BİR DÖNEMİN ANOTOMİSİ
BİR DÖNEMİN ANOTOMİSİ
Atatürk’ün ölümünden sonra bir süre daha kalkınma hamleleri ve özellikle eğitim alanındaki Köy Enstitülerine verilen destek sürmüştü. Nüfusunun yüzde seksenine yakını köyde yaşayan ülkede, halkın Köy Enstitülerinin açılıp desteklenmesiyle; okuma yazma, sağlık ve tarım alanlarında şimdiye kadar duymadığı, görmediği yeni şeylerle tanışmaya başlamıştı.
Gündüz okulda öğrencilere, akşam da el ayak çekildikten sonra yetişkinlere verilen okuma yazma öğrenme desteği halk arasında çok ilgi görmüştü. Şimdiye kadar okuma yazma sadece varlıklı insan işi gibi kanıksanmış, kendilerini bildi bileli de öyle olduğunu yaşayarak görmüştü. Hele bir de dilden dile konuşulan, kulaktan kulağa yayılan, az topraklı veya hiç toprağı olmayanlar için ‘’Köylüyü Topraklandırma Yasası’’ haberleri geliyordu ki; galiba işler tam da bu kesimin hayal ettiği gibi olacağa benziyordu.
Devlet asırlardır hep köylüden almış ona bir şey verdiği görülmemişti. Çok zor şartlar altında kurulan Cumhuriyet, gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. Atatürk’ünde önerisiyle; askerde okuma yazma öğrenmiş, onbaşı veya çavuş rütbesiyle askerliğini başarıyla tamamlamış, zeki Anadolu çocukları Köy Eğitmen Kurslarına çağrılmış bir yıldan daha kısa sürede yetiştirilerek yine köylerine eğitmen olarak dönmeye başlamışlardı. Bu uygulamanın şimdiye kadar ki öğretmen yetiştirmeden farklı oluşu ve köye dönen eğitmenlerin başarılı olması Köy Enstitülerinin açılmasına dayanak olmuştu.
Şimdiye kadar çeşitli adlar altında kurulmuş Öğretmen Okullarından mezun olan öğretmenlerin çoğunun kökeni kasabalı veya şehirli olduğundan köye ataması yapılan öğretmen köyde durmuyor veya köy yaşamına ayak uyduramıyordu. Çeşitli romanlara konu olmuş manzaralarla köylünün eğitimi bir arpa boyu bile ileri gitmiyordu.
Açılan Köy Enstitüleri; köy çocuklarının öğrenim görebileceklerini, hem de kendi köylerinde çalışarak köylüyü aydınlatabileceklerini yaşayarak göstermeye başlayınca ülkede bazı kesimlerde paniklemeler başladı. Anadolu’nun genellikle doğu ve güneydoğusunda yüzyıllardır devam eden feodal yapıyı (toprak ağaları) temsil eden kişilerin, köylerine yeni atanan öğretmenin gelmesiyle okul çağı çocukların okuma yazma öğrenmeleri, kendi değimleri ile; ‘’Bacak kadar çocuğun ağadan daha bilgili olması, okuma yazma, matematik bilmesi’’ zorlarına gitmeye başlamıştı. Hatta zamanın hükümet üyelerinden biri; ‘’Yetişen yeni kuşak, yönetenlerden daha bilgili, daha kültürlü, bu kabul edilemez ve sürdürülemez.’’ demişti de ülkemizdeki ilerici saydığımız birçok aydın bunun ne demek olduğunu, ülke geleceğinin başına ne çoraplar örülebileceğini o zaman anlamamışlardı veya sonuçlarının nereye varacağını ön görememişlerdi…
Avrupa, İkinci Paylaşım Savaşı’yla boğuşurken bizde; ülke ekonomisinin şartlarını zorlayarak kendimize Köy Enstitüleri gibi aydınlık bir yol tutturmuş bütün hızımızla gidiyorduk. Hatta savaş sona ererse bu alana daha fazla yatırım yapabileceğimiz gibi bir hayale bile kapılanlarımız olmuştu. Dünya emperyalist güçlerinin devreye girmesiyle o korkunç savaş sona erdi. Ülkemiz takip ettiği politikalarla savaşa girmemeyi başarmıştı ama mevcut yönetim de çok yıpranmıştı. Ekmeğin karneye bağlanması, üretici durumundaki erkeklerinin her an bir savaş çıkabileceği endişesi ile yedek asker olarak tutulması, vergiler ve diğer nedenlerden dolayı Cumhuriyeti kuran kadrolar çok yıpranmıştı. Dünya trendi değişmiş, Amerika yeni rota olarak kendini bütün dünyaya kabul ettirmişti.
