- 574 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
824 – TRAMPLEN
Onur BİLGE
“Kadın çok kıskanç! Kızını, kocasından kıskanacak kadar kıskanç hem de! Ancak kızım çok akıllı ve melek yaratılışlı. Onu idare ediyor. Bütün kaprislerine katlanıyor. Ana işte! Atsa atamaz, satsa satamaz! Katlanmayıp da ne yapacak!”
“Tedavisi sürüyor mu?”
“Sürmez olur mu! Aralıksız... Sevgiye ve ilgiye aç! Doymak bilmez! Neyse... Ailem hakkında bilgi istedin ya... O da araya girdi ister istemez. Kızımdan bahsetmesem olmazdı.”
“Neden bu hale geldi acaba? Sadece sana düşkünlüğünden mi? Yani onu bırakıp memleketine döndün diye mi?”
“Onu o hale annesi getirdi. Sonradan anladı değerimi ama iş işten geçti. Şimdi deli oluyor bana ama neye yarar! “Kıymetini bilemedik senin evladım!” der. O zamanlar ekonomik sıkıntılar içindeydim. Çalışmak zorundaydım. Ondan ayrılmamış olsaydım, iş de kuramazdım. İki yakam bir araya gelmezdi!”
“Nasıl dayandı yokluğuna? Kızına da aksettirmiştir sıkıntılarını.”
“Çok güzeldi ama tipim değildi. O bana âşık olmuş. Çekinmeden söyledi. Kimler kimler girdi araya... Kabul etmiş bulundum. O zamana kadar çok sıkıntılı günler geçirdi. Tamamen benim yüzümden... Yüz vermedim diye... Sonra haline baktım, dayanamadım! Acı çekmesine gönlüm razı olmadı. Çok ama çok güzeldi! Fakat âşık olmama fırsat vermedi. Boğdu beni, bunalttı! Akıllı olsaydı, âşık olmaya değerdi. Önemli olanın neydi, biliyor musun? Huysuzluk etmeseydi, uyumlu olsaydı, o zamanlarda İstanbul’da kalabilirdim. İyi bir işim vardı. Ünlü bir fabrikada teknisyendim. Askerlik dönüşü, dolgun bir maaş önerdiler. Süper paraydı! Beş altı ayda bir daire alabilirdim ama bu, orada kalmama yetmedi. Orada, annesinin hükümranlığı sürüyordu. Kızının benimle gelmesine başta annesi olmak üzere bütün aile karşı geldi! İş teklifi gelmişti. Her şey lehimeydi ama onun yüzünden işe gitme şansım zayıftı. Sürekli ilanıaşk eden bir kadın... Yirmi dört saat “Seni seviyorum!” diye gözyaşı döküyordu. Ben ona altı yedi defa Eskişehir’e, yanıma gelmesini teklif ettim. Ailesinin ağzına baktı, gelmedi. Dört kere Almanya’dan iş teklifi aldım. Oraya gitmeyi de reddetti. “Günah benden gitti!” dedim. Sonra da evlendim.”
“Sevdiğini anladım da ağlamasını anlayamadım. Sevgiden mi kıskançlıktan mı?”
“Ağlarken: “Sen bir yere gidersen nasıl dayanırım!..” diyordu. Mesela işe... Ben de anlayamadım aslında. Sevgiyle kıskançlık at başı gidiyordu galiba.”
“Sevgi nefsani olunca harap eder adamı! En güzeli, Allah için sevmek, yalnızlığı paylaşmak... Mallanmak en kötüsü...”
“Allah için sevmek bize has bir özellik... İkinci eşimle aramızdaki kutsal sevgi bağı... O da çok güzeldi. Manken gibi... İncecik, söğüt dalı kadar narin... Onu çok sevdim! Halen de seviyorum.”
“Bu pay, sevenden çok sevilenin payı... Bunu hak eden sevgili ne kadar şanslı!”
“Sevilen bir köy kızı... Kasabada yaşıyordu. Allah için sevilmiştir.”
“Olsun! Şanslı değil mi!”
“Sevgi, Allah’a aittir. O sadece görüntü ve gölgedir. İyi ki delirmedim! Patron razı olmasaydı, İstanbul’a dönecektim!”
