Tefekkürün ( düşünmenin) yeri ve önemi
Tefekkürün ( düşünmenin) yeri ve önemi
Akıl sahibi varlık olan insana hitap eden Kur’an-ı Kerim, tefekküre çok büyük önem vermiştir. Düşünmeyen, aklını ve kalbini kullanmayan gafiller, varlıklar içinde en aşağı derecede olanlarla bir kabul edilmektedir. (A’raf, 179.)
Tefekkür Kuran’da birçok ayette, akıl erdiren, düşünen, bilen insanlar için ibretler vardır denmekte ve tefekkür anlamını ifade eden pek çok kelime kullanılmaktadır. Hayrın anahtarı suluk ehlinin makam ve menzilleri arasında önemli bir yere sahip olan tefekkürü mutasavvıflar, kalbin amellerinden biri olarak aklın kalbe olan ilişkisi ile gözün can ile olan ilişkisi gibi olduğunu söylerler.
Tefekkür, istenileni idrak etmek için basirete dokunulmasıdır. Dolayısıyla tefekkür en değerli ibadet ve Cenab-ı Hakk’a yaklaştırıcı bir vasıta olarak kabul edilmektedir. Hz. Peygamber’e inen tefekkür ayeti Hz. Muhammed (s.a.s.)’e en çok etki eden ayetlerden biri, tefekkürle ilgilidir.
Kur’an-ı Kerim, tefekkürü iki önemli noktaya yöneltmektedir.
Birincisi; bizzat Kur’an-ı Kerim üzerinde tefekkürdür.
İkincisi; başka varlıklar üzerinde tefekkürdür.
Kur’an-ı Kerim üzerinde tefekkür; Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle onu doğru olarak anlamak, ondan yararlanmak, gösterdiği yoldan gitmek demektir. Başka varlıklar üzerinde tefekkür konusunda, Kur’an-ı Kerim; Allah’ın yoktan var ettiği hiçbir şeyi boşuna yaratmadığını, (Âl-i imran, 191.) yaratılanların mutlaka bir sebep ve hikmete mebni olarak yaratıldığını, (Mu’minûn, 115.) canlı ve cansız birçok varlığın insanın hizmetine ve onun emrine verildiğini ifade etmektedir.
Kur’an’da birçok ayette, akıl erdiren, düşünen, bilen insanlar için ibretler vardır denmekte ve tefekkür anlamını ifade eden pek çok kelime kullanılmaktadır. Olumlu tefekkür olduğu gibi, olumsuz tefekkür de vardır.
Doğru olmayan tefekkürün neticesi de doğru olmaz. Ancak salim kalbe sahip olan insanların tefekkürü sağlıklı olabilir. İslam dininin istediği tefekkür, hiç şüphesiz sağlıklı olanıdır. insanları bu olumlu tefekküre davet eden bir ayetin meali şöyledir:
“Yeryüzünü enine boyuna yayıp döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar meydana getiren ve yeryüzünde meyvelerin hepsinden iki çift yapan O’dur. Sürekli olarak gece ile gündüzü birbirine dolamaktadır. Düşünecek olan bir kavim için bunda muhakkak ki ibretler vardır.” (Ra’d, 3.)
Kur’an-ı Kerim’deki tefekkür ayetleri incelendiğinde evrenin yaratılışı, kâinatta oluşturulan sistem ve sistemin işleyiş mükemmelliğine vurgu ile Cenab-ı Hakk’ın kudretine dikkat çekilerek eserden müessire gidiş formülü üzerinde durulmaktadır.
İki kişi Hz. Aişe (r.a.)’yi ziyaret etmişler. Onlardan biri, “Hz. Muhammed (s.a.s.)’de gördüğünüz etkileyici bir şeyi bize anlatır mısınız?” deyince, Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
-“Rasulüllah (s.a.s.) bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakallarını ve secde esnasında yerleri ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hz. Bilal (r.a.):
-“Ya Rasulellah (s.a.s.)! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi ağlatan nedir?” deyince,
-O: “Bu gece Yüce Allah bir ayet indirdi. Beni bu ayet ağlatmaktadır.” dedi
ve ayeti okudu:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri arkasına gelişinde aklı başında olan kimseler için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âli imran, 190.) Bir sonraki ayet;
“Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (tefekkür ederler) ve Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tespih ederiz (derler).” (Âl-i imrân, 191.)
