- 258 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
-ATATÜRK DERKEN-(6)
“Yedi İsimli Adam. Bu sarışın, mavi gözlü, şen külhanbeyinin Kamâl Atatürk olarak ölmeden önce yedi ismi vardı.”
Vikipedi notuna göre, Time dergisi 19 Mayıs 1941 tarihli sayısında bu şekilde bir değerlendirme yapmaktadır. Tarifte şüphesiz yüksek perdeden dünyayı izleyen bir "Uncle Sam" hadsizliği, bir tür Güliver kompleksi kendini hissettirir de.
Kuşkusuz Atatürk’ün dünyaya gelişinden vefatına kadar olan süreçlerde Mustafa olarak başlayan serüveninin Mustafa Kemal olarak devam etmesine, harpler döneminde M’nin Osmanlıca alfabede Mim olarak okunmasına bağlı olarak Mim Kemal kullanımına, Mustafa Kemal Paşa aşamasına, Kemal Atatürk ve nihayet Kamâl Atatürk safhasına değinildiği görülmektedir.
Söz gelimi, Tarihçi akademisyen Mehmet Ö. Alkan’ın bu ve benzeri konulara dair “Mustafa’dan Kamâl’a Atatürk’ün İsimleri” başlıklı yazısı dikkat çekmektedir. Tarihçi Alkan yazısında söz konusu kullanımı değerlendirirken dilde tasfiye uygulamasının hız aldığı evreye değinmektedir. Bin dokuz yüz otuz beşte yeni nüfus cüzdanının çıkartıldığı, yazışmalarda artık tamamen değişikliğin kullanıldığı dile getirilmektedir. Ta ki bin dokuz yüz otuz yediye kadar. Otuz yedinin ortalarından itibaren her iki kullanıma da yer verildiği, hatta son zamanlarında mektup ve özel yazışmalarında Atatürk’ün tamamen Kemal’e döndüğü belirtilmektedir. Ne ki, hayata veda ettiğinde son nüfus cüzdanı yürürlüktedir. Nedir peki bu met cezir manzaralarının sırrı? Kemal’den temelli vazgeçmemesi, Kamâl’ı tamamen bırakmaması, dahası yaşamının son senesinde ağırlıklı olarak Kemal’e dönmesi neye dalalet etmekte?
Gerçekten de bin dokuz yüz otuz ikiden otuz yediye kadar bir dilde tasfiye deneyimini yaşıyoruz. Ne var ki, özleşeceğiz derken dilin kuş diline dönmeye yüz tuttuğunu fark eden Gazi Paşa Güneş Dil Teorisinden de ilhamla, madem ki Türkçe kadim bir dil o halde yabancı saydığımız nice kelimede tarihin eski zamanlarında Türkçe membaından elbet doğmaktadır sonucuna varacaktır. Ve özleştirme uygulamasına nihayet verecektir. Bu sade dil evresi otuz sekizden sonra tazelenecektir. Bu tip hususlara daha önce değindiğimden ayrıntısına girmiyorum açıkçası.
Evet, Kamâl! Sabetayizm mi, özleştirme mi, komplo teorisi mi? Strateji mi? Açıklama gücü nerede yüksek?
Kimi çevreler ülkemizde, temelli anlamsız bulmadığım Sabetayizm üzerinden çerçeve oluştururlar öteden beri. Cumhuriyet dönemi devrim/inkılap stratejisi kanalıyla dinin toplum üzerindeki etkisinin geçmiş asırların aksine minimize edildiği, Seküler Jakoben çizgide yürüdüğü, yürütüldüğü düşünülürse İslamcı, Osmanlıcı anlayış biçimlerinin Milli Mücadelenin nihayete ermesine kadar Mustafa Kemal hareketine eşlik etmesi şaşılası olmayacaktır. Bilemediniz Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı kabul görebilir bu tip muhitlerde.
Ne çare ki, bugünün gözüyle düne bakıldığını da unutmamak gerekir. Demem şu ki, Hilafetin kaldırılması, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, İstiklal Mahkemeleri, Medeni Kanunun kabulü, Harf ve Dil inkılabı, Anayasadan devletin dini İslam’dır ifadesinin çıkartılması, Ezan’ın Türkçe okunması, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi gibi gelişmeler negatif bir mazi kavramı oluşturmaktadır. Bu hal tarihsel gelişimin bütüncül kavranması noktasında Saltanatın kaldırılması, Lozan, Cumhuriyetin ilanı gibi gelişmelerin benimsenmesi ya da olabilirlik tanınmasını sekteye uğratmaktadır. Yoksa meşhur deyişle pişmiş aşa su mu katıyorum? Bilakis bu anlayış biçimlerinin ne kadar son yüzyılı eleştirseler dahi nihai noktada Milli Mücadeleyi benimsedikleri, devamında Monark’a nihayet verilip Cumhuriyetin ilanını devlet ebed müddet çizgisinde genel olarak benimsedikleri söylenebilir de. Şu kadar ki, devamı gelişmelerin radikalizmine ket vurulmakta, algılamak noktasında set çekilmektedir. İdeolojik yapıların “efradını cami, ağyarını mani” tabir edilebilecek biçimde kendisine ait olanla olmayanı ayırt etmek bağlamında doğası düşünüldüğünde şaşırtıcı değildir de bu durum.
