- 253 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BİR DE İÇ SESİME SORAYIM
Gündelik yaşamda kendimizle yüzleşme anımız iç sesimizi dinlediğimiz anlardır. Bunu yaparken ne kadar doğru, gerçekçi ve samimi olduğumuzu anlarız. Biliyoruz ki asıl duygularımızın yanında bir de göstermelik duygular barındırıyoruz. Bunu da işimize geldiği oranda yansıtıyoruz.
Kendi gerçeğimizle, yaşadığımız dünyanın gerçeklerinin örtüşmesi elbette beklenemez. Dışa yansıtılan benliğimiz, karşımızdakinin beklentisi ölçeğindedir. Anormal durumlara düşmekten korktuğumuz durumlarda içimizdeki sesi kısıyoruz. Faklı biriymiş ve farklı düşünüyormuş gibi davranıyoruz. Gerçek hislerimizi insanlardan saklasak da içimizdeki sesten kaçıramıyoruz. Bize her şeyi dosdoğru o söylüyor. Kimimiz buna vicdanımızın sesi dese de, değildir aslında. Ondan çok daha özgür olan hissiyatımızın sesidir.
Biliyoruz ki iç sesimiz, her şeyi düşünür ve konuşur. Ayıp, günah, saygı, sevgi, edep terazisi kullanmaz içimizde. Sınır tanımaz hislerimiz, bangır bangır düşünür, hayal kurar ve fısıldar. Hoşunuza gider gitmez hesabı da yapmaz. Yüzüne bakarsın aptal demek geçer dilinden, söyleyemezsin. O, söyler ama söver sayar, ardına bile bakmaz. Belki bir tebessümle yansıtırsın dışarı, o kadar. Ardından hep birlikte gülüşür durursunuz.
Çoğu zaman içimize hapsettiğimiz, susmayan iç sesimizi duymazdan geliriz. Böylece kendi gerçeğimizi anlatabilmenin aczini yaşarız. Daralmayla birlikte öfkenin şimşekleri çakar gözlerimizden. Fırtınası dinmek bilmese de yüreğimizin, susarız. Çığlıklarla öldürürüz iç sesimizin samimiyetini. Mantığımızın gücü karşısında esareti yaşatırız ona. Kendi gerçeğimizin kurdu olup içten içe çürütürüz özümüzü. Ben bu değilim, deme ayrıcalığından uzak kaldıkça kemirir beynimizi kurtçuklar.
Neler söylediğimizin neler duyduğumuzun aksine neleri söyleyemiyor ve duyamıyoruz. Size söylediklerimle mi ben, benim; söylemediklerimle mi? Peki, içinden geçirdiklerinle mi sen, sensin; konuştuklarınla mı? Hislerimizin ne kadarını dış dünyaya yansıttığımızla alakalı, bir yaşantının ikilemi arasında gidip geliyoruz. Duygu dünyamızın, dış dünyadan çok daha geniş olduğunu iç sesimiz aracılığıyla yaşıyoruz. Meğer dışarıya yansıtamadığımız ne çok şeyimiz olduğunu anlıyoruz sayesinde.
Her ne kadar istemesek de duygularımızdan azade, farklı hayatlar yaşatıyor mantığımız. Bazen farklı dünyaların insanlarıyız, diyebilmeyi istesek de başaramıyoruz. İçi beni, dışı seni yakar, diyebiliyoruz kestirmeden. Dilimizin söyledikleriyle iç sesimiz arasında savaşı yaşıyor beynimiz. Ağzımızdan çıkanla tartılıyor, yargılanıyoruz. Duygularımız ve iç sesimiz kaybediyor savaşı. Böylece mantığımız, gerçek sansür nasıl olurmuş öğretiyor hepimize. Düşündüklerimizden kırparak yarım yamalak yaşıyoruz hayatı.
