- 562 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Geri Vites
‘Tarihçiler geri vitese takmış peygamberlerdir’ demiş zamanında filozofun biri. Çok da ters gelmiyor bu düşünce. Peygamber ‘Gidişatınız böyle olursa, hepiniz cehennemliksiniz’ derken ‘Cehennemlik oluşumuzun kısa geçmişi’ tarihçinin konuya yaklaşımı olurdu. Ben de tarihçiyim ve önümde bildiğimiz en eski alfebeyle yazılmış bir metin var. Araştırma ekibimizin on aylık çalışmasıyla yazıyı çözmemizin üzerinden altı gün geçti. Artık enstitüye, yani topluma, bir açıklama yapmamız lazım.
’Ne kadar bakarsan bak, o metin değişmecek’
Suri için hava hoş tabi. Onun alanı Latince gibi modern diller. Şu saatten sonra ‘Kusura bakmayın, Çiçero’yu yanlış anlamışız. Aslında yazılarında bahçe bakımından bahsediyormuş’ diyecek hali yok. Daha geçen ay yayınlanan makalesinde unutulmuş bir manastırdaki katiplerin aralarında şakalaşırken hangi yazım yanlışları yaptığından bahsediyordu. Rahipler sekiz yüz yıl önce enseye tokat, oraya buraya parmak yaparken Çiçero’nun mesajı değişiyor muydu? Tabi ki hayır. ‘ Male Parta Male Dilabuntur’ olsa olsa ‘Male Parta Male Dilanbuntur’ oluyordu, yine her şekilde haydan gelen huya gidiyordu. Ama Kenanca’da öyle miydi?
‘Kenanca’yı çözmeseniz de insanlık çok bir şey kaybetmez’ demişti terbiyesiz ve cahil Suri. Ama üzerine gitmemiştim; öyle güzel gözleri vardı ki. Böyle buğulu bakışa sahip Hintli’ye daha önce denk gelmemiştim. Griye çalan mavi gözleri, koyu renkli teniyle güzel bir tezat yaratıyordu. Bir kaç kere dikkatini çekmek için mavi gömlekle kahverengi pantolon giymiştim ama sonuç alamamıştım. Aradaki bağlantıyı kuramamıştı.
Ben de niye bir Hintlinin Ortaçağ Latincesi çalıştığını anlayamamıştım.
‘Seninle hiç bir ilgisi olmayan bir alandasın. Derdin ne senin?’
‘Sen sanki Kenan ilinde doğdun’
Doğruydu. Ama benim sorumun cevabı değildi. Ben Kenanca çalışıyordum çünkü arkeolojik kazılardan sürekli yeni metinler çıkıyordu. Latince çalışsaydım son bir yüzyılda keşfedilmiş hiç bir şeye denk gelmeyecektim. Şimdi ise Ba’al belamı vermiş, yepyeni bir metnin karşısında oturuyordum.
‘Niye yazılanları bu kadar dert ediyorsun ki? Sen yazmadın, sadece yazılmış olanı okudun’
‘Okuyunca da şeytanı uyandırmış gibi oldum’ Abartıyordum, yazılanlarda şeytandan bahsedilmiyordu. Kendimi ifade etmeye çalıştım:
‘Bak, binlerce yıl boyunca bir sürü kavim ne olduğunu anlamadan bu eski cümleyi duvarlarına kazıdılar, anıtlarına astılar, daha da kötüsü kutsal kitaplarını bu cümleyle açtılar. Şimdi biz çıkıp o cümleyi açıklayacağız.’
Her şeyi çözmemiz için depoda unutlmuş, 2012 kazılarında bulunmuş bir fildişi tarağı temizlememiz yetmişti. Taraktaki yazı o cümlenin en eski haliydi. Daha da önemlisi yazım yanlışı yapılmamış haliydi. Bir noktada artık Kenanca konuşmayan toplumlar cümleye denk gelmiş ama kopyalarken yanlışlık yapmışlardı. Öyle tek bir kelime değil, tüm cümle tanınmayacak hale gelmiş, sonuçta da kimsenin içinden çıkamadığı bir cümle olmuştu.
Yazılanları tekrar okudum. Sonra tüm cesaretimi toplayıp raporumun taslağını yazmaya başladım:
‘‘Bahsettiğimiz kazıda bulunan fildişi tarağın üzerinde cümle Kenanca’nın bilinen en eski metni oldu. Bir sonraki bölümde yazının detaylı çözümlemesini göreceksek de yazılanları kabaca şu şekilde çevirebiliriz: May this tusk root out the lice of the hair and the beard.’’
Pek anlaşılmıyor, değil mi? Boşverin, bazı şeyler anlaşılmaz kalsın. Ne kadar bilmesek o kadar iyi.
YORUMLAR
Sıla parası öykünüzü bulamadım . Link bırakırsanız okumak isterim. Madem uğradım geri vites olmasın dedim.