Öyle ki, Osmanlı’nın son dönemlerinde Selanik muhitinde kripto Sabetayist yapıların topak yapması dikkatlerden kaçmamaktadır. İmparatorluğun her ne kadar son asırlarda giderek artan biçimde elinin zayıflaması, erozyona uğraması desek de son on beş yılında plajlarda çocukların inşa ettiği kumdan şatolar misali büyük bir süratle eriyip gitmesi dahi doğal süreçler dahilinde izahı kabil midir? Bir Habil iyimserliğini mümkün kılar mı?
Şöyle ki, büsbütün anlamsız ve haksız görmediğim bu duygu ve düşünceler daha önceki bölümlerde ve muhtelif anlatımlarımda değindiğim şekilde eninde sonunda anlamsız ve haksız düşecektir. Buzdağının su üstündeki küçük kütlesine takılıp kalıyoruz dostlar! Fasit daire çizen, kapalı devre işleyen kafa yapımız sürekli aynı unsurların birbirini teyit etmesi misali bize ters köşe yapmakta derim. Özetlersek, Müslüman Arapların bin yıl önce gösterdiği dinamizmden, yine Müslüman Türklerin birkaç asırdır dünyadaki gelişme dinamiklerinden uzak kalması, devamında ise Avrupa’da on dokuzuncu asırdan itibaren gelişen Kapitalist, Modernist, Sosyalist, Nasyonalist, Materyalist türlü cereyanların kısa sürede tüm yeryüzünü sarıp sarmalayıp paketlemesi karşısında bizim içeride Sabetayizm denkleminde sağlıklı çözümler üretmemiz hayli müşkül uyandıracaktır.
Öte yandan, Atatürk’ün Mustafa isminden feragat etmekle birlikte Kemal’den de sıdkının sıyrıldığı üstte arz ettiğim hususlar dairesinde doğrulanmıyor açıkçası. Bin dokuz yüz otuz beşte atıp bir daha kamusal özel çizgide hiç dönmeseydi anlardım. Ama birader, otuz yedi otuz sekizde dilsel sistemde tasfiye aşaması terk edilip eski kelimelere dönülmesi misali giderek yaygınlaşarak Kamâl’dan Kemal’e dönülmesi karşısında vay Sabetayist Kamâl vay! Vurgusu amiyane tabirle arsızlık, densizlik değil de nedir?
Peki, bu gizem uyandıran tercihin sırrı nedir? Sözcük bağlamında kuşatma, abluka, muhasara, sur, kale gibi anlamlara vurgu yapılmakta. Öyleyse böyle bir yönelimin Atatürk’ün askeri kimliği ve kişiliğiyle de alakası olabilir mi? Harpler dönemini müteakip barış ve modernleşme sürecine geçildikten sonra askeri yönünü geride bırakıp politik vizyoner kişiliğini öne çıkarttığı düşünülürse seçimin bir asker olarak yetişmesine motamot bağlı olduğu söylenemez diyebilirsiniz. Ne ki, kelimenin sunulan manaları bana apayrı ilgi çekici gelmekte.
Bu noktada en gerçekçi yaklaşım Atatürk’ün yeni nüfus cüzdanını çıkarttığı sıralarda siyasal arenada hangi hamleleri yaptığına eğilmek olmaz mı? Aksi halde gözümüzün önünden bir film şeridi gibi akıp giden hadiselerin bazılarıyla diğer bazılarını birbirinden bağımsız, kopuk, kel alaka zannederiz. Mustafa Kemal bin dokuz yüz otuz altı ve otuz yedide parti ve devlet nezdinde iki önemli ismi Recep Peker ve İsmet Paşayı tasfiye etmekte. Öncesinde ise bin dokuz yüz otuz beşte Mason Localarını kapatmakta. Dikkat ederseniz yeni ismini aldığı, kuvvetle muhtemel alır göründüğü yıldır otuz beş tarihi.
Recep Peker’i niçin tasfiye etmekte? CHP Genel sekreteri Peker yaptığı bir İtalya, Almanya gezisinden döndüğünde parti Genel sekreterinin konumunun Cumhurbaşkanının üstünde kurgulanmasını önerecektir. Genel sekreter kim? Peker. Reisicumhur kim? Atatürk. Peker Mustafa Kemal’in üstünde konumlanmak istemiyor mu? Önerisini kavramsal kurgulasa dahi.
Askeri siyasi stratejist Mustafa Kemal Paşa bir Kamâl harekâtı düzenlemekte olabilir mi? Baksanıza abluka, muhasara, kale, sur gibi anlamlara sahip bir isim karşımızda. Demem o ki, iç siyasette Gazi ülkenin etkin bazı kişilik ve güç odakları karşısında etrafının kuşatıldığını fark ederek kod adı kurmacasıyla özetleyeceğimiz bir hamle yapmakta dersem bilmem ki mübalağa mı ederim?
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.