- 621 Okunma
- 5 Yorum
- 4 Beğeni
Yazar Neden Yazar (1)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gençlere bir tavsiyede bulunacak olsam onlara yazar (ya da genel anlamda sanatçı) olmamalarını tavsiye ederdim. Yazarlık, ya da yazar olma arzusu zaten kendi başına bir sorunun, derinlerde sinsi sinsi varlığını sürdüren bir travmanın, içi irinle dolmuş cılk yaraların işareti değil midir? Akıl sağlığı yerinde olan, çevresinde kendisine az çok bir yer edinmiş, iyi kötü ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş bir birey neden tüm bu olumlu vasıfları sıfırlayacak, aydınlık günlerini karanlık gecelere çevirecek, zihnini ömür boyu hiç eksilmeyecek bir tamamlanmamışlık duygusunun esiri haline getirecek bir maceraya girişsin de durduk yere yazar olacağım desin? Hadi gençti, toydu, deneyimsizdi, bir kere hata etti, heveslendi diyelim. Neden bu konuda ısrarcı olsun, ayak diretsin, illa da yazar olacağım diye ömrünün en verimli yıllarını heba etsin. Çünkü yazar olmayı istemek; her şeyden önce derin bir yalnızlığın, doymak bilmez bir egonun, hiçbir şekilde tatmin olmayan bir bencilliğin, başkalarına yukarıdan bakma eğiliminin işaretidir. Bir çeşit Tanrı rolünü üstlenmektir çünkü eğer başarılı olursa insanların zihninden yüzyıllarca silinmeyecek karakterler, şehirler, yollar, köprüler, ordular yaratacaktır. Hedef azımsanmayacak kadar büyük olunca o hedefe varmak için atılacak okun da hırslı ve dirayetli olması şarttır. Bu yüzden yazılanlar kadar yazarın neden yazma eylemiyle meşgul olduğu sorusu de önemlidir iyi bir okur için. Bana kalırsa hiç de öyle ulvi gerekçeleri yoktur yazma eyleminin. Bunda gocunacak bir durum göremiyorum ben. Samimi şekilde bu soruyu yanıtlayan her yazar eminim benimle hemfikir olacaktır. Toplum için yazıyorum, halkım için yazıyorum, insanlığın acılarına ses olmak için yazıyorum, hak hukuk için yazıyorum, Allah’ın davası için yazıyorum gibisinden yazarın kendisinin bile inanmadığı lakırdıları geçelim. Her yazar tek bir amaç için yazar. Bu amaç da okunmak, takdir edilmek, övülmek ve mümkünse toplumun gözünde bir yerlere gelmektir. “Ben sadece kendime yazıyorum”, “Yazmak aslında benim kendi içime doğru çıktığım bir yolculuktur”, “Tüm yazdıklarımı aslında kendime birer nasihat olarak yazıyorum” gibi beylik lafları da sıklıkla duyarız ama bunlar da asıl amacı, yani övülme ve adını duyurma arzusunun üstünü örtmeye yetmez. Şu anda okuduğumuz, adını bildiğimiz ya da kayıt altına aldığımız yazarların yeryüzünde şimdiye kadar gelmiş geçmiş tüm yazarlara oranı büyük bir olasılıkla %10’u bile geçmez. Yani %90’lık kısmı bir daha hatırlanmamak üzere unutulmuş gitmiştir. Tıpkı toprağın içinde çürüyen bedenleri gibi yazdıkları da bugün asla bilemeyeceğimiz nedenlerden ötürü yok olup gitmişlerdir. Kalan %10’luk kısmı günümüzü aydınlatmaya, bizlere yol yordam göstermeye, hayatı kolaylaştıracak teknolojileri geliştirmemize yetmiştir. Bunun yanında biz bu adlara hak ettikleri saygıyı da gösteririz. Oysa onları diğerlerinden üstün kılan şey büyük oranda şanstır. Tarihin onların yazdıklarını haklı çıkaracak ya da öne çıkaracak şekilde ilerlemiş olmasıdır. Herkes övülmek, ünlü olmak, adından bahsettirmek ister ama çok azı başarır. Peki ama insan bütün bunları neden ister? Çünkü yazdıklarının diğerlerinkinden farklı olduğunu, kendisinin diğerlerinden daha iyi olduğunu, ferasetinin ve cesaretinin herkesinkinden üstün olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiaları doğru olmasa bile o bu iddialarda ısrarcı olur. O kadar ki başarının sırrı iddiaların orijinalliğinden çok yazarın ısrarcılığında, doğru zamanda doğru yerde bulunmasında, doğru kişilerle zamanın atmosferine uygun ilişkiler kurmuş olmasında gizlidir. Hayatı boyunca buna inanır, insanları da buna inandırmaya çalışır. Hayattaki en büyük mutluluğu insanların kendisi hakkında konuştuğuna şahit olmaktır. “Bakalım benim hakkımda hangi güzel şeyleri söylemişler!” diyerek açar bilgisayarını. Kendisi ya da yazdıkları hakkında söylenen güzel sözlere muhtaçtır ve bu sözler olmadan ne bir sonraki kitabı yazacak gücü vardır ne de başkalarının kitaplarıyla geçirecek vakti. Başka