- 371 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
DÜNYAYI SARSAN YILLARIN ROMANI
Tüm ciltlerini bir çırpıda okuyup bitirdiğim ’’Ve Durgun Akardı Don’’ uzun süre etkisinden kurtulamadığım romanlardan biri oldu her zaman. Siyah Beyaz kapak deseni bugün gibi aklımdadır.
Birinci Dünya Savaşı romanları denince aklıma ilk gelen romanın ’’Ve Durgun Akardı Don’’ olması sanırım romanın kapsadığı zaman diliminin dünyanın temellerinden sarsıldığı bir süreci ele almasından. Hem bu ilk dünya savaşını hem de büyük bir alt üst oluşa yol açacak savaşa son veren devrimi ve iç savaşı anlatmaktadır. Romanın ilk cildi yayınlandığında henüz 23 yaşında Mihail Şolohov. Bu yüzden yaşından dolayı kuşkuyla yaklaşılmıştı yazara. Batı dünyasının uzun süre peşinden koştuğu bu kuşku, romanın müsveddelerinin ortaya çıkışıyla kalkabilmiştir ancak. Sosyalizmin inşa sürecinden bir kesiti anlattığı ’’Uyandırılmış Toprak’’ ile ’’Don Kıyısında Hasat’’ ta da Don kazaklarını anlatan Şolohov’a, 1941’de Stalin, 1960’ta Lenin ve 1965’te ise Nobel ödülü verildi.
Bir Osmanlı-Rus savaşından dedelerinin kaçırıp getirdiği Türk kadınından dolayı soylarına Türk kanı karışan, bu yüzden kazak toplumundan dışlanan kadının uğursuz olduğuna inanan köylüler dedenin evine saldırıp kadını öldürürler. Melekof ailesinin odağında bulunduğu ’’Ve Durgun Akardı Don’’, sakin yaşantıları savaşla bozulan, Ekim Devrimi ile temelinden değişecek olan Don Kazaklarının öyküleridir.
Şolohov başlarda ’’Don Hikayeleri’’adıyla dergilerde yayınladığı bu öyküleri daha sonra romanlaştırmıştır. Dört ciltlik roman Birinci Dünya Savaşı, Şubat ve Ekim devrimleri ile iç savaş dönemini kapsayan çağdaş bir destandır. Savaşın ön saflarına sürülen, Rus toprak ağaları boyarların, Kazak atamanlarının silahlı gücünü oluşturan Don kazakları, iç savaşta da Beyaz Orduların temel silahlı gücü olacak ve devrime isyan edeceklerdir. Başlangıçta devrimin akıntısına kapılan Gregor Melekof’un baş karakterlerden biri olduğu romanda iç savaş Beyazların yenilgisiyle sonuçlanır. Savaşta olduğu gibi devrime ve iç savaşa da isyancı kazaklara da Kızıllara olduğu gibi hümanistçe yaklaşan Şolohov, bunu Gregor ile Aksinya’nın aşkında, Natalyan’ın kıskançlığı ve boyun eğişinde Darya’nın hoppalığında, asılan, kurşuna dizilen Bolşevik devrimcilerin metanetinide eşdeğer bir sevgiyle işlemiştir. Gregor’un devrimle ilişkisi nasılsa Aksinya’nınGregor’a olan aşkı da öyledir;inişli çıkışlı, kopuşlu ve bağlanışlı. Çünkü Don Kazakları da böyledirler. Az önce devrimden yana iken şimdi, biraz sonra karşı devrimin safına geçebilmektedirler. Kardeşin kardeşe düşman olduğu zamanlardır. Ama geçecektir bunlar. Nitekim ’’Uyandırılmış Toprak’’ ile ’’Don Kıyısında Hasat’’ ta görürüz bunları.
Kişileri tavır ve eylemleriyle resmeden Şolohov, kahramanlarının ruh durumlarına koşut bir anlatımla betimlediği doğa manzaralarını hep geniş bir açıdan görmüştür. Romanın 1957’de Sergei Geresimov’un çektiği üç bölümlük sinema uyarlamasında da rastladığımız insan ve doğa sevgisiyle yüklü bir görüş açısı ’’Ve Durgun Akardı Don’u ’’İlyada’’ ve ’’Odyssia’’ile ’’Savaş ve Barış’’ın yanına koymaktadır.
Birinci Dünya Savaşı’nı anlatan, ancak daha çok savaş karşıtlığıyla öne çıkan romanlardan biri de ’’Silahlara Veda’’dır. Onu aktif bir savaş karşıtı yapacak Birinci Dünya Savaşı’na 17 yaşında gönüllü olarak katılan ve İtalyan ordusunda çarpışırken yaralanan Hemingway, ’’Silahlara Veda’yı savaşı bizzat yaşayarak yazmıştı. Romanda havaya uçan insanları, kopan kol ve bacakları, akan kanı anlatması bu yüzden.
