- 500 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
-ATATÜRK YAŞIYOR MU?-(5)
Önceki bölümde milliyetçilik kavramını müspet dairede olumlu karşıladığımı, ırkçılık mefhumunu ise menfi açılımlarıyla birlikte reddettiğimi dile getirdim. Kuşkusuz neye ve kime göre sorusu da akla gelebilir. Öyle ya, daha sert milliyetçilik anlayışına göre alt derece, şiddet göstereni milliyetçiliğe sığmazken, daha naif yaklaşım sahiplerinin gözünde de kendisini aşan coşkulu, heyecanlı yaklaşımlar şoven, hamasi karşılanabilir de. Çok bildik bir örnektir ya, siyasi terminolojide radikal sağ/sol kavramları vardır. Aşırı sağ/sol dediğinizde sübjektif bir yaklaşım olarak algılanır ki, doğaldır da.
Diğer yandan ülkemiz tarihine baktığımızda da tartışmalı konular olmaktan geri durmadığı muhakkaktır. Bu durduk yerde böyle değildir elbette. Geniş toplumsal, siyasal, ideolojik kesimlerde farklı yankılanmaların sosyolojik türlü boyutları karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla kendi kişiselliğimize saplanıp kalmak ya da mensubu olduğumuz politik/düşünsel yapılanmalara yaslanmak suretiyle sağa sola salvo atış yapmak yanıltıcı olacaktır. İnadına milliyetçiyim, ırkçıyım, faşistim gibi körkütük refleksler göstermek yerine bilgilenmenin yollarını aramalı ve muhtelif hususlar üzerinde düşünmeliyiz derim. Bu bizi daha demokratik tutum ve davranışlar geliştirmeye de sevk edecektir.
Öyle ki, Anadolu’muz jeopolitik konumunun tayin edici yönüyle de çağlar boyu medeniyetlere, devletlere, imparatorluklara ev sahipliği yapmış bir dünya açık hava müzesi özelliği göstermektedir. Kabul etmeliyiz ki, bu toprak Avrupa’da temellenen nasyonalist, faşizan eğilimlere kapalı bir coğrafya özelliği göstermektedir.
Etnik, kavmi, mezhepsel eğilimleri kaşımak karşıtı yapıları da tetiklemekte ve tırmandırmaktadır. Bu anlamda vatanına, milletine, ülkesine bağlılığı bir nevi s… yarışına dönüştürmek vahim sonuçlar doğuracak hataların habercisi olacaktır. Ve hatta geçmiş devirlerde dış güçlerin provokasyonlarına da bağlı olarak acılı dönemlerden geçmişizdir. Açıktır ki, bilgece bir olgunluğu, irfan seviyesini terk etmemek aklı selimin, sağduyunun gereği olmaktadır.
Şu kadar ki, on dokuzuncu asırdan bu yana batı dünyasında meydana gelen iktisadi, siyasi gelişmeler ve bunlara bağlı biçimlenen ideolojik etkileşimler gittikçe tüm dünyayı etkisi altına almış bulunmaktadır. Özellikle 1789 Fransız ihtilali bu noktada temel bir öneme sahip olmaktadır. Bu öyle bir hadisedir ki, tetiklediği fay kırıkları ve meydana getirdiği depremlerle, artçı şoklarla birlikte imparatorlukların yıkılmasını ve ulus devletlerin inşa edilmesini tayin etmektedir. Doğurduğu sonuçlara bakmaksızın yalnızca nedenleri üzerinden okunduğunda salt hümanist değerlere dayalı saf, masumane bir cereyan izlenimi uyandırabilir de. Demem şu ki, tüm dünyada orta çağın hükmünü doldurup bir taassup batağına dönüştüğü göz ardı edilemez şüphesiz. Ne ki, tesis ettiği milliyetçilik, ulusçuluk dalgalanmaları hangi ölçüde milletlerin, bölgelerin doğal ritimde işleyen tarihsel, kültürel birikimine dayanmaktadır? Sormak gerekmez mi?
Mesela Orta Doğu ve Afrika ülkelerinin -cetvelle çizildiği geometri ilmiyle sabit- sınırları dahilinde kare/dikdörtgen devletler bir dünya atlasında bizleri karşılamaktadır. Bu çizgide ilerlediğimizde ise asırlara dayanan oryantalist birikim kadar modern Siyonist, emperyalist politikalar şablon kesmektedir dersek bilmem ki mübalağa mı ederiz?
Hiç kuşkusuz eski haşmet ve heybetinin oldukça uzağında olan Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış süreci üzerinde de bu milliyetçilik rüzgârlarının etkisi büyüktür. Siyonist ve mason bir alemin arka planında yer aldığı muhakkak bir dünyadan söz ediyoruz şüphesiz. Osmanlının son deminde büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda kızıştırdığı imparatorluk içerisindeki azınlıklar devletin birden hız alarak çöküşe sürüklenmesinde etkili olurlar. Bu bağlamda okuduğumuzda 2’inci Meşrutiyet döneminde kudret ve kuvvetini arttıran, aslında ise 19’uncu asırda Çarlık Rusya’sı coğrafyasında şekillenen dış Türkler eksenli Türkçülük hareketlerinin de üzerinde önemle durmak gerekir.