Ondan sonra Rasulüllah (s.a.s.): “Bu ayeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun.” dedi.
Bu ayette, tefekküre davet edilen akıl sahiplerinin durumunu açıklayan bir sonraki ayetin meali de şöyledir:
“Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler (düşünürler). Rabbimiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!”
Onun için Yüce Allah Kur’an’da çeşitli hususları dile getirdikten sonra: “...şüphesiz bunda tefekkür eden (düşünen) insanlar için ibretler vardır.” (Nahl, 11.) demektedir.
İnsanları tefekküre davet eden bu ifade Kur’an’da beş yerde daha geçmektedir. (Ra’d, 3; Nahl, 69; Rûm, 21; Zümer, 42; Casiye, 13.)
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde tefekkür Tefekkürle aynı kökten meydana gelen kelimeler, Kur’an’da on sekiz yerde geçmektedir.
Tefekkürün merkezi dimağ, zikrin merkezi kalptir. Bu iki ana merkez, irtibatlı olarak şer’i mecralarında geliştirilmezse, insan-ı kamil ve yakin sahibi olma imkanı yoktur. Fakat imani meselelerde, hakku’l-yakin mertebesine ulaşmak bu dünyada mümkün değildir.
Bu, iman ehli bahtiyarlar için ebedi alemde gerçekleşecek yüce bir nimettir. İslam’ın bu kadar önem verdiği olumlu tefekkür, insanı taklitçilikten kurtarmaktadır.
Mesela, “Dünya hayatı geçicidir; ahiret hayatı ise ebedidir. Ebedi olan şeyi geçici olan şeyden üstün tutmak daha iyidir.” şeklindeki bir nasihati dinleyip ahiret için çalışan insan, başkasını taklit ederek kendisini iyi yola sevk etmiş olur.
Fakat tefekkürün yani derin bir düşüncenin neticesinde bu kanaate varan ve ona göre bilinçli hareket eden kişi, her zaman için daha kârlı çıkar. Bilerek kötü şeyden korunmuş ve iyiyi tercih etmiş olur. Aynı zamanda başkalarını taklit etmekten kurtulur; kendisi başkalarına yol gösterir.
Ayet-i kerimelerde tefekkürün usulü anlatılmaktadır. İnsan önce kâinat kitabına bakmalı, gecenin ve gündüzün peşi sıra gelişini, dağların ve evrenin yaratılışını, her şeyin kendisinin emrine verilişini tefekkür etmelidir.
Allah’ın azametini tefekkür eden insan; O’nun büyüklüğü karşısında gafletten kurtulur, imanı kuvvetlenir; acz, fakr ve kusurlarını anlar, Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala, kudret-i Rabbaniyenin mucizatını göstererek, insanların bunları düşünerek ibret almalarını beyan buyurur.
Alemin düzenliliğini, yaratılış gayesini, verilen nimet ve güzellikleri, dünyanın geçiciliğini, süt veren hayvanlardaki icazı, gece ve gündüzün dönüşümünü düşünen insan, Allah Teala’nın sonsuz ihsanlarıyla kullarını nasıl donattığı karşısında, O’nun büyüklüğünü idrak eder.
Hadis-i şeriflerde tefekkür kavramının fazileti yanında tefekkür ameliyesinin de bir sınırının olduğu ve bu sınırların nerelere kadar uzandığı belirtilmektedir. Bu sınır Cenab-ı Hakk’ın zatına kadardır. Zira Efendimiz (s.a.s.):
“Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün. Allah’ın zatını düşünmeyin. Allah’ın zatı hakkında düşünmeye güç yetiremezsiniz.”
“Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
Burada vurgulanmak istenen şey tefekkürle Hakk’ın zatının anlaşılamayacağı hususudur. Çünkü tefekkürde bir kuşatma ve hakimiyet sağlama vardır. insan ne kadar tefekkür ederse etsin, Cenab-ı Hakk’ı kuşatamayacağına göre bu konuda düşünülmemesi gerektiğine işaret edilmiştir.