Hemingway savaşı bir insanlık suçu olarak değerlendiriyordu. ’’Silahlara Veda’’da bu temi savaşın içinde, fırtınanın tam ortasında yaşanan bir aşk öyküsüyle anlatmıştır. Buna rağmen sonradan ’’Çanlar Kimin İçin Çalıyor’’ u yazacağı İspanya İç Savaşı’na katılıp Cumhuriyetçiler safında dövüşmekten de kaçınmayan Hemingway, ’’Savaşın gerçekten ne anlama geldiğini bilen az sayıda insandan birisi olarak, hayatta savaş kadar tiksindirici bir şey görmediğimi söyleyebilirim. Uluslararası anlaşmazlıkları çözemediği gibi yıkımdan başka da bir şey getirmediği için uzun zamandır savaşın yeryüzünden kalkması gerektiğini savunuyorum’’ diyebilmiştir. Hemingway İkinci Dünya Savaşı’nda da Fransa ve İtalya cephelerinde savaşmıştı.
Hemingway’in 1929’da yazdığı, savaş karşıtı bir baş yapıt haline gelen ’’Silahlara Veda’’ faşist yönetimce İtalya’ya sokulması yasaklanan kitapların ilk sıralarındaydı . Hemingway’in savaşın tam ortasına, romanın odağına yerleştirdiği İngiliz hasta bakıcısı Catherine Barkley ile İtalyan ordusunda teğmen olarak görevli Amerikalı Frederic Henry’nin aşk öyküsü, ölümle hayat arasındaki uçurumun keskinliği ve derinliğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Sinemaya’da uyarlanan ’’Silahlara Veda’’da yaşamın, yaşama sevincinin altını kalın bir kalemle çizen aşk, savaşın getirdiği ölüm ve tüm yıkıma karşı koymayı kolaylaştıracak bir sığınak, tek güçtür
Askere alındığında 17 yaşında bir Lise öğrencisi olan Erich Maria Remorque, savaşta Batı Cephesine gönderilmiş, çarpışmalarda ağır yaralanmıştı. Savaşın sonuna kadar hastanede yatan Remorque, ’’Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’’1929’da yayımlandığında İkinci Dünya Savaşı’na yol açacak büyük bunalım bir kasırga gibi hızla yaklaşmaktaydı.
Roman başta Almanya olmak üzere tüm dünyada büyük yankı yarattı. 1930’da filme çekildi. 1931’de de devamı niteliğindeki ’’Dönüş Yolu’’nu kaleme alan yazarın kitapları çok geçmeden, Almanya’da iktidarı ele geçiren Nazilerce yasaklanarak yakıldı.
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’’ Alman milliyetçisi öğretmenlerin kışkırtmasıyla savaşa gönüllü katılan bir grup gencin dramını anlatır. Daha okul sıralarında başlayan militarist eğitim, savaşla birlikte gençlerin vatanseverlik duygularını coşturmuştur. Alman toplumuna kahramanlık, şan ve şöhret getiren romantik bir ülkü olarak sunulan savaş, somut karşılığını gençlerde bulmuştur. Çalan savaş bandolarıyla oyuna gider gibi savaşa giden gençler, savaşın gerçek bir yıkım, yok etme, ölme ve öldürme olduğu gerçeğini, az önce sapasağlamken birden düşen bir bombayla yanlarında paramparça olan arkadaşlarının ölü bedenleriyle yüz yüze geldiklerinde anlayacaklar ve bunun yarattığı travmayı ömür boyu yaşayacaklardır.
Rermorque bunu ’’ Batı Cephesi’nin devamı olan ’’Dönüş Yolu’’nda ele alır. Okul sıralarından koparılıp savaşa yollanan çocuk yaştaki bu askerler, dönüşlerinde hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığını gördükçe yalnızlaşmış, arkadaşları başta olmak üzere tüm topluma yabancılaşmışlardır. Ölümü ve öldürmeyi gördükten sonra yaşamı anlamsız bulmaya başlayan bu çocuk askerler, aralarında ölüm bağı. ’’ölüm arkadaşlığı’’ kurdukları birbirlerine karşı da giderek yabancılaşacaklardır. Bu yabancılaşma, sonunda kahramanların kimini kendisini vurmaya, kimini alkole gömülmeye, kimini devrimin, kimini yükselen Nazizmin safına iterek birbirleriyle çatışmaya çekecek denli derin, yoğun ve keskindir.