- 433 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
-ÖN YARGILARIMIZIN TUTSAĞI OLMADAN BAKMAK-
Gündelik yaşamda sıkça karşımıza çıkan bir konudur. Avukatlara sorulur çok kez. Suçlu olduğunu kesin bildiğiniz birini savunur musunuz? Önyargı yüklü, avukatların hemen tamamının az ya da çok ahlak yoksunu, etik değerlerden nasipsiz olduğuna inanarak sorulur özünde. Şuuraltı olan sorulardandır açıkçası. Soru değil borudur. Muhatabına yargısız infaz uygulamaya dönük bir sualdir. Neden derseniz, buna elbette savunurum diyecek avukata başka sorum yok diyecek o kadar çok insan evladı var ki. İyi de kardeşim en iyi savcıların kahvehanelerden çıktığını kim söylemiş ki?
Şunu soralım öncelikle, neden Hukuk eğitiminde hukuk sosyolojisi, hukuk felsefesi, suç psikolojisi, vs. dersler görülür. Bir insanın suçu sabit olabilir ama, suçu kadar ceza görmesi, ya da daha genel bir ifadeyle kanunun farklı durumlara karşılık gelen hükümlerinden hangisine mevzunun gireceği meselesi vardır. Zaten avukatlarda üstteki gibi gazeteci sorularına bu tarz yanıt verirler. Burada gayenin suçluyu aklamak, elini kolunu sallayarak çıkıp gitmesini temin etmek olmadığını belirtirler. Ve dahi suçuyla orantılı ceza alması, bazı kriterler eşliğinde cezada indirim imkanı var mı, suça iten etmenler gibi hususlara riayetin amaçlandığı dillendirilir kimi zaman.
Şimdi bana, ya kardeşim bana avukatları anlatma, bana anlatma diyenler de olabilir. Kendi hesabıma hayatım boyunca tanıdığım en dürüst avukatın Petroçelli olduğunu söyleyebilirim. Onun da kurgusal bir karakter olduğunu bilen bilir. Garibanlardan para almaz, hanımıyla birlikte bir karavanda yaşardı. Neden mi? Söz savunmanındı o vakitler çünkü.
Yok be ya, öylesi de değil elbet. Konuya gerçekte gündelik hayat, aktüel konularda düşünce geliştirmemiz, ön yargılar, algı yanılması, algı yönetimi, gündem oluşturma, propaganda vs. hususlara bir nebze değinmek babında bir girizgah mahiyetinde bağlandım.
Bir olay patlak veriyor söz gelimi. Neden cereyan etmiyor, ya da basit şekilde yalnızca olmuyor da patlak veriyor acaba? Ve biz bu medyatik yönlendirmeyi eşeleğiyle birlikte yiyoruz kimi zaman. Biri bir hata yapıyor, kabahat eyliyor, yahutta suç işliyor. Onu ya muhakkak surette müdafaa ediyor, ya da tepeden tırnağa giydiriyoruz. Dünya görüşümüze göre mi, öyle olsa öp başına koy. Efendim! Dünya görüşü yılların birikimi, kalıcılığı yakalamış yanımızdır. Değişken, kaypak, günübirlik haller hiç değildir ki. Bu tip hallerle alakalı tavuk karası, gece körlüğü tabir edilen durumlar daha uygun düşmez mi?
Şöyle ki, aktüalitenin getirisiyle, iktidar ya da muhalefet tandanslı olmamız fark etmez, kaygan, buzlu zeminde düşüp bir yanını kırmak an meselesi. İşin vahim yanı, farklı toplumsal, kültürel, siyasal kesimler hiç üstüne alınmıyor maşallah. Kendisine kadar objektif, saygı bekleyen, kendisi bir olumsuzlukla karşı karşıyaysa yaygarayı koparan, farklı olanı derhal ötekileştiren, o yapıyor, oraya bak, bana değil yapan bireyler, gruplar, topluluklar, yığınlar. Öyle ki, aydınlar, akademi, medya, siyaset, kültür sanat alemi, halk kesimleri bu olumsuzluktan azade değil kanımca.