Ancak bu demek değildir ki insan, Cenab-ı Hakk’ın zatının muhatabı olamaz. Tahkiki iman, tefekkür ve zikirle elde edilir. Onun için Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce ayetinde zikir ve tefekkür, emir ve tavsiye edilir.
Peki, tefekkürden sonra ne olmalı?
Cenab-ı Hakk’a karşı bir maiyyet kesbi söz konusu olmalıdır. Bir yakınlık olmalı, bir muhabbet başlamalıdır. Her şeyi bizim için yaratan ve bizim emrimize veren varlığa karşı insan nasıl bir hal alır, bunun tarifi olmaz. işte sıfatların tefekkürü sonucu insanda meydana gelen şey zata karşı oluşan muhabbetten başka bir şey değildir.
Akıl sahibi varlık olan insana hitap eden Kur’an-ı Kerim, tefekküre çok büyük önem vermiştir. Düşünmeyen, aklını ve kalbini kullanmayan gafiller, varlıklar içinde en aşağı derecede olanlarla bir kabul edilmektedir. (A’raf, 179.)
Kur’an-ı Kerim’de tefekkür kavramı, tedebbür, tezekkür, akletme ve nazar etme gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılmıştır.
Bir hususta görüş ileri sürmek ve aklı kullanmak gibi bir manaya gelen tefekkür ve yakın anlamları olan diğer kavramlar ile ilgili ayetler Kur’an-ı Kerim’de bir hayli fazladır.
Bir fikir vermesi açısından zikredecek olursak, tefekkür 18, nazar ve müştakları 128, tedebbür 4, ulü’l ilim ve müştakları ise yüzlerce yerde geçmektedir.
Yine bir fikir vermesi açısından fıkıh ve islam hukuku ile ilgili açık ayetlerin 150 civarında olduğu Kur’an-ı Kerim’de, ilim ve düşünceyi teşvik eden ayetlerin 750’yi geçmesi gerçekten düşünen insanlar için önemli bir ipucu olarak karşımızda durmaktadır.
Gazzali’nin düşünce sisteminde hikmet ve tefekkür kavramları iç içedir ve bu iki kavram arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu nedenle bazen bu kavramların birbirinin yerine kullanıldığı farkedilir.
Gazzali’nin eserlerinde hikmet tefekkürü, tefekkür de hikmeti kapsamakta ve ayrılmaz bir bütün olarak karşımıza çıkmaktadır. Hikmetin ilk şartı düşünmedir. Bu da temiz bir kalp ve temiz bir akıl ile olur.
Allah’ın verdiği aklı şehvani arzuların peşinde kullananlar, ne kendi iç dünyalarındaki ilhamları ne de dış dünyadaki olup biten ibretli sahneleri düşünüp anlayamazlar, kavrayamazlar.
Hikmetsiz tefekkürün manası ve faydası yoktur. Tefekkür ise, zaten insan zihnini ister istemez varlığın hikmetini kavramaya götürür. Yani kısaca, tefekkür hikmete, hikmet de insanı düşünce, söz ve amelinde isabetli kararlar verip uygulamaya götürür.
Gazzali, tefekkürün iki önemli hususiyeti üzerinde durmaktadır:
Biri; Allah’ın zatı hakkında düşünmenin caiz olmadığı, diğeri; bir saat tefekkürün bir sene (nafile) ibadetten hayırlı olduğudur.
Gazzali, tefekkürün meyvesinin ilimler, haller ve ameller olduğunu ifade eder ve ilmin tefekkürün özel meyvesi olduğunu belirtir.
Gazzali’ye göre ilmin kalple ilişkisi ise başka bir şeydir. şöyle ki; ilim kalbe gelince kalp değişir, kalp değişince azalar ve azaların davranışları da değişir. Böylece davranışlar kalbe gelen hallere, hal de ilme, ilim de tefekküre tabi olup aralarında bir zincirin halkaları gibi bir ilişki vardır.
