- 270 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Milhan'a Mektuplar
‘Milhan’a Mektuplar’da Umudun ve Aşkın Işığı
Bir kaç aydır Veysel Çolak kitapları okuyorum. Önemli bir kısmı şiir üzerine yazılmış kitaplar bunlar. "Kedisi Gece" gibi farklı kitapları da var tabi. İnsanlar, diğer canlılar çevre, duygular, kırılganlıklar, hayaller, mücadeleler, dünyanın kahrı gibi konular birçok kitabın ilgi alanı içerisindedir. ‘Milhan’a Mektuplar’ın yanında “Kan Kırmızı Hayat”, “İnsan Denen Cehennem” gibi diğer bazı kitaplarında da aşk ve umut olgusunun etraflı bir şekilde işlendiği görülmektedir. Alımlayanlar, güzel kitaplar okudukça hem yazarla ünsiyet kuruyor hem de kitap sayfalarında sohbeti güzel bir insanla ve yazarla buluşuyor. Bir gençlik aşkı üzerinden sevgilenmeyi öğreten, hayatlara dokunan öyle çok güzellikler taşıyor ki... Hayatı, kitaplara sığdırmaya çalışan her yazar şair gibi Veysel Çolak’ta böyle güzel bir izleğe sahiptir. ‘Milhan’a Mektuplar’da da bahsi geçen bu muhteviyatı daha çok görmekteyiz.
Her ne kadar kurgulanmış bir sevgiliyle hasbıhal, mektuplaşma gibi olsa da bununla beraber insana dair bakış açıları, hayatın diyalektiği ve duygu halleri ele alınıp işlenmekte. "Herkes gücü oranında "verici" olsa, güçler zorlanmasa, sanıyorum, dünyada sevgi daha büyütülmüş olacak" (sayfa 15) İfadesinde, insani değer olgularının öncelendiği önemli bir tespittir. Yaşananlar üzerinden mesaj verme, temenni de bulunma özelliği de taşımakta bir taraftan. Yazılarda yüreğe dokunan, etkili çağrışımları da fazlasıyla görmek mümkün. "Herkes bir başkasıyla kendini açıklar" (sayfa 44) Bunun gibi diğer önemli noktalarda da kıyasta bulunma, değerlendirme ve tespitlerle anlatım daha da zenginleşmektedir. Bu yazılanlarda inşa süreci her ne kadar mücadeleyle süreğen olarak devam etse de bir taraftan her şey yıkılıp diğer taraftan inşa olacağı gerçeği, ana fikir olarak alttan alta verilmektedir.
“Milhan’a Mektuplar” yazarın otuzlu yaşlarında yazdığı bir eser. Otuzlu yaşlar ki ilk gençliğin, tecrübelerin, adrenalinin şekillendiği yıllardır. Hayatın en güzel, en özel yıllarıdır. Yaşandığı zamanı da yansıtan gerçekçi, hayata dair mektupları ihtiva etmektedir. Anılara gül saplamanın bilincinin kazanıldığı zaman dilimleridir. Nede olsa her tutku tükenip nihayet bulacaktır. Sevinçler, kırgınlıklar, yaşanmışlıklar ve nihan olan bazı yanlarıyla aşk, deryalara karışacaktır. Kim istemez ki aşkla örülü çelenkler bırakmayı yarınlara. Başka bir cihetten aşk, ayrılığın büyük sızısı değil midir? Vuslatın kıymetini de firkatin şiddetini de göstermeye çalışır yazar. Az tadında adrenalin ve terelelliler de ihtiva eder. Deliliğinde akıllılığında bir sınırı ve güzergâhı vardır. Zamanı ve insanları ehlileştirme çabasında olan anlayışların tuzu biberi olacaktır. Yazılan bütün mektupların, hayatın gerçeklerinden, umutlarından seçildiği görülmektedir. Mektup niteliği de taşımasının bir sonucu olarak duygunun, hasretin, özlemin daha öncelikli olduğunu görmek mümkün. Kitabın alt metninde bu duygu birikimi kendini ifşa ediyor. Daha çok bu yaşlara münhasır olsa gerek yürekteki uçuruma, heyelana, inişli çıkışlı hallere şahit olmamanın mümkün olmadığı gözüküyor. Sevinçlerin yanında dilim dilim aşk sızısını da taşıyor satırlar. İnsanın her türden olumsuzluğunun yanında zihninde de dumura uğrayacağı kesin.
İnsanın kendine bağlı olması yetmiyor. Birlikte yaşamanın ürettiği değerlere dikkat çekiyor bir taraftan. Bütün olmaya ve renklerin çokluğuna vurgu yapılıyor. Bununla beraber her halin bir tahlili yapılıp işleniyor. “Kırılıp dökülen bir gülüş” (sayfa 9) İfadesinde olduğu gibi gülüşün gerisi, izdüşümü sorgulanıp gözlemleniyor adeta. Özgürlük daha çok önceleniyor. Bu özgürlükte; köle ruhlulara, itaat müptelalarına, teslimiyet budalalarına hep bir serzeniş hali vardır. Konfüçyüs’ün dediği gibi “çok kişiyle konuş, az kişiyle düşün, tek başına karar ver” sözündeki olduğu gibi hayata dair bakışın şifreleri veriliyor bir yerde. Aynı buradaki durum, yazmada da geçerli değil midir? Bilgilenme, ortaklaşa deneyimleme ve yazma sürecinin bireysel olduğu gerçeğini imlemiyor mu?
