- 333 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
NAZIM'IN İNCE MARANGOZLUĞU
Türk şiirinin büyük ustası Nazım Hikmet’in ince marangoz olduğunu bilir miydiniz? Evet, büyük insan ve büyük şair Nazım Hikmet , ressamlık, ve ipek dokuma işçiliğinin yanı sıra, aynı zamanda değme mobilyacıya taş çıkartacak kadar ince bir marangozdur.
Anadolu Türkçesinin ince buluşlarından biri olan ’’ ince marangoz’’ sözcüğüne Nazım Hikmet bayılırdı. Sanat değeri ve emek taşıyan sandık, kutu ve çekmeceler ise şairin yaşantısında çok özel bir yer tutarlardı.
Marangozluk zanaatına, Sabahattin Ali’nin de çok düşkün olduğunu söylerler. Sabahattin Ali, Aydın Cezaevi’ndeyken , kitap, kapkacak vesaireyi koymak için kendi elleriyle bir raf yapmış. Ayrıca sapında ’’S.A.’’ rumuzu bulunan tahta kaşıklarda oyarmış. Nazım Hikmet, yalnız ince marangoz sözcüğünün ’’verbal’’ çekiciliğine değil, zanaatın kendisine de vurgundu. Bunu eşi Hatice Piraye Hanım’a yazdığı 1945 tarihli, adsız bir şiirin başlangıcından anlıyoruz:
’’Köprüden emanetçi Nuri Efendi’ye verip...bir servi sandık yollasa bana memleketim İstanbul...bir gelin sandığı...Çınn! diye çıngırağını çınlatıp kapağını açsam...iki top şile bezi...iki çift bürümcük gömlek...klaptan işlemeli mermerşahi mendiller...Edirne sabunları...tülbent torbalarda Lavanta çiçeği...ve SEN çıkacaksın içinden.’’
Nazım Hikmet’in kutu ve sandıklara düşkünlüğü bu alanda üretim yapacak ve yapıştıracak kadar derindir. Mahpushanedeyken , icrai-i sanat eden ince marangozların yanlarına sokulur, onları yakından ve hayranlıkla seyrederken, bir yandan da yaptıkları işin inceliklerine dair sorular sorardı.
Şairin, kutu, çekmece ve sandıklara karşı neredeyse marazi diyebileceğimiz tutkunluğu, kendi üretmiş olmasa bile;onu, yakınlarına bu türden armağanlar gönderecek kadar etkilemiştir.
’’Suzan ve Leyla’nın sandıkları odamda duruyor. Suzan’ınki cevizdendir, üzerinde ’S’ markası da vardır. Leyla’nınki kırmızı gürgendir.’’
Suzan, Piraye Hanım’ın kayın babası Mehmet Ali Paşa’nın velayeti altında yaşayan Memet Fuat’ın kız kardeşi, Yani şairin üvey kızıdır. Nazım Hikmet onun için cevizden oyma ve kapağında ’’S’’ inisiyali bulunan bir pudriyer ile bir de sandık yapmıştır.
Nazım Hikmet, delice sevdiği eşi Piraye Hanım’a Bursa Mapusanesi’nden yazdığı bir şiirinde şöyle der:
’’Ne güzel şey hatırlamak seni
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine
Bir çekmece
Bir yüzük
Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.’’
Nazım Hikmet’in marangozluk mesleğine ve zanaatkarlara karşı duyduğu ilginin derinliği yine eşi Piraye Hanım’sa Bursa Mapusanesi’nde yazdığı 12 Ağustos 1943 tarihli fantastik bir mektupta şöyle dile getirilir:
’’Üç atölyede üç ocak kuracağız. Ama mutlaka kuracağız. Ocaklardan bir tanesi, marangozhanede ki tuğladan olacak. ikincisi resim atölyesindeki beyaz mermerden ve şiir odasındaki senin saçların gibi güneşli Ural taşından . Sen marangozhanede ki ocağın başına beyaz keten ve çok kısa etekli bir entariyle oturacaksın. Koltuğunu ben kocaman iki şimşir kütüğünden oymuş olacağım. Resim atölyesinde kırmızı kadifeler giyeceksin, ve koyu mavi bir maroken koltukta oturacaksın. Maroken işini beceremediğim için , ayaklarının altına abanozdan oyma bir tabure yapacağım . Şiir odasında gayet ince ipekliden ve çıplak tenine çok uzun ama yerlerde sürünürcesine uzun etekli ve tek dikişli bir entari giyeceksin. Ayaklarında çorap olmayacak. Yüksek topuklu ve üzerileri eski Antep işi sırma işlemeli kadife, mavi kadife terlikler bulunacak. Yumuşak çok geniş bir koltukta oturacaksın. Cigara masanı ve kutunu ben yapacağım. Çünkü yumuşak koltuğu da yapamam, ama belki o zamana kadar senin için döşemeciliği de öğrenirim ve ara sıra o yeryüzünün en biçimli parmaklarını uzatıp benim senin için yaptığım cigara masasından -bu masa gül ağacından ve kutu abanozdan olacak bir cigara alacaksın.’’