O halde tefekkür bütün hayırların anahtarıdır.
Anmak, hatırlamak anlamlarına gelen zikir kelimesi, kavram olarak “Allah’ı her an hatırında tutarak onu anmak, gafletten ve nisyandan uzak durmak.” demektir.
Nitekim Kur’an’ı Kerim’de zikir sözcüğü; Allah’ı dil ile tesbih etmek, tekbir ile övmek, namaz kılarak kulluk görevini ifa etmek, dua etmek gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Dolayısıyla zikir, Allah’ı anmak amacıyla söylenen sözlerin ve işlenen amellerin tümü olarak tanımlanabilir.
Bu sebeple alimler, zikrin dil, kalp ve azalar ile yapılması gerektiği üzerinde durmuşlardır.
Zikrin dil ile yapılması; Allah’ın esma-i hüsnasıyla yad edilmesi, hamd ve tesbih edilmesi, Kur’an-ı Kerim okunması ve dua edilmesidir.
Zikrin kalp ile yapılması, Allah’ın varlığına delalet eden delilleri tefekkür etmek ve şüpheleri izale etmek, Allah’ın emir ve nehiylerini bilmek ve kulluk vazifeleri üzerinde düşünmek, kâinatı, varlığı temaşa ederek ve yaratılıştaki sırları tefekkür ederek her zerrenin kutsi âleme delalet eden bir işaret olduğunu görmektir.
Zikrin azalar ile yapılması ise beden organlarının yaratılış gayeleri doğrultusunda sorumlulukları yerine getirmelerini ve yasaklardan uzak durmalarını sağlamaktır.
Fikrin iki fonksiyonu vardır; ilki hak ve batılı birbirinden ayırmak, diğeri ise faydalı ile zararlıyı göstermek. Fikir, hak ve batılı ilim ile birbirinden ayırır. Nitekim mantık ilminde fikir anlamında kullanılan “nazar” kavramında doğru ve sahih bilginin ortaya çıkması belli bir ilmî alt yapı ve birikime ihtiyaç duyduğunun altı çizilmiştir.
Zikir ve tefekkür, Kur’an-ı Kerim ve hadislerde mütemadiyen teşvik edilir. Zikir ile ilgili ayetlerde Allah’ın, alçakgönüllülük içinde alçak sesle, sabah akşam çokça zikir ve tesbih edilmesi emredilmiş ve O’nun zikrinin her şeyden daha kıymetli olduğu belirtilmiştir.
Nitekim bir ayette, “...Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” buyurulmuştur.
Hadislerde de zikir ve zikir ehlinin faziletleri üzerinde durulmuş, zikrin kıyamet günü mizanda en ağır gelen amellerden olduğu ifade edilmiş ve en hayırlı amelin Allah’ı zikretmek olduğu anlatılmıştır .
Yukarıda ifade edildiği gibi zikir ve fikir birbirleriyle bağlantılı iki önemli kavramdır. Nitekim zikir, dilin, kalbin veya uzuvların hareketini ifade ederken fikir, aklın ve kalbin hareketleriyle ilgilidir.
Bu manada her ikisinin kalbe bakan yönü olabilir. Bu sebeple varlığa daha doğrusu varlığı yaratana dair gerçekleştirilen her tefekkürün bir zikir olduğu söylenebilir. Ancak zikir, dil ve uzuvlarla ilgili fiilleri de içerdiğinden daha kapsamlıdır.
Diğer taraftan herhangi sistemli zihinsel hareketin aklın rehberliği olmadan gerçekleştirilemeyeceği düşünüldüğünde fikir, zikrin yönlendirici unsuru olarak görülebilir. Çünkü zikir de rastgele bir oluş değil, zihinsel bir faaliyetin ürünüdür. Yine bir şeyi hatırlamak yani zikretmek, akli bir ameliyenin sonucudur.
Nitekim bir başka ayet-i kerimede, “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu zikri indirdik.” (Nahl, 16/44.) buyrulmaktadır. Her ne kadar ayetteki zikir ifadesi Kur’an-ı Kerim’i ifade etse de burada “zikir” olarak vasıflanması ve sonrasında insanları düşünmeye yönlendirmesi konumuz açısından önemlidir.
