Yüzünde hayatın derin çizgileri olan insandan korkma.
Bir Arap şairi şöyle der:
“Keşke gençliğimle bir gün karşılaşsam da yaşlılığın bana neler ettiğini ona şikayet etsem.”
Gençler hayalleriyle; ihtiyarlar hatıralarıyla yaşar.
Hatıralarının verdiği haz ve nostaljinin etkisiyle gençlerin; tıpkı kendi hatıralarındaki zamanı yaşamaları gibi bir zanna kapılır ihtiyarlar.
Çünkü onlar enkaz altındaki şehirlerin, dar sokaklarında büyüdüler. Havasını, kokusunu, cefasını çektiler. Sefasını ise hep beklediler ,hiç bıkmadılar .Yaşadıkları şehirlerin cefasını çekmekten hiç yılmadılar.
Yağmurunda, çamurunda yılmadan daima hep peşinden gittiler umutlarının. Kimisi yarınlar uğruna canını verdi, kimisi yaşamak için can yaktı…
Bu dönemde hızlı ve dengesiz kapitalistleşmenin de etkisiyle kendilerini farklı yollarla ifade etmek isteyen aşırı uçlar ideolojik söylemlerle kutuplara ayrılmıştı.
Bunun yanında siyasi partiler içerisinde de gözlenen bu çeşitlilik ve bölünmüşlük gündelik hayata da yansımış, aynı düşüncede olanlar kendi kültür derneklerini, yayın organlarını, tiyatro gruplarını ve ortak giyim biçimlerini oluşturmuşlardı.
Bu dönemde hızlı göç olgusu, yalnızca tüketim kültürünün oluşmasına değil aynı zamanda köyden kente göç hareketinin hız kazanmasına, Ankara, İstanbul gibi şehirlerde nüfusun yoğunlaşmasına ve yurt dışına işçi olarak gitmek isteyen insan sayısının artmasına yol açmıştı.
Yaşanan süreçte, toplumdaki politikleşmenin hızlanması, kentlere göçün ve çarpık kentleşmenin yarattığı sorunlar, işsizliğin yarattığı dış göç, güncel hayatın başlıca konularını oluşturmuştu.
Devrim ve proletarya sözcükleri, işçi marşları, eşitlik, sosyal adalet, sınıf savaşımı, milli-demokratik devrim/sosyalist devrim, ulusal sanayi, yeniden planlama ve devletçilik, ulusal kurtuluş ve devrimci romantizm döneminin moda söylemleri haline gelmiş, vatan uğruna, inançları uğruna ölmek, kendini halkların kardeşliğine adamak, enternasyonalizm ve militanlık yükselen değerler olmuştu.
Köy, köylünün durumu, kentleşme, işçi sınıfı ve aydınların sorunları ,ağalık düzeni, toprak kavgaları, köyden kente göç ,şehirlerin bunalımlı yapısı ,politik çatışmalar, sınıf kavgaları, işçi hareketleri yeni yeni revaç bulmuştu.
O dönemde yedisinden yetmişine vatan sevdalıları vardı.Cefasını onlar çektiler. Ahmetler, Mehmetler ,Ali ve Osmanlar.Sefasını ise ülkeye çöreklenen bir grup batı emperyalizminin temsilcileri.
Memleketin durumu hiçte öyle iç açıcı değildi. Baştanbaşa yıkık, dökük kasaba ve köyler ,geri kalmış ve yoksul insanlarla doluydu
Şehrin çeşitli meyhanelerinde ,nice içki meclisinde perişan halde insanlar
Düştükleri sefaletin baş ağrısı, içilen içkilerin sağladığı zevkten daha acıydı. Aslında yaşamanın sıkıntılarının, sevincinden daha çok olduğu zamanlardı.
Bir zamanlar bu memlekette kimileri cefa çekti, kimileri sefa sürdü
Yıl 1955
Yer İstanbul Tophane semti. Bir sabahçı kahvesi.O dönemde Anadolu’nun çeşitli kentlerinden üç-beş kuruş kazanmak ümidiyle gelmiş bir grup insanın toplandığı yer.
Rizeli Ali Osman’ın mekanı. Ömrünü tamamlamak üzere olan bir evin alt katında 30 metrekarelik bir yer. Ali Osman pala bıyıklı, gür saçlı ,gözü kara ,uzun boylu ,iri yapılı biriydi.
Yan dükkanı da lokanta yapmışlardı.Burayı da Sarı Mehmet ile Ali Rıza çalıştırırdı. Aynı yerde veya yanındaki küçük bir dükkanda
önce mi sonra mı hatırlamak zor, kuyumcular ailesinden yaşlı ve sakallı bir saatçinin tamir dükkanı vardı.
Bu fotoğraf o sabahçı kahvesinde çekilmiştir.
Fotoğrafın arkasına çok anlamlı, çile ve hasret yüklü şu not vardı.
Gençliğim yeni yetmeliğim Küçükpazar, Kantarcılar ve Mercan’da çalışarak geçti.
Şu an tasarım, yazı çizi işleriyle uğraşsam da Vezneciler, Yeşildirek ve Mercan’da geçen çıraklık, emekçilik günlerimi unutmam.
Hayatın insana öğrettiğini değme okullar öğretmez.
Ekmeğini emeğiyle kazanan hamalı, iplikçisi, konfeksiyoncusu, dericisi zanaatçısıyla o insanların arasında yetiştim.
İki tür insan vardır bu şehirde
1. Kalbinin harbiliği yüzüne vuran insanlar,
2. Kalbinin kötülüğü,şerliği ve omurgasızlığı yüzüne vuran insanlar.
Yüzünde hayatın derin çizgileri oluşmuş, nasırlı elleriyle dik duruşlarını bozmamış, edep, görgü sahibi mert insanlar beni korkutmaz.
Eğer korkacaksan…
İnsanın yüze gülen arkasından türlü türlü yavşaklık çevireninden kork.
Bu fotoğraf bir dönem Türkiye’nin makus talihinin öz evlatlarını resmettiği fotoğraftır.
Şartlar yüzünden daha iyi bir yaşam için köyünden kasabasından gelip, binaların sıvasında, tuğlasında, çerinde-çöpünde alın teri, emeği olan insanların nasırlı yüzlerinin fotoğrafıdır.
Kahramanlar başkası olsa da bu hikaye, bu memlekette var olan herkesin hikayesidir.
Babaların, dedelerin, bir neslin fotoğrafıdır
Maalesef, günün gençliği o yoksul, fakir fukara ve üç kuruşa metelik atılan Türkiye’yi bilmez.
Darbe yıllarını, terörün her evden can aldığı yılları bilmez
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun sözünü zikretmeden geçmek olmaz.
“Vatanı sevmenin çilesini biz çektik, Onlar edebiyatını yaptılar”
Özellikle bu ülkede, savaşın ve kıtlığın içerisinden gelen ya da fakirliğin ezici zahmetinden süzülüp bu güne ulaşan anne ve babalara
ithaf olsun bu yazı.
Ölenlerin ruhu şad olsun.
İlyas Kaplan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.