Hükümetin, artan muhalefet ve yenidünya düzenine ayak uydurma çabalarına paralel olarak, Çok Partili hayata geçme isteği; Cumhuriyet kazanımlarından geriye bir adım olacağını Cumhuriyetin kurucu kadroları öngörememişti. Atatürk’ün ölümünden sonra muhalif kişilerle barışma adı altında onların da yapılacak Çok Partili Seçimde aday gösterilmesi ve Meclis Başkanlığı gibi çok önemli yerlere getirilmesi Cumhuriyetten sonraki en büyük atılım olan Köy Enstitülerinin önce ‘’ıslah’’ sonra ‘’kapatılması’’ ile son bulacak bir yola girildiğinin habercisi gibiydi…
Yapılan ilk Çok Partili seçimde iktidar partisi çoğunluk sağlamıştı ama parti içi muhalefet çok güçlenmişti. Enstitü karşıtları ve işbirlikçileri Eğitim Bakanı yapılmış ve Köy Enstitülerinde bir bilinmeyen dönem başlamıştı. ‘’Kim okuyor? Kim yazıyor?’’ göz hapsine alınmıştı. Mevcut müdürler görevlerinden alınmış, yeni müdürler atanmış, müfettişler her gün ‘’soruşturma bahanesiyle’’ enstitülerde bulunuyordu. Köy Enstitülerini kuran kadroya işten el çektirilmişti. Bazıları açığa alınarak (O zamanları açığa alınan memura maaş ödenmezdi.)maaşsız ve işsiz bırakılarak adeta intikam alınıyordu. İş, şimdilik Köy Enstitülerinde ‘’ıslah’’ adı altında yürütülüyordu. Köy Enstitülerine omuz vermiş Cumhuriyetin kurucu kadrolarından devlette önemli mevkilerde bulunanalar bile nedense sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Köy Enstitülerinde üretim, yüce bir değer olmaktan çıkmış; öğretmenler ve öğrenciler kravatlı, ütülü pantolonla gezer olmuştu. Üreterek öğrenme dönemi sona ermiş, yüzyıllar öncesinin ezberci eğitimine dönülmüştü…
Kapı pencere çıtadan, tahtadan temrin şeklinde yaptırılır, işi bitince ‘’Öğrenildi denilerek’’ öğrenciye not verilirdi. Yapı derslerinde; küçük bir duvar ördürülür iş bitince daha harcı kurumadan bir tekmede yıktırılır, ‘’duvar örmesi öğretildi’’ diye deftere yazılırdı. Bu işleri öğreten usta öğreticiler, yapı inşaat öğretmenleri gönderilmiş, üniversiteden yeni mezun olmuş, akılları bir karış havada stajyer öğretmenlerle enstitülerde eğitim (sözde) devam etmekteydi.
Cumhuriyetin kurulmasından sonraki en büyük devrim/yenilik (adına ne derseniz deyin) bu şekilde heba edildi… ‘’Üretimin yüce bir değer’’ sayılmadığı hiçbir eğitimin başarılı olma şansı yoktur. Yakın tarihimiz bunun en canlı örneğidir…
Salih KOÇ
31 Mart 2020 / Büyükçekmece-İst.