- 384 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Teslimiyet 16
Böylece daha 100° sıcaklığa gelmeden yok olan insanın eşrefi mahluk olmadığı da acı acı görülecekti. Ne hayat ne yeryüzü bizim için değildi. İnsan ve hayat çoğunlukla yeryüzünde silinip gidecekti. Aptal oluşun, sömürülmenin, uyuşturulmanın, akılsız oluşun adı eşrefi mahluk olmaktı.
İmanlı olmasının ne kendisine ne dünyaya ne yaratana hiçbir yararı olmayan akılsız tutumlarla olan eşrefi mahlukun, Dünyayı 150 derece sıcaklığa ulaştırması felaket olacaktı.
İmanı dışında olup bitenden, çevresinde ve kendisine ait bilgiden bihaber yaşayan eşrefi mahlukun ölümlü biçimde yeryüzünde çekildiği alanda 150 derecede ve 200 derecede yaşayan bakteriler, tardigradlar kaynar dünyanın yeni eşrefi mahluku olacaktı.
Eh ne diyelim akıllılığımıza doymayalım
Bir başka yabancılaştırma da şuydu. El “mülk benim” diyordu. İyi de “ben mülkümü dilediğime verdim” dediğinde, biz kimindik? Buradaki sahiplik insan sahipliği kişisi sahiplik gibi bir tanım olmaması gerekirdi.
Mülkü kendine ait görüp te ilk anlarda bizi kendi dışındaki zıt tutuma karşı davranışla kalubela gibi bir AHİT yapıcı rakip ittifaklısı görme düşüncesinin temelin de gerçek toplum içindeki çelişkin diyagramla yansıyan fikirlerden bir kurgu olması apaçıktı.
El kendisini var olan imajdan, kopya etmişti. Bu imaj ittifak yapmış zıt gruplardan oluşan toplumdu. Kalubela dediği kopya ettiği bu gruplar arası ittifakı imajdı.
El kendisini bir grup yerine koyup, insanı da rakip karşıt grup saymakla ittifak yapıyordu. Ön ittifaklı ön imajı özelleştiren mülkiyetçi anlayışla söylüyordu.
Oysa ittifaklar farklı totem meslekler üzerinde ortaya konan farklı ürünler ihtiyacının karşılanması olan ihtiyaçtan ötürü yapılıyordu. El de bu ittifakın ihtiyaçlısı gibi ahit meclisine katılmıştı.
El ön ittifaklı somut imajı kendisinin vasfı gibi gösterip, ön ittifaklı şemaya göre davranıyordu. Ön ittifakı tarafların zıt gruplar tutumunuı bire bir kendisiyle eşleşen bir uygulama olarak almıştı.
Kalubela akdinin benzerinde hareketle hayali El ve insan ittifakı olmasıydı. El ’in karşısındaki üreten iradi grup gibi ahit ile iradi davranması gözlerde kaçmamalı. Bu bile bu düşüncenin daha baştan kurgu olduğudur.
Ve özelleştirme yapacak olan kurgu ile “Mülkümün içinde istediğim gibi tasarruf yaparım” diyordu. Öyle yaptığı için her bir ittifak grupları içinde güya Nemrut’a, İbrahim’e mal mülk vermiş, köle Kenanlara da zırnık vermemişti.
Mülkü kendi iradesiyle dağıttığı halde El sanki pişman olmuş gibi. Yoksul kalmış gibi sanki kendi mülkü değilmiş gibi; sanki kendi mülkü işgale uğramış gibi bu kes de yeryüzüne göz dikmişti.
Ne garip yeryüzünü benim diyen El, yeryüzünü keyfine göre dağıtan El, irade ve takdir gücü ile yeryüzünü alamıyordu! Çünkü ne ittifak yapacak iradeyi ortaya koyan kolektif güçle ne sahipliği ortaya koyan kolektif güçle üretmiyordu.
Bu kes yeni bir kurnazlığa baş vuruyordu. Yeryüzünü ele geçirme işine “El yolu” diyordu. Öyle ki El yolunda ölenlere El; “onlara öldüler demeyin, onlar yaşıyor da siz bilmezsiniz” diyordu. “Yeryüzünü El ’in hakimiyeti yapana kadar savaşınız” diyordu.
El, eşrefi mahluku “El yolu” fikri ile iyi ikna edememiş olmalı ki bu kes de, rüşvet ile hem kendisine, hem savaşanlara; savaşta ele geçirilenleri ganimet diye sunuyordu.
Ganimetle, meşru rüşvetle insanı çapula çıkarıyordu. Kendisi de ganimetten pay alacak kadar ihtiyaçlı durumdaydı. İttifaka taraf insandı. Bizim oralarda yerel bir söz vardır. “Oturduğu yer ahır sekisi, çağırdığı İstanbul türküsü” diye.