Özge bir zamanlarda Milhan’a yazdığı bir mektupta şöyle seslenir yazar: "Herkes bir başına, dağınık ve arayıştan uzak. Bütün dengeler bozulmuş durumda. Ekonomik denge, siyasi denge diye bir şey kalmamış durumda"..."Kültürel değer üretilmiyor, üretilenler ise yalnız bırakılıyor" (sayfa 25) Otuz sene öncesi yazılan bu ifadeler kulağa ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Her devrin şikâyet kutuları dolu oluyor maalesef. Beş asır önce yaşamış olan Montaigne kitabındaki, gençlerin oburluğuna, doymazlıklarına yönelik tespitlere benzer bir yaklaşım gibi geliyor bana. Bu sarmallıkta genellikle her insan, geçmişi daha çok güzellikleriyle yâd etse de, her zamanın kendine göre iyisi de kötüsü de olacaktır. Bu kadar zorluklar ile beraber, tomurcuk derdinde olan ağaçlar gibi mücadelesini sürdürecektir insanoğlu.
"Kendi içine doğru uzun bir yürüyüş" (sayfa 90) Sözüyle insanı, hayatı, önemli olanı çerçevelendirir bir anlamda. Bu durum hayatı sorgulamayı, kabulleri, yapabilecekleri kapsıyor bir yerde. "Herkes kendi oyununu oynamak zorunda. Ve bunun adına yaşam diyoruz" (sayfa 51) Diyerek yaşananları normalize edip olağan olanı dillendirir bir yerde. Kımız içene, kız isteyene verilecektir sözünün bir başka çeşit söylenmesi gibi. Kuramsallıktan daha çok ampirik olmak yazarın birincil yaklaşımı olsa gerek. Maziye dair yazılanları özlemle yâd etmenin yanında burkucu bir hali de taşımaktadır.
Kim ne yaparsa kendine yapar sözünün bin bir türlü söyleniş çeşitliliği var. Bunu yazar şöyle serimler; "İnsanın doğaya eklediklerini "kültür" kavramıyla tanımlıyoruz çünkü aslolan, insanın insana eklediğidir" (sayfa 45) Hayatı, tabiatı, hayvanları, çevreyi insanlardan soyutlayamayız. Bu girift simbiyotik hal birbirini bütünler, tamamlar. Birindeki aksaklık diğerini de doğrudan ilgilendirir. Bu durum, birlikteliğe, ortaklığa yönlendirir insanı. Yazar da -yenibütüncü- kavramıyla insandan söz edip yenibütün bir arayışla yazar daha çok. Bu bakış açısı, tüme varımı imler. Asıl olan bireyi öncelemektir. Topluluktaki bireylerin ayrı ayrı değerini vurgulamaktır. Şair Veysel Çolak’ın bir şiirinde "işe kendinden başlamalı hırçın yontucu" dediği gibi önceliği, başlangıcı ve istikameti, bireyin kendisinden başlatarak ilerliyor. Deneyimlemenin, ortaklaşa bilgilenmenin öğreticiliğine yaslanıyor adeta. Yine aynı şekilde şiirlerinde de "yenibütüncü şiir" anlayışıyla-kuramıyla ele alıp böyle bir çerçeve oluşturuyor. İnsanın ruhu, sevinçleri, hüzünleri, kırılganlıkları resmediliyor. "Özür dilemeyi incelik diye adlandıran anlayış, aslında hatayı, hatanın çoğalmasını meşrulaştırmış oluyor" (sayfa 14) Sözüyle farklı bir bakışla, madalyonun diğer yüzünü göstermeye çalışıyor. Mesela, “solgunluğu” ertelenen bir yaşantının anlamı olarak görür ve kırılıp dökülen hayatlar hep böyle ilgi alanındadır. Sevgisi de öfkesi de samimidir. Yazarın bu hassasiyeti hiçbir şartta tevil götürmez.
Umutlar hep yaşatan olur. Azalan insan enerjisine takviyede bulunup diri tutar. Sinelerdeki ve yüreklerdeki mermi gibi sıkıntıları daha çok küllendirir. İnsanoğlunun birçok ayrıntıya dikkat kesilmesini sağlayıp gelişimine katkı sunar. Daha güzele daha özele yontarak, sanatsal heykellere dönüştürür. Her ne kadar bıçakların keskin taraflarında daha çok insanlar görülse de, dünyamızı, çevremizi, bütün canlıları içine alan ekosistemde bizlere doğru istikameti bulduran olur. Şair Veysel Çolak’ın bir şiirinde dediği gibi “paslı bıçağı işlektir bu haydut çağın” Sözündeki gibi doygunlukta yaşanıyor acılar maalesef. Yaşama sanatı denen olgu bu tecrübelerden doğuyor. Farklı neşelerde olsa farklı acılarda olsa hep insanlığın ortak küfelerini bunlar dolduruyor. Her zaman diliminde her hayat kendi derdiyle hemhal olurken bir taraftan da yeni sabahlar türküler çağırarak başka insanları uyandıracaktır. Velhasıl insan, yakası ile yüreği arasındaki gidiş geliştedir her daim. Yazarın ifadesiyle, “Kendi içine doğru uzun bir yürüyüş” mektuplarıdır bunlar. Bu tespit, kitabın bir özeti gibi duruyor. Daha çokta kendini bulmaya çalışan, kendine göçmen olan ve yaşadıkça ölen insana bir hayat suflesi veriyor. Yarının ve yarından sonrasının bir insanı bir yazarı olmak işte böyle bir şey olsa gerek.
İlkay Coşkun
Ocak 2022