Konular ya da kişilikler etrafındaki sorgulama, tartışma ve değerlendirmelerimizde ya hep ya hiç perspektifiyle bir şekilde benzerlik arz eden hallerin hepsini tümden aklıyor veya karalıyoruz vesselam. Bize dönük bir mevzu, şahsiyet etrafında düğümleniyorsa canım onda ne var ki büyütecek yaparken, zıt ya da farklı hallerde genel yetenek birikimimizi harekete geçirmek suretiyle hemen ayırt ediyoruz vaziyeti, ardından gelsin salvo atışlar, giderek linç kültürünün beslediği kitle psikolojisi arazları karşımızda değil mi?
Halbuki benzeşen, ortak payda oluşturan yanları olsa da, yanlışa yanlış, doğruya doğru, eğriye eğri demeli, diyebilmeliyiz.
Mesela bir gazeteci, televizyoncu cumhurbaşkanına hakaret ediyor. Apaçık hakaret, uçarı kaçarı yok bunun. Bir bakıyorsunuz bir vecize üzerinden acuzelik, ya da bir atasözü kanalıyla at o sözü. Eski Yeşilçam güldürülerinde vardır ya, çay bahçesinde komiğine giden yahut kıl kaptığı yan masada oturan birine dondurma püskürtüp diğer tarafa bakmalar. Birileri de diyor ki, canım ne var bunda bir atasözü vurgusu yapılmakta. Eleştirilen medya mensubu tarafından, özrü kabahatinden büyük, öküz demedim, büyükbaş dedim şeklinde savunma yapmalar. Bu müdafaayı kabul eden bizler ya. Maksadı o değil demeler.
Bir başka güncel örnekte ise doğrularla yanlışlar bir arada. Ünlü hafif müzik sanatçımız Sezen Aksu’dan söz ediyorum. Günübirlik yükselen, yitip giden, saman alevi misali yanıp sönen popüler müzik aleminde neredeyse yarım asrı deviren bir popülarite. Nasıl ki, geçenlerde hayata veda eden Fatma Girik ile birlikte, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın sinema tarihimizde dört yapraklı yonca tabir edilir. Hafif müzik tarihimizde de Nilüfer, Nükhet Duru, Ajda Pekkan, Sezen Aksu bu şekilde ele alınabilir hani. Şu kadar ki, en karizmatik Sezen bence. Diğerleri ölçeğinde o denli güzel değil belki. Ancak müziğiyle, albenisiyle fenomendir o. Ya elinin değdiği gençler. Ya söz yazarlığı. Öyle böyle değil, açıktır ki. Tamam, Nilüfer gümbür gümbür sesi yanı sıra hanım kişiliğiyle, zarafetiyle ayrılır. Ajda aranjman kraliçesidir, uluslararası kulvarda daha ziyade yankılanır. Nükhet Duru yine sesi, söyleyişi ile beraber daha kıpır kıpır, işveli cilvelidir. Amma velakin, bakmayın siz tüm bunlara, Sezen Aksu’da buz dağının derinliği suyun altını işaret eder daima. Bir gizemi, mistisizmi vardır derim.
Tam da bu noktada güncel suali çok düz biçimde soralım mı? Peki, bu ona dini değerlere hakaret, saygısızlık hakkı verir mi? Burada iki ayrı hususu ayırmak eğilimindeyim. Şarkıda geçmesi sorgulanmaya, tartışmaya müsait olan öge hakaret olmayabilir gerçekte. Nasıl olmayabilir, ya hakarettir ya değildir dersiniz de onu kendisine sormak durumundayız.
Öncelikle şarkı sözü nedir? “Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete. Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e” denilmekte.
Şimdi burada Havva ile Adem üzerinden göndermenin şarkı sözü olmasını sorgularım. Bir meyhane ya da barda, parmak parmağa tutuşmuş, hafifte çakırkeyif insanların salınarak, la la lay lay lom makamında terennüm edecekleri cinsten kavramlar mı? Değil elbet.