“Nasıl tanıştınız? Çok merak ettim. Sakıncası varsa anlatmayabilirsin azizim.”
“Onu ilk defa dolmuşta gördüm. Masmavi gözleri vardı. Adeta büyülendim! Babası, annesi o ve ben, evlerimize dönüyorduk. “Yol hiç bitmese!” diyordum. Nasipmiş. Ruhum, ruhunu tanımış. Ezeli aşinammış. İki oğlumun anası olacakmış. Can yoldaşım, huzur kaynağım...”
“O kıskanç değil miydi? Üstelik o zaman halin vaktin çok daha iyiymiş. Giderek de zenginleşmişsin. Çevren genişlemiş.”
“Aramızda karşılıklı güven, saygı ve sevgi vardı. O da eşi bulunmaz bir hanımefendidir. Geçenlerde bir aile toplantısında söz döndü dolandı, eşine yalan söylemeye geldi. “Ben ona hiç yalan söylemedim!” dedim gururla. O da dedi ki: “Ben ona, yalan söylemesini gerektirecek sorular sormadım!” gerçekten de beni köşeye sıkıştıracak sorular sorsaydı belki de aramızın bozulmaması için yalan söyleyebilirdim. Malum, birkaç yerde yalan söylenebilir.”
“Öyledir. Aklımda kaldığına göre, savaşta, iki kişinin arasını bulmak için, bir de aile huzurun bozulmaması için... Demek ona görür görmez âşık oldun! Ya Allah’ı hiç gördün mü? O “Zahir’im!” diyor.”
“Önceleri o, tesettürüyle, duruşuyla, hal ve hareketleriyle bana Allah’ı hatırlatıyordu. Ona baktığımda sanki Cemal görür gibi oluyordum! O güzellik bana O’nu düşündürüyordu. Baktığımda nutkum tutuluyordu. Tüm dünya siliniyordu gözümden! Bir onun yüzü kalıyordu! Sonra hemen hemen her şeyde Allah’ın Cemal’ini görmeye başladım. Şimdi artık sadece biri değil, her yarattığı delirtiyor beni!”
“Allah o kadar Zahir ki, O’nun üstünü örtecek hiçbir şey yok! Kaç defa âşık olduğunu sormayacağım. Seni yalan söylemek zorunda bırakmamak için...”
“Galiba bu soruyu cevapsız bırakırdım yalan söylememek için. Ne sen sor, ne de ben söyleyeyim!”
“Âşık olduklarını tanıyor muydun? Diyelim ki hayatında bir kişiye âşık oldun! İkincisi yok! Çok mu sevmiştin? Neden sevmiştin? Bir insan, en çok kime âşıktır?”
“Üst üste sorular... Zincirleme... Hangisinden başlasam cevaplamaya acaba? Bu arada vakit kazanıyorum açıkçası... Kimse âşık olduğu kişileri önceleri tanıdığından bahsedemez. Yıllarca arkadaşlık, komşuluk edenler bile birbirlerini tam anlamıyla tanıyamazlar. Eşler bile... İnsanlar belli bir süre içinde birbirlerini gerçek anlamda tanıyabilselerdi, ayrılık diye bir şey meydana gelmezdi. Nasıl tanıyıp âşık oldularsa, öyle devam ederdi ve aşklarına toz konmazdı. On yıllarca bir yastığa baş koyanlardan bile birbirlerini o zamana kadar tanıyamadıklarını söyleyenler var. Çok mu sevmiştim? Çok sevmiştim! Çok! Neden sevdiğimi söyledim ya... Çok güzelolduğu, onu gördüğümde Allah’ı hatırlattığı için... Aslında bir kulun sevgisi değil, Allah aşkıydı hissettiğim. Çünkü bir insan, en çok Allah’a âşıktır!”
“Beklediğim cevap! Büyük olan, küçüğü öldürür, yok eder! Diğer aşklar öncekilerdir. Büyüğüne basamaktır.”
“Allah aşkı okyanus... Vuslat ona kavuşmak... Kul aşkı tramplen...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 824