Bu bağlamda, evrendeki nizamı ve düzeni düşünenler, görünenden görünmeyene intikal edebilir ve gördükleri karşısında Allah’ı hatırlarlar.
Yine göklerin ve yerin akıl almaz bir şekilde yaratılışı üzerinde düşünürler, Allah’ın emirlerini anlamak ve bu emirlere uygun olarak görevlerini yerine getirmek için ilahi hüküm ve tasarrufların nasıl işlediğini gösteren düzeni keşfetmeye çalışırlar. Dolayısıyla fikir zikri doğurur, zikir de fikri-tefekkürü geliştirir.
Dolayısıyla yaratılanlar üzerinde düşünmek ibadet gibi sevaba götüren bir ameldir. Nitekim bir hadiste, “Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün, Allah hakkında değil.” buyrulmuştur.
Bu hadiste dikkat edileceği üzere yaratılanlar üzerine düşünmek vurgulanmaktadır. Zira düşünen düşüncelerini imgeler ve simgeler üzerinden yürütür. Allah hiçbir yarattığına benzemediğine (muhalefetün li’l-havadis) göre Allah’ın zatı ve mahiyeti üzerinde düşünmek kişiyi tecsim/bedenleştirme ve teşbihe/benzetmeye götürebilir ve yanlışa düşürebilir.
Zakir ve mütefekkir
İslam düşüncesinde insan bir bütün olarak ele alınır. Dolayısıyla insandan dili ve kalbiyle Allah’ı zikretmesi, uzuvlarıyla itaat etmesi ve günahtan kaçınması istenirken evren ve içindekiler üzerinde derinlemesine tefekkür etmesi de beklenir.
Bu anlamda İslam’da zikir ve tefekkür, ideal Müslüman portresinde olması gereken özellikler olarak görülmektedir. Nitekim Kur’an ve sünnetin sürekli zikre ve tefekküre vurgu yapmasının sebebi budur.
Bu bağlamda zikir ve tefekkür, bireyin hem entelektüel seviyesini artırması hem de Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olması açısından gereklidir. Çünkü zikir ve tefekkür arasındaki ilişki tamamlayıcı bir ilişkidir. Zikir bireyin manevi huzur ve derinlik arayışının bir sonucu iken tefekkür düşünsel ve entelektüel bir derinlik arayışını anlatır. Bu anlamda zikir ve tefekkür birbirini dengeler; biri manevi huzuru sağlarken diğeri entelektüel bir anlayış getirir.
Ayrıca zikir, ruhsal derinliği artırırken tefekkür de zihinsel derinlik sağlar. Bu sebeple zakir, Allah’ın adını anarak manevi bir tatmin ve huzur bulur. Mütefekkir ise evrensel gerçekleri ve ilahi hikmeti düşünerek entelektüel bir tatmin arar. İkisi birlikte çalıştığında hem ruhsal hem de zihinsel açıdan daha derin bir anlayış elde edilebilir.
Yine zikir, genellikle pratik bir uygulamadır; bir vird ve ibadet olarak gündelik yaşamda sürekli olarak yapılabilir. Tefekkür ise daha çok teorik bir süreçtir; düşünsel olarak analiz ve yorumlama gerektirir. Her ikisi de Müslüman bireyin manevi ve entelektüel gelişiminde önemli rol oynar.
Zikir ve fikir arasındaki ilişki, Müslüman bireylerin entelektüel ve ruhsal olarak nasıl bir bütünlük içinde gelişebileceğini ortaya koymaktadır. Zikir, bireyin ruhunu beslerken tefekkür, zihin açıcı bir süreç olarak bireyin gerçekleri anlamasını sağlar.
İslam düşüncesinde, bu iki kavramın bir arada bulunması, ideal bir Müslüman kimliği için gereklidir. Bu nedenle zikir ve tefekkür, Müslüman bireyin hayatında merkezi bir yere sahiptir.
İlyas kaplan (Eğitimci-Şair-Yazar)