Mantığımız, karşımızdakilerin bizi nasıl tanımasını istiyorsa öyle konuştutur dili. Korkularımız demir ağlar döşer sesimize. İçerde özgürken, dışarıda tutsağıyızdır mantığın. Çirkin olana güzel, yanlış olana doğru, kötü olana iyi, yalanlara da gerçek diyebildiğine şahit oluruz. Bir de görüp de görmezden geldiklerimize ne demeli. Sessiz kalmanın erdem olduğu aldatmacasının içine giriyoruz bilerek. Edepli, dürüst kalmayı kendi içimizde yaşamakla yetinmeyi zafer kabul etmişiz. Tepki verip konuşmamızın getireceği sorumluluktan korkuyor ve kaçıyoruz aslında. Bununla yetinmeyip sahneye çıkıyoruz. İçim dışım bir, havalarına girip tripler atıyoruz.
Kendi kendimizi tanımaktan yoksun bırakıyoruz benliğimizi. Çatışmanın psikolojik yıkıntıları arasında ayakta kalmaya çalışıyoruz. Gerçek duygularımızı, düşüncelerimizi dışarıya aktarmanın getirdiği veya getireceği sonuçlarla yüzleşmekten korkuyoruz her ne kadar dile getirmesek de. Bunda da toplumsal normların belirleyiciliğini görmezden gelemiyoruz. Ama içimizde en ağır küfürleri, nefret söylemlerini barındırır söyleriz. En önemli sırlarımızı saklar kendinde. Birbirimize anlatır dururuz. İçimizden gelen sese kulak verir, güveniriz. Sadece onun samimiyetine inanırız.
Bireyler karşısındaki gerçek tutumumuzu kimi zaman edep terazisinde tartarak kimi zaman da korku ikliminin kahramanları olan diktatoryanın kollukları aracılığıyla frenlemek zorunda kalıyoruz. Mantık mefhumu ayıplar, günahlar, kurallar çerçevesinde samimi duygu ve düşüncelerimizin üstünü kapatmakla meşgul. Bu tutumumuzu alenileşen hırsızlıklar, haksızlıklar ve saçmalıklar karşısında da sergiliyoruz.
Oysa temiz, tertemiz kalan iç sesimiz, hala çocuktur, büyütmedik onu içimizde. Hep içten hep samimi hep dürüst kalsın, diye sakladık. Çıkarmadık gün yüzüne, saf kaldı. Utanmasına gerek yoktur onun. Zihnimizden geçenleri okur hem de hecelemeden. Onda yanlış anlama da yoktur. Olduğu gibidir. Kime ne değer biçtiğini hesabını da o yapar. Yerine göre terbiyesizdir. İçten içedir ilişkimiz samimi ve harbidir.
Çocuklar ve çocukluğumuz, iç ses ve dış sesimizin ayrışmadığı en samimi olduğumuz dönem değil midir? İçimizden ne geçiyorsa olduğu gibi eğip bükmeden, karşıdakinin ne anlayacağını nasıl anlayacağını ya hangi sonuçlar doğuracağına aldırmadan söyleyebilme özgürlüğünün olduğu gerçek özümüz değil midir? En masum, çıkarsız, yapmacıksız, hesapsız konuşmaları değil midir onları samimi kılan? Nasıl ayrıldık, koptuk çocukluğumuzun saf gerçekliğinden. Senaryoya nasıl kaptırdık özümüzü. Her sahneyi oynayabilmeyi ne ara öğrendik.
Bazen papağan olmanın insan formundaki yansımasından öte bir anlam taşımadığımızı anlarız. Bu o kadar normalleşmiştir ki sesimiz çıkmaz, lal oluruz ve alkışlanırız. Sen de içimizin dışımızın bir olmasının imkânsız olduğunu anlarsın geç olmadan. Ve dünya sahnesinde rol yapmanın hazzını yaşarsın.
Gerçek duyguların kaybolmaya, iç sesinin feryatları kısılmaya başlamıştır. İmkânsızdır artık hissiyatımızın mantığımızın önüne geçirmek. İnançlarımız, değerlerimiz, alışkanlıklarımız neyi nasıl yapacağımızın kararını çoktan vermiştir. Biz de kim tınlar iç sesimizin tıngırtılarını, der geçer gideriz.
MESUT AKÇA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.