Devlet kendi okulundan elini çekti,tebeşir,kömür,yakıt,hatta temizlik işini bile velilere havale etti...Çünkü özel okulların yolu açıldı..
Tabiki bu gidişte bizlerin sorumluluğu yok diyemeyiz.Duyarsızluığımız,olaylara bakış açımız,kaderci yaklaşımımız,hak aramayı bilmeyişimizin sonuçlarıdır bunlar...
'Bana dokunmayan yılan,bin yaşasın' mantığı bizleri bu çıkmazlara getirdi sanırım.....
İçeriğine katıldığım bir konu...Saygılar
Bulunduğumuz noktada, kendimizde suçun büyüğünü aramamız gerekiyor. Galiba, biraz boş verdik. Kaderci olduk. allah'a bıraktık memleketin ve de insanlığın geleceğini. oysa Allah bize akıl, irade, beyin vermişti. var olan gücümüzü, aklımızı, irademizi birleştirip, çoktan dur demeliydik, bu kötü gidişe. Sanırım gelecek kuşaklar bizi affetmeyecek.
Zamanın birinde en büyük devlet büyüğü "alışırlar,alışırlar" demişti...
Alıştık.
"Bir kerecik anayasa ihlal etmekle bir şey olmaz" demişti...
Çoğuna alıştık.
Az'dan çoğa,
Var'dan yok'a da alıştık.
Nereye kadar mı?..
Orası belli değil işte.
Tebrik ediyorum Türkan hanım. Saygıyla selamlar Mersin'den.
Aslında bu konuda uuznca bir yorum yapmaktı niyetim.Ancak kısa ca şunu söylemek istiyorum.Bizdeki bana ne ben kendi işime bakarıım ben yaşayayım da geri taraf ne olursa olsun.Yani hep ben ben ben ...İşte bizi yıkan bu sinsi düşünce her şeyimizi alt üst etti.Dayanışma sevgi,saygı,adalet,özgür düşünce yerine sığ fikirler etrafında günü kurtarma operasyonları devam etmektedir.ülkemizin hali toz duman koca koca devlet adamı dediğimiz insanlar devleti yönetmekten aciz bitap düşmüşler alay ediyorlar.Devlet ciddiyetinden uzak bu benlikçi ve bencil insanlar ülke yönetmeyi bence hak etmiyorlar.Ülke krallığa,tek parti diktatörlüğüne dönüştü.Atatürk'ün temelini attığı tüm düşünceler kökünden sökülmek isteniyor.Bu zihniyetteki Atatürk düşmanlığı korkarım ülkeyide parçalanma eşiğine getirdi.Böyle yöneticilik olmaz insanları tek düzen basma kalıp'a sokamazsınız.Umarım insanlar gözlerini açarlar.Aziz Nesinlikten bir an önce kurtulurlar.Türkan hanım güncel bir konuyu kaleme almışsınız gönlünüze sağlık saygılarımla.
Belkide layık olduğumuz gibi yönetiliyoruzdur. İnsanların yozlaşması açısından bakınca da bunlar az bile geliyor. Bu iş madalyonun yüzleri gibi.
bir yüzü toplum diğeri hak ettiğimiz yönetim.
Nereden hak ediyoruz canım diye düşünebiliriz. Çok yerden hak ediyoruz aslında ama bu ayrı ve uzun bir konu.
yazı konu olarak da yapı olarakda kusursuz.
10 NUMARA
kutlarım.
vahşi....kapilazmin.....acımasız koşulları bir hırka....bir dilim ekmek....ve şükretme politikası.....bana..değmeyen yılan...
bin yaşasın...felsefesi....günü kurtarma... düşüncesi,,,,,,,,,işte yaşadığımız ülkenin...değişmeyen portresi.....duyarlı
kaleminizi kutluyor.....saygılar...sunuyorum...