1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
455
Okunma

(Köy tozlu, at hızlı, ders keskin bir hikâye)
Uzak diyarların birinde, kendini herkesten akıllı sanan bir delikanlı yaşarmış. Adı Yaman’mış. Ne zaman bir iş olsa, kendini öne atar, “Ben yaparım!” dermiş. Ama yaptığı işlerin çoğu yarım kalır, sözü bol, özü azmış.
Bir gün köyün en zengin ama en sessiz adamı olan Hacı Mehmet Ağa, yurt dışından dönecek misafirlerini karşılamak için köy meydanına inmiş. Ahırından en güzel atını çıkarmış: Kıvılcım. Göğsünde beyaz bir ay izi olan, şahlandığında yer titreten bir doru at.
Yaman hemen atılmış ortaya:
— “Ağa, bu misafirleri ben karşılayayım. Hem ata da göz kulak olurum!”
Ağa biraz duraksamış. Yaman’ın sabırsızlığını bilirmiş ama kalbinde belki bir ders gizlidir diye düşünmüş.
— “Bu at emanettir. İyi bak. Gözün üstünde olsun,” demiş.
Yaman, Kıvılcım’a biner binmez, köyün toprak yollarında rüzgâr gibi esmeye başlamış. Ama misafir karşılamak aklından çıkmış, at sırtında gösteri yapmaya, çocuklara artistlik pozlar vermeye başlamış.
— “Bakın hele, ne güzel dururmuşum doru at üstünde!”
Fakat Kıvılcım bir gösteri atı değilmiş; sabrı tükenmiş. Yaman ipin ucunu kaçırınca, at bir anda kişneyip şahlanmış. Ve ne oldu dersin?
Yaman, kendini bir anda köy çeşmesinin yanında, toz toprak içinde buluvermiş. Emanet at onu sırtında fazla tutmamış.
Ağa gelip sessizce başını sallamış:
— “Emanet ata binen, tez iner, oğul. Sırtına yük aldın ama sorumluluğu almadın. Göstermelik iş, yolda bırakır adamı.”
O günden sonra Yaman biraz daha az konuşmuş, daha çok dinlemiş. Bir işin hakkını vermeden övünmemeyi, bir emaneti taşımadan sahiplenmemeyi öğrenmiş.
Ve köyde bu hikâye şöyle anlatılır olmuş:
“Emaneti hevesle alan, onu emanet gibi taşımalı. Yoksa at değil, hayat indirir sırtından.”
5.0
100% (3)