- 261 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Taş kalpli'den Taşın Kalbi'ne
“TAŞ KALPLİ”DEN “TAŞIN KALBİ”NE
Dil ve edebiyatımızda “taş” ile “kalp” kelimeleri “taş kalpli, taş yürekli” deyimlerinde yan yana kullanılır. Malumunuz olduğu üzere bu deyimler “merhametsiz, acımasız” anlamındadır. Birkaç gün önce içimizden biri, halk ferasetinin timsali diyebileceğim bir köylü kadın, taşları da insan gibi tasavvur etmiş olacak ki “taşın kalbi”nden söz etti. Kadının bu sözünü işitince şaşırdım, heyecanlandım ve âdeta çarpıldım. Çarpıldım çünkü taşla konuşan bir insanı ilk defa görüyordum.
Eminim ki hayvanlarla ve bitkilerle konuşan insanlar görmüşsünüzdür, kim bilir belki de siz, onlardan birisinizdir. “Bitki veya hayvanlarla konuşmak” denince ilk aklıma gelen kişi babaannemdir. Çiçekleri çok severdi rahmetli. Evinin balkonu ve pencere pervazları irili ufaklı saksılarla doluydu. Bu saksılarda çeşit çeşit çiçekler yetiştirir, onları sever, okşar ve hatta onlarla sohbet ederdi. Babaannem, ben ilkokul üçüncü sınıftayken vefat ettiği için rahatlıkla söyleyebilirim ki yedi – dokuz yaşımdaki çocuk aklımla onun ruh dünyasını anlayamaz ve içimden “Delirmiş!” diye geçirirdim. Daha sonra ömrüm boyunca (bitkilerle olmasa bile) bu tür sohbetlerin çok farklı versiyonlarına tanık oldum. Mesela Haydarların Fikret abi “Gökçe” ve “Saroğlan” adlarını verdiği öküzlerle tarlamızı sürerken onlarla konuşurdu. Rahmetli annem damda beslediği kurbanlık koçlara yem ve su verirken onlardan sohbetini esirgemezdi. Eşim yaklaşık yirmi yıl boyunca evde kanarya besledi; kafesinden çıkar çıkmaz omzuna konan bu küçük ve sevimli yaratıklarla uzun uzun konuştu.
Birkaç gün öncesine kadar taşlarla, kayalarla konuşan bir insan görmemiş fakat bu tip insanların var olduğunu kitaplarda okumuştum. Yaşar Kemal’in “Dağın Öte Yüzü” isimli bir roman üçlemesi vardır: “Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu” Bu romanları lise çağımdayken okumuş ve çok etkilenmiştim. Üstadın dil ve üslubuna, kurgu ve tasvirlerine hayran kalmıştım. Şimdi “Aradan elli yıl geçmiş, bu romanlardan zihninde kalan nedir?” diye sorarsanız şu cevabı veririm: “Meryemce’nin taşla konuşması, ona içini dökmesi.”
Taşla, kayayla konuşan bir roman kahramanını da Cengiz Aytmatov’un “Beyaz Gemi” romanında tanıdım. Roman kahramanı çocuk, Issıg Gölü civarındaki ıssız bir dağ kulübesinde dedesiyle birlikte yaşamaktadır. Dedesinin anlattığı masallarla büyüyen çocuk yine dedesinin yaptığı havuzda yüzerken balık olmayı, göldeki beyaz gemiye binerek babasına kavuşmayı hayal etmektedir. Yalnızdır, oyun oynayacağı bir arkadaşı yoktur. O da kayaları arkadaş bellemiş, biçimlerine göre onlara “Tank…” gibi isimler vermiştir. Onların sırtına biner, onlarla bazen tatlı tatlı sohbetlere dalar, bazen de münakaşa eder.
Bu iki romanın birbirine benzeyen muhteşem sahneleri elbette ki çok yaratıcı ve büyüleyiciydi. Fakat itiraf etmeliyim ki gerçek hayatta böyle insanların varlığına inanmıyor ve içimden “Harika kurgular!” diye geçiriyordum. Ne zamana kadar? İlk paragrafta söz ettiğim köylü kadını televizyon ekranında görünceye kadar…
Kim bu kadın? Anlatayım.