Nazım Hikmet’in bu rüyası gerçekleşmedi ama deha mertebesindeki sanatçı, hapiste bulunduğu uzun yıllar içinde şiir ve oyun yazma, çeviriler yapma, adam yetiştirme ve dil araştırmalarının dışında; dokumacılık, ince marangozluk yapmaktan da geri durmadı...
Bazı yağlı boya tablolarıyla bir bölüm kara kalem çalışmaları, ne yazık ki yitip gitmiştir ama ondan arta kalan ceviz mücevher kutusu, cilalı tahta çantalar, oyma tepsi, pudriyer ve şiirde sözü edilen ve üstüne, yürek delip geçen bir okun oyulduğu tahta yüzük, bugün çok değerli birer koleksiyon eşyası olarak saklanmaktadır. Bu el işlerinden en ilgi çekici olanı, eşi Piraye Hanım’a, mektupları ve şiirlerinde yapmayı vaat ettiği ceviz kutudur.
Nazım Hikmet’in ifadesiyle bu ’’çekmece’’ ile Adalet Cimcoz’a hediye edilen ve bir benzeri de Piraye Hanım’a verilen çanta, bundan bir kaç yıl önce bir büyük bankanın açtığı sergide halka teşhir edilmiştir. Piraye Hanım’a armağan ettiği mücevher kutusu içi ebru kağıt kaplama olup gizli bir kilitle açılabilmektedir. Kutunun ön yüzü, kilidin gizlendiği dikine dizili yarım tahta çubuklarla süslenmiştir.
Nazım Hikmet’in ikinci bir ince marangozluk eseri ise Adalet Cimcoz için yaptığı tahta mektep çantasıdır. Çantayı koleksiyoncu Necip Sarıcı’ya armağan eden aktör Mümtaz Ener’in Sarıcı’ya daktiloyla yazdığı çantayla ilgili mektup şöyledir:
’’Dünya ozanlarının ustası Nazım Hikmet, Bursa Hapisanesi’nde yatarken Adalet Cimcoz’a tahtadan bir valiz yapar. Adalet bunu kardeşi Ferdi Tayfur’a verir. Ferdi bana verdi, ben de sana veriyorum. Benden sonra bunun nenin nesi olduğu bilinmeyecek ya tahta parçası olarak yakılacak, yahut çöplüğe atılacak. Sen sanatı çok seven bir insansın. Koca ustanın elleriyle meydana getirdiği bu tahta valizin manevi değerine sende ulaşacağına emin olarak sana verdim.’’
Deha mertebesindeki sanatçı ve bilim adamlarının bizlere tuhaf ve garip gelen tutkuları vardır.Çoğu kezde bu tutkular, onun misyonu ve kariyeriyle içten ve organik bağlı bir karmaşık ilişkiler zinciri içindedir. İşte asıl mesleği müzisyenlik olan Herschel, hayatını org çalarak ve müzik dersleri vererek kazanıyordu. Ama astronomi onda, önüne geçilmez bir tutkuydu. Büyük çaplı mercekler üreterek kocaman teleskoplar yaptı ve astronomi tarihinde yeni yıldızlar keşfeden sayılı gök bilimciler arasında yer aldı. İşte Da Vinci; mimarlık, heykeltraşlık ve ressamlığın yanı sıra, antik Grek mitolojisindeki İkaros’un öyküsünü gerçekleştirmek için ilk takma kanatlı insan uçuşu denemelerini başlattı.
Nazım Hikmet...Yalnız kendi ülkesinin aydınları değil, üstüne İngilizce sayısız ciltler yayınlayan Batı kültürü mensubu aydınların da gereğince ve layığınca anlayıp yorumlayamadığı o koca deha, işte bu yukarıda adlarını sayıp döktüğüm adamların soyundandır. Bize düşen görev ise onları anlamak. Çünkü, bizim bugün hayranlıkla dinlediğimiz senfonileri onlar dinlemeden bestelediler !