İşte El de tıpkı böyleydi. Bir totem mesleği sahipliği üzerinde yürümekle ittifakın mülk sahipliğine; oradan da etraftaki yeryüzü alemi olan mülk sahipliğine doğru yürüyecekti. İlk adım ikinci adımı zorunlu kılıyordu. İkinci adımı düşünmese bile ilk adım ikinciyi kendi kendisine otomatikman gerekli kılacaktı.
Ganimet alacak kadar düşkün ve yoksuldu. Ama yeryüzüne hükmedecek denli, yeryüzü emiri olmanın hırs isteği içinde kendisini muktedir görüyordu. Bunu da kolektif gücü ele geçirmekle yapacağını iyi biliyordu. Kurgu buydu.
Onca imparatorlukların cihan imparatorluğu sevdasına düşmesine rağmen şu ana kadarda yeryüzü hiçbir zaman El ’in hükümranlığı altına girmemişti.
Üreten ve üretim gücü olan iradeyle ittifak eden yüce değer karşısında ganimet veya fey mantığı savunulmaz. Bu hırsızlıktır, çapuldur. Hırsızlığın, çapulun kutsanmasıdır. Ama El çapulu savunur. Teşvik eder. İnsanların birbirini boğazlaması karşısında bunları kutsal söz diye söyleyip; kutsallık algısı ile çapul yapmak apayrı bir şey.
Çapul yapmakla edinilen mal, mülk algısı içinde birleşen egoca tutkular (ihtiraslar) ile nasıl bir etki veya büyünün ortaya çıkacağı da çok açıktır. Bunu alt paragrafta örnekleyelim.
Kutsal sözlerin "El yolunda" savaşma emretme yaptırımı vardır. El yolu kısaca yeryüzünü El ‘in mülkü yapmaktır. Ya da yeryüzünü El toprağı yapmaktır. Ki mülkünüzle kişilerin çalışma ihtiyacını, mülksüz lükten kaynaklı ekip dikememekten çobanlık yapamamaktan oluşacak açlık korkusuyla insanları kontrol altında tutarsınız.
Böylece açlık korkusuyla kişileri El ’in kutsal sözü altında tutarsınız. Kişi inanmasa da kişiler zorunluluklarını elinde tutana inanmış görünür. Giderek inanmış görünmesi de kişinin inanır karakteri olur.
El ’e mülk kılınan yeryüzüyle siz El ‘in sözünü, El ‘in emirini yeryüzüne yaymış olursunuz. Sizler o günlerin yürüğü içinde yeryüzünü El ‘in mülkü yapmak için o hayli at koşturup deve sürmeniz gerekecekti.
Savaşta elde edilen mal mülk, mücevherler ganimet diye El yolunda savaşır olmanız kaydıyla ancak size ganimet olarak meşru olurdu! Bazen de karşı taraf, sizin öldürücü düşmanlığınızdan yılar, sizden gelecek tehdidi hissettiği an siz gelmeden apar topar can havliyle kaçar.
Kendisini güvende hissetmeyip, düşmanlıktan ve öldürülmekten korkup kaçanlar, kaçarken malını mülkünü yiyecek ve giyeceklerini, ürünlerini alıp kaçmaya fırsat bulamazlar.
Bulsalar bile bunlar kaçmasını yavaşlatacağından o an yanlarına almayı yeğlemezler. Malı mülkü, yiyeceği, giyeceği, ürünleri vs. saldırganlara terk ederler. İşte saldırgan olanların bu türden kolaylıkla ele geçirecekleri böylesi çapula FEY denir.
Kutsal sözler Feyi, El ‘in ve El adamlarının, El adamı yakınlarının sayar. Gerekçesi de şudur. Karşı taraf korku nedenle yerini yurdunu bırakıp kaçmasından ötürü sizler düşmana kılıç sallamamış, deve sürmemiş, at koşturmamış oluyordunuz!
İyi de El ve El adamı; El adamının akrabaları kılıç sallamış at koşturmuş deve sürmüş oluyor muydu?
Savaş yapmadan savaşa katılmayanlar için “ne deve sürdüler ne at koşturdular söylemi” hep ifade edilir. El ve El adamı ile akrabaları da at koşturup deve sürmedikleri halde, Feyi kendilerine ganimet kılmayı içlerine sindirirler.
Oysa mülklerini korkudan bırakıp kaçanların korkusunu oluşan at koşturup deve sürmediler denilen imaj eylem, birliğin ün salan etki gücüdür. Birliğin gücünü böylesi bir gerekçe ile Feyden men ederler.
Saldıracak ve düşmana korku verip kaçırtacak birliğin gücü olmasaydı El ve El adamıyla, akrabalarının gücü aynı etkiyi yapar mıydı? Yapsaydı zaten birliğin gücüne ihtiyaç duymazlardı değil mi? Aklı, bedeni teslim alış ve teslim ediş her durumlaydı.
İşte bu nedenle El ve El adamı "ne at sürdünüz, ne deve" diyen söylemleriyle düşmana korku salan savaşçı kitleyi; El söylemli, El düşünceli etki eylemleri içine kapatan algıyla, kişileri düşünemez kılıp; bu sözlerle etki (büyü) yapıyorlardı.