yazarla hakkında söylenen güzel şeyleri kıskanır, dikkate almaz, hatta tüm o güzel ifadelerden nefret eder. Kendisinin bir haksızlığa maruz kaldığı yalanına inanarak devam eder yazmaya. Hatta, bu mağduriyet duygusu -mağduriyetin gerçekleşmiş olması şart değildir- içindeki yazma arzusunun temel dinamiklerinden birisidir. Haset kine, kin hasede dönüşür. Güneşteki helyum-hidrojen dönüşümünden enerjinin açığa çıkması gibi bir şeydir bu. Haset-Kin döngüsünden yazı/sanat ortaya çıkar. O kinle vurur parmakları klavyeye, o sefil duygularla meydan okur dünyaya. Hiçbir zaman varamayacağı şatoların hayaliyle, Don Kişot misali saldırır yel değirmenlerine. Bir türlü içinden söküp atamadığı yalnızlık duygusunu unutmak için yeri geldiğinde kendini parçalar, bedenini hırpalar, en yakınındakilere bile zarar verir ama bunların hiçbirisi önemli değildir. Önemli olan bu eylemin gerçekleşmiş olmasıdır, önemli olan eserin ortaya çıkmasıdır, önemli olan ölüme meydan okuyabilecek ve zamanı yok sayacak kelimelerin tarihin o muayyen noktasına dev çivilerle sabitlenmiş olmasıdır. Çünkü yazmak zaten, yazarın -bizzat kendisinin ya da aidiyet hissiyle bağlı olduğu topluluğun- maruz kaldığına kendisini inandırdığı kötülüklere ve haksızlıklara saldırmasından, onları suçlamasından, onlardan kelimeler yoluyla intikam almasından başka nedir ki? Bu yüzden ben gençlere “Dünyayla sorununuz yoksa yazmaya kalkışmayın! Yaratıcı olursunuz ama yazar olamazsınız. Dünyayla ciddi bir derdiniz varsa zaten eninde sonunda içinizdeki o sanatçı en uygun bulduğu noktadan pırtlar, siz hiç merak etmeyin.” mesajını veririm. Yumruğunun biri sıkılı olacak, en kalın elbiselerin bile örtemediği içleri kurt dolu yaraların olacak, yüreğinin derinliklerinde haksızlığa uğradığına dair kızıl bir inanç olacak… Yazdıklarının hepsi bu yaralarına merhem olsun diye yazılmayacak tabii ki ama nitelikli okur anlayacak senin derdini. Çünkü nitelikli okur ne okuduğundan ahlak dersi çıkarandır ne de hikâyedeki karakterlerle kendisini eşleştirendir. Nitelikli okur; yazarın dünyayla ne derdi olduğunu araştıran, hikâyenin ötesine geçip yazarı karşısına alabilen, yeri geldiğinde bir dedektif gibi yazılanlar kadar yazılmayanlara da odaklanabilen ve nihayetinde “Yazarın dünyayla ne derdi varmış da bunca sayfayı doldurmak ihtiyacı duymuş?” sorusunu yanıtlayabilen kişidir. Nitelikli yazar da işte, arkasında böyle bir nitelikli okur kitlesi bırakabilen yazardır.
--- Devam edecek ---
YORUMLAR
Yazdığınız ego tatmini kısmına tamamen katılıyorum.Günümüzde bu tamamen zirve yapmıştır.Hem nefsini hem egosunu yenmiş yazar olabilenler hariç hepimiz okşanılmayı,övülmeyi, taltifi sınırsız bekliyoruz.
Olaya bir de şöyle bakalım.Yazarlık çok ünlü olup kitleleri arkasından koşturmak mı ? Çağa ayak uydurmak mı? Çok okuyup çok yazmak mı?
Bizden öncekiler mi çok şanslıydı yok sa bizler mi?
Mesela şu sitede yüzlerce şair yazar var ve birbirimizin yazılarını şiirlerini okuyup birçok şey öğreniyoruz.(Sana geldim bana gelcileri hariç tutuyorum.)Hatalarımızı karşılıklı yazarak öğreniyoruz, günlük 300 veya 400 okunma oranı yakalıyoruz.Bunu bizden öncekiler yapabiliyor muydu?
Kitap basmadan yazar olunur mu o bir kriter mi yoksa sanal sitelerde yazmak yeter mi?
Hele gençlere yazmayın demek okumayın demekle eşdeğer mi?
Tebrikler okunmaya ve düşünmeye değer bir yazıydı.Yazarın meramı yerine gelmiş midir acaba?
Saygılarımla.
Nefis bir yorumlama. Yazarlık tam da budur. Dertli olmaktır. Dertli olduğu için de dünyaya sataşmaktır.
Ali Rıza bey, besbelli ki: edebiyat rahlesinde epey diz çürütmüş, ter akıtmışsınız. Akıcı ve sürükleyici, aynı zamanda vurduğu yerden ses getiren yazınız için teşekkür ediyorum.
ahker tarafından 21.8.2022 15:24:26 zamanında düzenlenmiştir.
Yazarın neden yazdığı değil de yazdığı metne neden paragraf koymayıp, okuyucuyu yorduğu bir soru işareti...
Bir yazarın ağzından birebir şu sözleri duymuştum, "eğer bir kişi bile sizin yazdıklarınızı okuyorsa siz yazarsınız demektir."
Nasıl yani ya demiştim. Sonra anlamlandırdım ne demek istediğini. Yani siz de yazarsınız ben de yazarım. Ahmet Hamdi Tanpınar da yazar Tolstoy da yazar.
İşte öyle.