Ayşe Albayrak… İkizdere köylülerinden Ayşe Hatun… Taş ocağı açmak için Rize – İkizdere’nin derelerine ve dağlarına iş makineleriyle saldıran, ormanı ve kayaları tarumar etmeye âdeta ant içmiş taş yürekli Cengiz Holding’e karşı yurdunu yuvasına savunmaya çalışan köylü kadınlardan sadece biri. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener; “Konuşsun, Meclis kürsüsünden halka seslenerek derdini anlatsın” diye Ayşe Hatun’u TBMM’ye davet etmiş ve partisinin grup toplantısında kürsüye çıkararak konuşturmuş.
Ayşe Hatun’u soluksuz dinledim. Gerçek bir trajediyi yaşadığı hâlde, bazı ağlak muktedirler gibi sahte gözyaşları dökmedi; yaşadıklarını ve hissettiklerini çekinmeden, ürkmeden ve hiç kimseden korkmadan, herhangi bir kâğıda veya promtere bakmadan dobra dobra anlattı. Kadın yöresel kıyafetleriyle gelmiş Meclis’e ve kendi şivesiyle konuşuyor. Diliyle, kılık kıyafetiyle ve söyledikleriyle (moda deyişle) tamamen yerli ve millî. Başta söylediğim gibi halk ferasetinin tüm inceliklerini ve güzelliklerini yansıtan bir konuşma yaptı kadın.
Neler söyledi Ayşe Hatun? Neler söylemedi ki!.. “Bizim oraları talan ettiler, sularımızı kestiler, ağaçlarımızı kesip derenin içine doldurarak üstlerine toprak döktüler,” diyor kadın. Biz kentli insanların “orman” deyip geçtiği yerler için “Bizim yaşam alanımız, ambarımız, ekmeğimiz, suyumuz, havamız, yaşama sevincimiz,” diyor. Başka nelerden söz etti Ayşe Hatun? Bir zamanlar balık tuttukları derelerin yok edildiğini, tapulu arazilerinin kamulaştırılacağını, taş ocağı açılırsa o çevredeki arıcılığın yok olacağını… anlattı. Mehmet Cengiz’e “Cengiz midir nedir, adı batsın inşallah!” diyerek beddua etti ve “Gitsin, memleketi Kalkandere’de taş ocağı açsın,” diye tavsiyede bulundu. Tabii ki “Onu Kalkandere’ye sokmazlar,” demeyi de ihmal etmedi.
İyi ki günümüzde “Youtube” diye görsel bir ansiklopedi var. Merak edenler bu siteye girerek Ayşe Albayrak’ın konuşmasını baştan sona dinleyebilir.
Yazımın başında “âdeta çarpıldım” dediğim sözler, Ayşe Hatun’un bu hitabı esnasında söylediği birkaç kısa cümleden ibaret. Bu cümleleri işitmemiş olsaydım büyük ihtimalle bu sayfada başka bir konudan söz açacaktım. Ayşe Albayrak, yaşadığı çevredeki taşlara ve kayalıklara göz diken taş kalplilere cevaben şöyle diyor:
“Onlara taş diyorlar, taş değildir, o taşların kalbi var, canı var.”
Bu cümleleri işitince dondum kaldım. Yaşar Kemal’in bir kaya parçasıyla konuşan Meryemce’si, Aytmatov’un kayalarla gülüşüp şakalaşan çocuğu roman sayfalarından fırlayıp İkizdereli bir kadın olarak kanlı canlı karşıma çıkmıştı. Taşa ta, kayaya kaya demiyor kadın. “Taşın canı var, kalbi var,” diyor. Böylesine ince ruhlu, doğa sevdalısı bir insan; taşla, kayayla, ağaçla, hayvanla ve bilumum börtü böcekle konuşmaz mı? Elbette ki konuşur. Elbette ki onları sever ve saygı duyar.
Şimdi aklıma ne geldi biliyor musunuz dostlar? Beş on gün önce bir Bakan gitmişti İkizdere’ye, tv ekranlarında görmüşsünüzdür; kendisine dertlerini anlatmaya çalışan Ayşe Hatun gibi kadınları dinlememişti bile. Bir gün sonra da yandaş yalaka basın yayın organlarında bu kadınlar provokatör ilan edilmişti. Ey rant, sen nelere kadirsin!
Şimdi “Konuyu dağıtma,” diyeceksiniz. Dağıtmıyorum, toparlayıp noktalıyorum:
Boşuna mı bu yazının başlığını “Taş Kalpli”den “Taşın Kalbi”ne koydum?
Bakalım kim kazanacak? Taş kalpliler mi, taşın kalbini hissedenler mi?
Kalın sağlıcakla.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.