:))
Tam da bugün astığım yazıdaki ruh hali burada karşıma çıkıyor. Hissikablelvuku bu sanırım. İnsan derine indikçe hiçbir şey sandığı gibi olmuyor. Matrixi yaşıyor gibiyiz.
Neyse soru sormaya devam edelim. Sonu sonsuzluk olan evrene selam olsun.
Sevgilerimle...
İlhan Kemal
Teşekkürler uğradığınız için. 'Derine indikçe hiçbir şey sandığınız gibi olmuyor' Böylesi daha iyi galiba. O kadar uğraşıp da mikroskobu keşfedip, sonra da 'Keşke kendimi o kadar zorlamasaydım. Çıplak gözle de aynı sonucu alıyormuşum' demek de çok iyi bir şey değil. Bence de soru soralım. Filmdeki sahne gibi: 'Sormazsan ölürsün. Sen de ölürsün, sen de astsubayım, sormazsak hepimiz ölürüz' (Gerçi Mete yüzbaşının sözlerini epey çarpıttım ama olsun) Saygılarımla.
Suri'de doğulu kompleksinden kaynaklı bir batı özentisi var gibi. Doğu'ya ait her şeyden tiksinmiş bir doğulu. Şu an içinde bulunduğumuz ruh hali gibi. O yüzden kınamıyorum.
Ama Kenanca çözülmezse insanlık bir şey kaybetmez diyerek modern alfabenin atalarını çöpe atmak bir dilbilimci için büyük hata olur.
Şimdi tarakta yazan cümleyi yine bir Kenan köklü alfabe kullanan 1400 yıl önceki Arap toplumu yazsaydı, "şeytan sakalda yuva yapar" gibi bir şey çıkacaktı ve ayıkla pirincin taşını. Kenan diyarı biraz daha netmiş bu konuda.
Şu an dünyada bütün inanç sistemlerinin böyle bir taraktan çıkmış olma ihtimalini düşündüğümde ise biz insanlık olarak komple male parta male dilabuntur oluyoruz. Dolayısıyla bir şeyleri araştırmak için merak olmayınca sonumuz (ya da başımız) böyle tarak oluyor.
Elinize sağlık, küçük haberlerin büyük ilhamlar getirmesi dileğiyle..
İnsanlar kendilerini anlayamadıkları bir cümleye mi hapsettiler, anlamsız bir cümleye mi? Sorusunu sordurdu yazı.
Güzel yazıyorsunuz başka ne denebilir ki...
Selamlar, günaydın.
İlhan Kemal
Güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
Öykü yazılır sizden çıkar. Bu durumda ben de kafamda bir şey tasarlarım.
Saçı sakalı birbirine karışmış adamlar ritüel yapıp sallanıyordu. Kendilerini bir sihire kaptıranlar kapının açıldığını görmemiş ve duymamışlardı. Griye çalan mavi gözlü kadın bir şeytani gülümsemeyle elini çantasına götürdü ve içinden bir tarak çıkardı. Tarağı avuçlarında çevirirken adamlar neredeyse kendilerinden geçmiş baygın bir biçimde zeminde uzanıp titriyorlardı. Kadın tılsımlı bir şeyler mırıldanarak tarağı ağzına götürdü ve keskin dişleriyle bir güzel imzasını atarak masanın üzerine bırakarak dışarıya çıktı.
Ritüel bitmişti. Saçı sakalı birbirine karışan adamlar masanın üzerindeki tarağı bir çekim kuvveti gibi saç ve sakallarına değdiriyor ve zemine dökülen kıllara bakıp bilinmeyenden merhamet dileniyorlardı..
Uhhh.. İyi uydurdum galiba. 🙂
Her zamanki gibi gizemli ve okunası.
İlhan Kemal
Bu söz Kürşat Başar'a söylediğinde oradaydım, otuz yıl oluyor. Diyecek bir şey yok, 'yükle'ye bastığınız noktada Suri sadece benim değil, herkesin gri gözlüsüne dönüşüyor. Sizin versiyonda daha gizemli bir role bürünmüş: Yaşı bile belli olmayan, geldiği gibi ortadan kaybolan, dişlerinin keskin olduğunu bildiğimiz (O'daki Pennywise'ı hatırlatan bir şekilde) bir kadın olmuş. Benimkinde ıse 'Enseye tokat atarsanız sonuçları ne olur adlı makalesini yazmış, işsizlikten arkadaşına satan genç bir akademisyen. Her iki Suri de meşru.
Sadece karakterler değil, olay da güzel başkalaşmış. 'Kıl dökümü' ayini, görünürde zemine dökülenlerle (Bedenden gönderilenlerle) yaşanan bir arınma, temizlenme, günah çıkarma olmuş. Dallanıp budaklandırılabilinir. Saygılarımla.
lacivertiğnedenlik
Saygılar.
İlhan Kemal
Çok güldüm öykümü yazmaktan vazgeçtim :))) dün denk geldi o tarak ve güzel ironi olur demiştim.
Güzel kurmaca, öncekiler gibi biraz ballandırsaydınız.