Bu noktada da yeryüzünde meydana gelen hadiseleri hiçbir vakit tek yönlü ölçmemek gerektiği muhakkaktır. Mesela Osmanlıcı, İslamcı, gelenekçi akımlar imparatorluğun, evveliyatta da erozyona maruz kalsa da, 1908 inkılabını takiben büyük bir süratle çökmesini baz alarak Türkçü/milliyetçi cereyanları ve mensuplarını olumsuz karşılarlar. Bir kere mensupları itibariyle dönemleri tarafından yoğrulmak noktasında bu değerlendirmeleri pekte hak etmedikleri gibi, olgular etrafında çok boyutlu düşündüğümüzde dünya görüşünün dahi doğal bir ritim ve seyirde dayanaksız peyda olmadığı anlaşılacaktır. Demem şu ki, Mason bir arka plan dahilinde de ele almakla beraber kendi tarihsel süreçlerimize dayalı şekillenen içsel dinamikler daha ziyade etkili olmaktadır.
Tam da bu düzlemde, Osmanlının yükselme devrini müteakip önceleri yavaş, belli belirsiz seyir takip eden ve fakat giderek ivme kazanan devlet, idare ve ordu etrafında başlayıp sosyokültürel zeminde düşünsel bir taassubun boy vermesiyle beslenen zayıflama süreçlerini de okumak, doğru okumak gerekmez mi? Bunları göz önüne almaksızın vay Kemalizm, vay Tanzimat kafası de dur, neye yarar? Karlofça antlaşması ile başlayan ve sonraki iki asır boyunca sürgit devam eden toprak kayıpları, imzalanan onca ağır şartları olan antlaşmalar yokmuş gibi Lozan aşağı, Lozan yukarı salınır dururuz. Efendim! Bu kadar kurtlar içten içe kemirirse iskeleti ve giderek iç bünyeyi; salt 1908 ya da biraz daha öncesiyle başlayan Yahudi/İngiliz patentli süreçlere takılıp kalmak, e biraz havada kalacaktır müsaadenizle.
Hiç kuşkusuz rahmetli sultan 2’inci Abdülhamit’in siyasi zekâsıyla biçimlendirdiği politikalar süreci önce yavaşlatır, devamında neredeyse durmak noktasına getirir. Fakat ardından zincirlerinden boşalırcasına işlerin kontrolden çıktığı İttihat ve Terakki safhasını dahi tetikleyecek bir tepkimenin oluşumuna alttan alttan zemin hazırlayan da tam bu Abdülhamid-i Sani evresi olmaktadır. İşit de inanma değil mi? Ne yazık ki, üretilen politika ve uygulamalar çift taraflı işlemektedir.
Evet, Abdülhamit siyasetinin bir yanıyla alaylı diğer tarafıyla okullu bir zümre inşa ettiğini söyleyelim öncelikle. Öyle bir hafiyelik sistemi kurulur, kuş uçurtmaz hani. Bu durum münevver tabakanın hürriyet bağlamında canını yaksa dahi güvenlik ekseninde de hayli etkilidir. Sultan yaramaz çocuk olarak gördüğü aydınlara karşı da sürgün politikası izler. Ancak diğer cephede devlet idaresinin en ağır şartlar altında tesis edildiği de inkârı kabil olmamaktadır.
Ne ki, pamuk ipliğine bağlı bir çizgide yükselmektedir sistem. Hani zaman zaman deriz ya, 1’inci cihan harbindeki subay kadro Abdülhamit dönemi okullarından yetişir. İşte bu okullar beraberinde kültürlü, entelektüel seviyesi olan aydın insanlar yetiştirmektedir bir yandan da. Şimdi onların teknik, mesleki donanımlarına eyvallah derken, kültürel cepheleri olmasaymış dediğimizde devrin son model eğitim veren okullarından paradoksal bir beklentide bulunmaz mıyız acaba?
Bu özünde muhafazakar düşüncenin bir ikilemidir kanımca. En iyi okulları kuralım ama meslekleriyle ilgilensinler, eleştirel düşüncenin rüzgarlarına kapılmasınlar dediğinizde, işte o olmuyor. Abdülhamit döneminde de bir taraftan alaylı esaslara dayalı işleyen hafiye teşkilatı, diğer yandan hem mesleki hem de entelektüel düzeyi olan okullular yavaştan makas açmaktadır. Hani derim ki, çatışan iki zıt yapı giderek Sultan Hamit rejiminin çöküşünü belirleyecektir.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Serinin son 5. Bölümü okudum ve devam edecek bölümlerini ilgi ve merakla okuyacağım. Konu detayı vs gayet iyi gidiyor bu yazıları okumak sizin fikirlerinizi ne düşündüğünüzü bilmek bir nevi beyinler arası ulaşım için köprüler kurmak bir hayli zor olsada neticesi güzel. Her akıl bir olmadığından bir nevi kod farkları sebebiyle yazılarınızı anlamayanlar okumayanlar vs olsada muhakkak ki birçok konuya açıklık getiriyorsunuz. Ekleyerek Şunu şöyle söylemeliyim ki sayın yazar arkadaşım Atatürk ölmedi evet yaşıyor Atatürk ün belki başka bir bedende ortaya çıkması için ise ülkenin beka ve bütünlüğünün tehlikeye girmesi icap eder. Bu sebepten bir gün yaşadığını herkes görecek emin olunuz.
Yazı dizisi harika
Tebrik ve takdir ediyorum.
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla.