- 477 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KISA KISA DENEME DENEYELİM-1(Ç.TÜRK DİLİ DERGİSİNDE YAYIMLANDI)
NİYE DENEMENİN KISASI OLMASIN?
Her şeyin kısası var uzunu var, incesi var kalını var, ağırı var hafifi var; kısacası kendini niteleyen sıfatları var. Örneğin öykünün bile kısası var; hatta afili olsun diye “küçürek” öykü deyivermişler adına. Yabana atmamak gerek aslında bu ad cuk oturmuş. Kavramlara değil, sözcüklere takılan bazı kafataslarımız, bu ismi pek beğenmiyorlarmış. Halbuki ne güzel, yeni bir sıfat üretilmiş. Neyse konuyu dağıtmayalım: Kısa öyküden çağrışımla, denemenin neden kısası olmasın dedim kendimce. Kısa deneme, denemeye giriştim hemen. Hani deneme öykü gibi de değil; daha özgür bir endama sahip. İçerik kaygısı yok, kapsam kaygısı yok, biçim kaygısı yok, anlatım kaygısı yok, doğruluk kaygısı yok; at atabildiğin kadar yazınımızdaki şiir yazıları gibi. Genelle gitsin. Nasıl olsa çok kişi inanıyor, beğeniyor, paylaşıyor, alkıştan bir de elleri acıyor. Şuraya bakın; denemede eleştiri de yapabiliyormuşuz. Neyse örnek olması için yazılabilecek en kısa denemeyi kısa kısa deneyelim…
EN KISA DENEME-1
Deneme, deneyime gönül eğlendirmektir; ne deneme tahtası ne de bilginin kâhyasıdır.
EN KISA DENEME-2
Gündelik yaşamın normal ölçü ve ağırlıklarını, tereyağından kıl çeker gibi başkalaştırdık. Ne kadar da ustayız; iş bulamayan çocuğumuzu çok çalışmamakla suçlayıp üzerimizdeki yükten kurtulduk örneğin.
EN KISA DENEME-3
Şiir kitabını okurken tek bir ses duymalıyız; şairin sesi. Şairle kafa kol olmalı ve telaşlı dünya aradan çekilmelidir. Öyle olmuyorsa okumayın! Serin bir kavak gölgesinde uyuyun, başınız ağrımaz. Ya da kısa kısa deneme okuyun.
EN KISA DENEME-4
‘Benim yaşadığım zamanda dolu dolu öyküsü olan öyle yazarlar, şairler vardı ki yakından baktığımızda kendileri içlerinde yoklardı…’ Dostlar bu tümceyi okuyabilir misiniz bilmiyorum ama bu, edebiyat tarihinin bir gerçeğidir. Hem de Türk yazınında acının en acısı acınası bir gerçek… Bu tümceyi bir kenara not ediniz; anlamına ulaştığınızda fazla söze gerek olmayacaktır.
EN KISA DENEME-5
Yazdığınız şiirin, öykünün, çizdiğiniz resmin, anlattığınız masalın; sağında, solunda, önünde, arkasında yoğunlaşmanıza engel olacak hiçbir dış etkene izin vermeyiniz… İster gerçek ister gerçeküstü ister soyut ister somut ister sanal ne yazarsanız yazın, temel kural kendi iç dünyanızdır; safsatalara izin vermeyin.
AH ŞAİRLER
Kimsenin kimse için bir şey yapma çabasının olmadığını deneyimlerimden biliyorum. Sanatçıyım, şairim, ressamım diyenlerin sanat adına bir şey yapıp yapmama konusunu sorgulamaya çalıştım. Özellikle sosyal medyadaki tutum ve ilişkileri gözlemledim. Bunun yanında sanatçılar ve sanatseverler üzerinde gözleme dayalı sosyal deneyler yaptım. Sonuç gerçekten çok kötü: Pek çok kişi; sanat adına, şiir adına, yazın adına diyerek duyarlılıklarını sayfalara döküyor; etkinliklerde sızlanıyor; çevresindekileri şiire/dile zarar vermekle suçluyor hatta mangalda kül bırakmıyor. Gel gör ki sanat için bir şey yapmalarından geçtim; prestij, popülarite, statü sağlamayan ortamlarda görünmezliğe bürünüyorlar. Kendileri için olanın dışında, hiç mi hiç yoklar oralarda. Üstelik, Z kuşağının alaya alacağı kadar bağnaz tutum sahibi ve düşün yoksulları…
Bu, sosyal deney ve gözleme dayalı somut bir tespittir; kızmayalım insanoğulları, sakin kafayla durup aynaya şöyle bir bakalım; sonra kısa kısa deneyelim…
İLK DİZE
Şiirde öne çıkarılması gereken konu bana göre şunlar olmalıdır: İlk dizeden sonra gelecek dizeleri okur tahmin edememeli, sıradan söyleyiş dışına çıkılmalı ve anlam yelpazesi oldukça geniş tutulmalıdır. Örneğin sevgiden söz ederken bir anda hüzne götürmeli, kadından söz ederken bir anda ona benzetilen bir canlının sıra dışı doğasına yönlendirmeli okuru. Söyleyiş kıvraklığı ayrı bir güzelliktir; anlatımın inceliğidir. Bunun yanında dizeler arası kıvraklık ve şaşırtıcılık da etkin kullanılmalıdır. Söyleyiş biçimi ve söz tamlamaları, sıradan, eskitilmiş, günlük dildeki kullanımları aşmalıdır. Değinmece, değişmece, benzetme, sapma ve alışılmadık bağdaştırmalarla söyleyiş güçlendirilmelidir. Okurun zihni yerden yere vurulmalıdır. Kolay iş değil; birkaç yıl çalışıp iki-üç yüz şiir yırtıp attıktan sonra belki. Kısa kısa denenmelidir.
İŞTE BÖYLE
Evlerinden koparılan insanlar tusunami gibidir; hangi boşluğu dolduracağı rastlantısaldır. Güvenli coğrafyalar topun ağzındadır. Amerika ve Avrupa, Irak’a saldırırken ve Arap baharının temellerini kurgularken düşünmeliydi bunları. Asıl ilginç olansa şudur: Irak krizinde ülkemizin yaşadığı sorunlar ve kaybı bilinmesine karşın Libya, Mısır ve Suriye gibi sonradan yaşanan krizlerde de aynı hataya düşülmesi düşündürücüdür. Bu araştırılması ve incelenmesi gereken çok boyutlu bir konudur. Aynı hatayı ikinci kez yapmak nasıl ola ki… Kısa kısa denenmelidir.
AKLINDAN VUR
Şiir, duyarlılığın aşırı uçlarında gezinmeyi seven dil sanatıdır. Duyarlılığın iliklerine sızabilmeyi ve aklın şakulüyle oynamayı sever. Severken de aklın burçlarına saldırmak zorundadır. Aklı sarsmalıdır. Hani derler, “Kalbinden vurdu.” Aklından vurduğunda kalbinden de vurmuş oluyorsun ya ben o nedenle aklından sözcüğünün tercih ettim… Kalp, salt duyguyu, akıl ise tüm düşün sistemini (duygu dahil) içerir; böylelikle küçük bir bilgi de sıkıştırdım araya, iyi mi? Ayrıntılı düşününce böyle durumlar çıkıyor; kısa denemenin tek sıkıntısı, böyle durumlarda hacmi sınırlıyor olması. Kısa kısa deneyelim.
ŞİİR YAZILARI
Şiir, tarihinin en kısır dönemindeymiş gibi geliyor bana. Okunmaması hatta hiç yazılmaması gereken metinler, bir şey söylermiş gibi yapıp teğet geçen dizeler, severmiş gibi görünüp okuruna kötü kızan şairler; yüksek perdeden işlem görüp rafting yapıyorlar… Şaşırma! Reyting diyeceksin, diyorsun ama doğru yazdım; rafting. Akıntıya göre kürek çekme sporu yani… Eee ne edersin? Yarandın mı bir komüne; alkış da hazır tahterevalli de hazır yapay kanatlar da… İstersen yaptığın iş, iş değil çiş olsun; Piero Manzoni gibi. Olmadı biz de deneyelim hem de kısa kısa deneyelim.
TARTIŞMA KÜLTÜRÜ
Şair, yazar, ressam, akademisyen, sanat düşünürü, kısacası sanatçı dostlarım; gerek dergi gerek gazete gerek kitaplarınızda veya sosyal medyada hiçbir bilimle karşılaştırmadan lömbür lömbür atıp paye kazanma kaygısında olanlarınız çoğunluktadır. Bu çoğunluk; “Bak sevgili dostum burası böyle değil”, dediğimizde, hakaret edildiği varsayımıyla olası tüm silahlarıyla üstümüze saldırıyor. Bu nasıl bir çağdaşlık, bu nasıl bir mantık; bu nasıl tartışma kültürüdür? Sorgulamanın temel ilkesi, her soru ve her eleştirinin mutlaka bir dayanağı var, varsayımıdır. Bu, sanat insanı olmaktır; bu, bilgiye ve karşıt düşünceye saygıdır; bu, çağdaşlığın temel ilkesidir; anlamakta güçlük çekiyorum. Dostlarım, size dayatılmış bilgilerin esaretinden kurtulun artık, size dayatılan öğretilerin kalıbından kurtulun artık; en azından her insanın farklı düşündüğü varsayımına dayanarak… Beyniniz var, donanımınız Orta Çağ insanından kat be kat güçlüdür; bilgi her yerde ve bilgiyi kullanmanın yöntemleri var; azıcık çaba, azıcık mantık; başka bir şeye gerek yok. Aristo senden çok şey bilmiyordu; Marks ve Hegel de… Sadece çağının bilgisi oranında düşünüp inceleyip araştırıp sonuç çıkardılar… Yaşadığın çağın bilgisi, onların çağının bilgisinin milyon katıdır. Azıcık kendi bilgine güven, kullan; bu bilgi buraya oturuyor mu diye kısa kısa dene lütfen. Kısa kısa deneyelim.
KISA ÖYKÜ İKTİDAR SEVMEZMİŞ
Kısa öykü olur da kısa deneme niye olmasın! Kısa öykü kısa deneme derken aklıma geldi birden. Bir yazar/şairimizin kısa öykü anlatımına rastladım sosyal medya kanalında. Anlatımının son tümceleri: “Kısa öykü iktidar sevmez; iktidar da kısa öykü sevmez, bu nedenle kısa öykü politik bilinci zorunlu kılar” dedi. Önce şaka mı yapıyor diye düşündüm. Şaka değildi, kararlılıkla söylüyordu. Düşünce düşüncedir; düşündürücüdür. “Rabbim Clevland dedi” şakası aklıma geldi. Zıt kulvardan sürümlü benzer bir tümce. Haşhaş ekimi de yasaklandı ülkemizde ama yasaklanmadan öncekiler çok etkiliymiş demek ki hâlâ sürdürüyor etkisini… BKM’deki çocuklar duymasın, öyle bir alaya alırlar ki Clevland şakası gibi yıllarca belleklere yapışıp kalır. Z kuşağı da duymasın hani. Hatırlı bir mizah gereci tümce; edebiyat tarihi üzülür. Kısa kısa deneyelim.
BİLGİ İŞLEME YETİSİ
Türk edebiyatında ciddi bir sıkıntının varlığını; tartışma, metin, yorum, gözlem, inceleme ve okumalarımdan anlayabiliyorum. Edebiyatı, ilgi ve etki alanı dışındaki şeylerle oyalamayı öyle güzel başarmışlar ki bu, ayrıntılı incelenmesi gereken bir görüngüdür. Okur oranı yüksek bir edebiyatçı bile ipe sapa gelmez şeyler savunuyor ki sanki edebiyata yeni bir tanım getirmişler de bizim haberimiz yok. Anlamsız şeylerle gerçekmiş gibi oluşturulan düşünce kalıpları, kırılıp atılabilecek türden değil. Algı, anlama ve düşünme süreci, gerçekte olmayan şeylerle ya da mantık dışı kabullerle değiştirilmiş. Neyin neyle ilgili olduğunu, neyle ilgili olmadığını, bilgi çağında bile anlatamıyorsunuz; anlama yeteneği fabrika ayarlarına dönmüş. Bilgi yorumu ve işleme yetisi elinden alınmış. Bu, öğreti ve inançların yazarlar üzerinde kurduğu geleneksel hegemonyadan başka bir şey değildir. Doğru düşünebilme yollarında yürümek için, çok ama çok zamana ihtiyacımız var. Çok ama çok dönüşüme, değişime ihtiyacımız var. Acilen kalıplardan kurtulup bilim, bilim, bilim diye analitik bilgiyle yollara dökülmeliyiz. Basmakalıp duvarları yırtmayı kısa kısa denemek gerek.
ÖYKÜNME
Şiir her ne kadar bireysel bir çıktı olsa da her şiiri, toplum aklının dışavurumu olarak okumak gerekir. Bir toplumun bilimi, felsefesi ve teknolojisi bağımsız değilse, başka yerde yapılanlardan aktarma ve kopyalama şeklinde sürdürülüyorsa, şiiri de bundan farklı olamaz, öyküsü de. Kültür varlıkları, ürettiğimiz toplam değerlerimizdir; bunlar da toplam aklımızın gücüyle doğru orantılıdır. Madem ana konumuz şiirse şiir sanatından örnek verelim. Şiir sanatına yönelik onlarca yazar, şair, eğitimci ve sanat düşünürü arasından bir tane gösterir misiniz; şu kuramı tespit etti, şu yeniliği yaptı ve dünyada adı anılıyor, diye. Akademik çevreler de aynı durumdadır; atlamadım prof abilerimizi. Aktarma, genelleme, doğrulama, izleme, öykünme, hayranlık… Ne yazık ki durum budur dostlar. Kızmaca yok. Kısa kısa deneyelim.
YAŞLI DÜŞÜNCE
“Z” kuşağının en genç kısmı var ya şu kimsenin takmadığı, “Z” kuşağı denen yeni yetmeler. Aha işte onlar, olduğundan farklı gösterilen tüm yalan dolanı anında yakalıyorlar; olaylara objektif ve daha bilimsel yaklaşıyorlar. Daha özgür ve özgün düşünüyorlar; metazorik eğitimle yetiştirilen bir kısım genç hariç. Yaşlı düşünce den aşırı rahatsız oluyorlar… Bu bir kuşak kopması değil kanımca; yaşlı düşüncenin, kabuğunu kırıp özgür ve özgün biçimde düşünemeyişinin altında yatan engeli kırıp atamamalarına anlam veremeyişlerinden. Dünya gerçekliği ile insan gerçekliği arasındaki basit ilişkinin neden sorun haline dönüştürüldüğüne anlam veremediklerinden. İyi, güzel, özgün, özgür ve mutlu yaşama kültürüne sahip olmayan kuşağın dayatmalarına zorunlu bırakıldıklarından. Yaşlı düşünce, sorgulanmayı ve yargılanmayı artık kabul etmelidir; görmelidir ve buna göre tutum geliştirmelidir. Yaşam, doğrularınızı sayısal kalemle karalıyor artık.
SANAT/ŞİİR ÇÖZÜMLEMESİ
“Sanat eseri, ontik bir bütündür ve integral yapıya sahiptir .” Yapıtı, daha özelde şiiri, ontik (varlıksal) bir bütün kabul edersek ki öyle, nesnel ve duyusal varlıklardan oluştuğu sonucuna götürür bizi. Yapıtı oluşturan katman ları, yapısını, özeliklerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini; bir sistem dahiline çözümlemek durumunda kalırız. Bunu yaparken nasıl bir yöntem izlemeliyiz? Öznel mi, daha ele alınabilir başka bir yöntem mi tercih edilmelidir? Öznel inceleme, çözümleyicinin ya da eleştirmenin sanatsal deneyimi, dünya algısı, inanç ve değer yargılarına bağımlıdır. Örneğin şiiri; kuramsal şiir bilgisi, dilin özellikleri, sanat felsefesinin öngördüğü sanatsal yaklaşım ve estetik biliminin öngördüğü bakış açısıyla ele alıp incelersek kanımca daha nesnel ve bilimsel yönteme ulaşırız. Bu değerlerle şiiri incelediğimizde, çözümleyicinin öznel yargılarını daha azaltırız ve estetik yargımızı, ayakları yere basan bilgiyle destekleme olanağımız olur. Bir şiiri değerlendirirken sanatsal tecrübe ve dünya algısına bağımlı öznel yargı olmak zorundadır; ancak nesnel yargıyı baskın kılmak daha güvenilir sonuca götürür.
İkinci konu, yapıtın integral yapıya sahip olmasıdır. İntegral yapı, yapıtın yapısal ve duyusal varlıklarının tanımlanabileceğini, hesaplanabileceğini, çözümlenebileceğini ifade eden matematiksel bir kavramdır. Matematiksel ayrıntısına girmeyeceğim ancak yapıtı, belirli bir yöntemle çözümleyebilirsiniz, değer biçebilirsiniz, ölçebilirsiniz anlamında bir terimdir.
İşte bu iki kavramın uzamına yaslanarak, katman yöntemiyle Şiir Çözümleme Tekniği ortaya koydum. Bu teknik hem yapısal hem de duyusal alanları inceleme yeteneğine sahiptir. Dinamik bir tekniktir. Katman yöntemiyle çalışır. Aynı zamanda her sanat türünü çözümlemek için kullanılabilir.
KISA ÖYKÜ MÜ, KISA DENEME Mİ?
Masum bir soru sormak istiyorum kendime. Yazın bilirkişileri konuya karışabilir (müdahil olabilir). Aşağıda okuduğunuz bölümce (paragraf), kısa öykü mü yoksa kısa deneme mi? Bunun ayrımını nasıl yapmalıyım?
Günlerden 15 Temmuz’muş. Hizan’a, Menemen’e, Sivas’a oradan da Silivri’ye kısa bir gezinti yaptım. Çankaya!... Oh oh Seyran Bağları ne güzel! Hele çiftlik, olamaz böyle bir öykü. Değişimin değişmezlik kuralına karşın aynalı çarşı aynıydı. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık; “Öküz ölmeden ortaklık bozulmaz” dediler. Sustum…
İşte böyle bir şey; ayrımı zor konular gelip bulur illaki düşünen insanı; tıpkı bölümcedeki konu gibi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.