Ne ki, salt söz üzerinden bir dinsizlik, dine saygısızlık sanılanın aksine mevzu bahis olmayabilir de. “Ne şiş yansın ne kebap” demeden birlikte masaya yatıralım mı konuyu? Öncesinde “Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete” denilmekte. Yani günümüze bir gönderme var. Bugünün insanı, toplumu, dünyası, vs. Devamında ise “Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e” denilmekte. Bu bölüm ilk kısmın aksine mazi fiilli, kadim zamanlara dönük bir tasavvura bağlı. Vurmadan önce düşünelim mi? Bugünün insanı, insanlığı, toplumsallığı, siyasallığı o kadar bozuk, o denli altüst oluş içindeki, Adem ile Havva ne kadar Rabbinin emrine riayet etmese, ne kadar zalimlerden olsa, ne denli cehalet gösterse masumane kalır bu. Bu çağın yanında onların ki nedir? Olamaz mı böyle? E buna Sezen hanım yanıt verecek elbette. Niyet metre tabii ki yok elimde.
Diğer yandan bazı ilahiyatçıların konuyu bu minvalde ölçmeden, canım ne var, Adem ve Havva’yı Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah’ta eleştiriyor demeleri tam bir garabet derim. O zaman doğallıkla, yahu kardeşim, Allah kuluna çatıyor, tenkide alıyor da, en sonda da Rabbinin kendisine öğrettiği sözcüklerle Adem’in tövbe ettiği ve bağışlandığı vurgulanıyor. Başta yasak meyveyi yerlerse dünyaya indirilmek cezalandırma hali olarak sunulurken, en sonda artık bu bir ebedi ceza, sonsuz bir lanetlenme hali değil ki.
Din terminolojisi böyleyken bir din adamı çıkıp Sezen Aksu doğru diyor, Allah’ta kitabında aynısını demiyor mu demesi, hayret bir şey ya dedirtmez mi? Bu tarz ilahiyatçılar üstte yer verdiğim tüm hususlara değinmeden sosyete hocalığına, medyatik yönlendirmeye bağlı çağdaş din adamlığına soyunuyorsa hata yaparlar kanaatimce. Bu söylediklerim asla vaaz-ü nasihat değil. Linç kültürünün hangi kesimden olursa olsun insanı kahredici bir yalnızlığa gömen zalim doğasına bir itiraz penceresi açmaktır tam aksine.
Ne sanatçılar ne ilahiyatçılar ne mütedeyyin insanlar haksızlığa maruz kalmamalı hiç kuşkusuz. Şu kadar ki, politikacılar hangi yönde olursa olsun bu işi feci şekilde sömürüyor, suyunu çıkartıyorlar zannımca.
Demem şu ki, herkes için tolerans, hoşgörü, ancak en fazla da hakkaniyet, hakkaniyet. Dozu kadar, gramajı kadar. Unutmamak gerekir ki, söylediklerimiz doğru olabilir de, doğru söylediklerimizden mi ibaret?
L.T.
YORUMLAR
Evet önyargıları bir kenara koyup öyle hareket etmeli de
Acaba hoşgörüyü bitiren o bıçak o kemiğe nasıl dayanmış? Büyük tepkilerin genelde evveliyatı vardır.Birikir birikir patlar. İşte ona bakmak lazım
Esen Kalın
Filiz Şahin. tarafından 1.2.2022 22:03:34 zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Su yüz derecede buhar olur da, oraya kadar da bir ısınma, kaynama süreci vardır, değil mi?
Bu yüzden ve arz ettiğiniz husus babında çapraz bağlar kurmaya çalıştım ya
En son ifademde, kendime de pay tanımıyor değilim açıkçası
Ne derler "iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır"
Siyasal, toplumsal türlü ögeler bir araya gelmekte ve harmanlanmakta kuşkusuz
Medya, iletişim, sanat, siyaset dünyasının insanları da itinalı olacak diğer yandan
Şunu da sormalı
Ötekileştirme, kutuplaştırma hep aynı kesimin diğer kesime uyguladığı şiddet mi? Değil tabii ki
Birbirini tetikleyen, katlayan, kümülatif kılan süreçler vardır
Vardır da vardır hocam
Nihayet
Kıymetli varlığınızla şeref bahşettiniz şüphesiz
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.