- 733 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MOR LEKE
Sıcak bir yaz günüydü.Güneş bütün kavuruculuğunu göstermekte mutlu görünüyor, esirgemiyordu kendini.Sokaklarda tek tük insanlar öğle saatlerinde tepelerinde dimdik asılı olan güneşten kaçacak delik, serinleyecek bir ağaç altı, küçük bir kuytu arama telaşındaydılar.Buz gibi su ne güzel serinletirdi oysa.Başından aşağı dökülen soğuk suyun ne keyifli olacağını kimse inkar edemezdi.
Henüz tuğlaları yeni örülmüş küçük bir evin yeni takıldığı belli, ahşap, boyasız pencereleri vardı.Evin sahibi adam, tek başına tırnaklarıyla didinmiş, uğraşmış bu hale getirebilmişti.Boy boy üç çocuğu ve eşinin emekleri de çoktu elbet.Getir- götür işleriydi bunlar.Güç gerekirdi keza.Bir aile kenetlenmiş yuvalarını inşa ediyorlar, bir kuşun gagasında taşıdığı sap, saman taneleri gibi sabırla diziliyordu tuğlalar.Yıllar geçecekti bu evde ne de olsa.Ne de olsa birlikten kuvvet doğardı.
Elleri...miniktiler
Anlamadılar neden,
Kum tanelerine gömüldüler.
Çizildiler,
Kanadılar...
Neden?
Neden erkenden büyüdüler?
Kapı önündeki kum yığını, evin terasına çıkacaktı.Aşağıdan kovalara doldurulacak, yukarıdan çıkrıkla çekilecek, boşaltılacaktı.İki insanın yapabileceği bir işti bu.
Adam,henüz liseye gitmekte olan oğluna seslendi.Son zamanlarda baba oğulun arası hayli bozuktu.Oğul,derslerinde başarısızdı ve pes etmek istiyordu.Okulu bırakmaktı niyeti.Oysa baba şiddetle karşı çıkıyor;’’Okuyacaksınız, gerekirse caketimi satarım’’ diyordu.Babasının çağırdığını duyan oğul,apar topar yanına gitti.Baba, yapacakları işi tarif ediyor, bir yandan da paslanmış, harçlanmış ve bu işlerde epey işe yarayan peynir tenekelerinin içine kum dolduruyordu.Oğluna da bir kürek verdi ve doldurmasını istedi.
Saatler geçmişti.Kova kova taşınan yığınla kum epeyce azalmış,yarım günlük işi kalmıştı sanki.Ama sıcaktı.Kavurucu güneş batsaydı da az nefeslenseydi çocuk.Yanı başlarındaki bir testi su hararetlerini bastırmıyor,aksine güneşte ısınan testi, gece ayazda kalmışlığını aratıyordu.Arada bir baba oğul testiyi başlarına dikiyorlar, avuçladıkları suyu yüzlerine çarpıyorlar,terlerine karıştırıp kumlara sıçratıyorlardı.Sinirler gerilmişti.Nasıl gerilmesin ki elleri su toplamış,acıdan kızarmış,beden yorgun, güneş kızgın....
Su gibiydi oysa
Berrak, masum ve çocuk
Bir kürek topraktı,
Hayat, bir avuç...
Dizlerinin üzerine çöktü çocuk.Kumlara gömüldü dizleri.Yorulmuştu minicik yüreği.Babasıyla konuşuyordu arada bir.Babanın sinirleri daha da geriliyor, kızdıkça kızıyordu sanki.Hiç sırası değildi bu sinirli yorgunluğun üzerine tuz biber ekmenin.Sırası değildi o ilerde pişman olduracak isteğini söylemenin.
Kaç çocuk!
Gir, paslı somyaların altına!
Bekle!
Yıkıp geçen salgın de!
Uyumuş gibi yap,
Ya rüyaymış,
Ya yalgınmış de!
Küreğin sapı iki parçaya bölünmüş,kırılmıştı...Kızılca kıyamet mi kopuyordu sokakta? Bağırıp çağırıyor muydu sıcağın akşamında insanlar? ’’Yetişin’’ diyordu.’’Yetişin !’’
Gece yetiş imdada !
Böyle aydınlık olmaz
Benim yıldızlarım var
Yorganım var
Ben varım
Yastığımın altında...
Çocuğun vücudundaki yaraların günlerce izleri yüze vurmaya yetiyordu herşeyi.Kum yığınlarına gömülmüştü yüreciği.Ah ! Bir küreğin sapının ölümüydü vücudundakiler.Ölümsüz günlerin izleriydi.
Çocuk !
Unuttun mu kumları,
Ayaklarının altını yakan sıcaklığını ?
Ya da hangi cam kesiği acıttı
Kum tanesi kadar ?
Böyle mi olmalıydı ? Kim hak edebilirdi sinir harbinin üzerinde yenilmesini ? Oysa oturup düşünmeli insan kor sıcaktan daha yakıcı birşeyler olduğunu.Çok şeyler olduğunu.Vücudun izleri gün gelip silinebiliyordu.Yürek, ya yürekte ki mor lekeler,kesikler,kırıklar,çizikler...Her ne yara varsa işte,işte her ne varsa sığardı yüreğe.Gün gelip fırınlanmış,dumanı üstünde tüterek sürülürdü önüne,gün gelir kaleme akardı kan satırları.Gün gelir taşar da gözlerden sebepsiz sanılır dökülen gözyaşları.
Çık çocuk diyordu, çık !
Kapı ardında bırakma galeyanını
Masumiyet kokuyor gökyüzü,
Bırak,rüzgar tarasın saçlarını
Çık hadi çık !
Saklama kendini gölgelere
Gölgede ölür gölgeler.
Biliyorum çocuk biliyorum,
Yüreğin
Kürediğin kadar balçık.
Oysa şimdi babasının yaşındaydı çocuk kendi evini inşa ediyordu.Ustalara kum taşıyordu avuçları.Avuçladığı küreği sımsıkı tutuyor,derine,taa derine kulaçlar atıyordu.Her küreğe kırarcasına sarılıp sahipleniyordu o küçük çocuğu...Belki de çok pişmandı babasının ceketini sattırana kadar okumadığına.Ama ah! ne fayda... Ne olurdu yüreği batmasaydı iki parça olmuş kürek sapına...
Özlem Pala