- 314 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sevilmeyi varolmaya tercih ettik
Küçükken daha kolay şeylerden korkardım. Karanlıktan korkardım mesela. Evet. Yabancım bir yerde yalnız kalmaktan korkardım. Köpeklerden korkardım. Bunlar görece basit korkulardı. Herkeste az-çok vardı. Büyüyünce de geçti. Tamam. Ama büyüdükçe yeni korkulara da sahip oldum. Hatta bazıları özelleşti. Benden başka hiçkimsenin korkmadığı şeylerden de korkar oldum belki. Mesela: "Birgün yazacak birşey bulamamak!" diye bir korkum var artık. Tıpkı hergün kuyudan su çeken adamın "Ya boş gelirse?" demesi gibi. Böylesi bir korkuya düçarım kaç zamandır.
Yaşlandıkça da artıyor. Neden? Kuyuda işlerin değiştiğini hissediyorum çünkü. İmtihanın süresi kısalıyor. Ses daha zayıf geliyor. Kova daha sık taşlara çarpıyor. İp daha sık takılıyor. Hem sanki eskiden daha da derinlerden çekerdim şu suyu. Kolayca. Kalbimin içlerinden. Dehlizden. Soğukluğunu ta oralarda hissederdim. Titrerdim. Düşlerdim. Hüzünlenirdim. Şimdi kafamın üzerinde yazıyorum. Yüzeyde kaldığımı hissediyorum. Yazarken gözlerimin yaşardığı yazıların sayısı o kadar azaldı ki. Hatta en son hangisi? En son hangisini? En son... Hatırlamıyorum.
İyi mi oldu kötü mü? Biraz uzaktan bakınca büsbütün kötü olmadığı apaçık görülüyor. Kalbimden uzaklaşmam yargılarıma dair yarımca bir editörlüğü becermemi sağladı. Fikirlerimi tartabiliyorum artık. Kuyuyla baştan çıkmıyorum. "Bunu yeterince iyi ifade edemedin. Bunu söyledin ama altını dolduramadın. Bunu diyorsun ama bir yere de bağlayamıyorsun!" diyebiliyorum. Elhamdülillah. Öyle yapabilmem genele ulaşmak bağlamında elimi de güçlendiriyor. Kabul. Fakat yazmanın bir amacı da ’tatmin’ değil mi? İşte kalbimden uzaklaşmak bu içsel tatmini azaltıyor. Eylenenin zevkinden, belki de transından, ediyor. Zikrederken kendisini unutmayanın zikri olmaz derler. Kalemle ortaya çıkmak, kendiliğin kuyusunu kazmak, nakışlarının üzerinden şuurunla geçmek değil bu yapılan. Bant işçiliği. Profesyonellik dışarıdan bakana bir kemalattan bahsediyor ancak içeride amatörlüğün hazzı bambaşka. Eh, evet, yazık. Nihayetinde ’kabul görmeme korkusu’ bizim de kanatlarımızı budadı. Sevilmeyi varolmaya tercih ettik. Çünkü yalnız içimizle yaşayamazdık. Dışımızdan da onaylanmamız lazımdı.
Bir yerde tekrar kalbimle buluşmak gibi bir hayalim var arkadaşım. Dışarıyı unutmak, ’... desinler’ diye değil "Ne var acaba daha bende?" diye yazmak, bunu birgün tekrar başarabilmeyi umuyorum. Başkalarının bana dayattığı başlıklar altında yazarken şunu yapamam. Kafam ister istemez kalıplarını kuşanıyor onları görünce. Onlara yazılan onlar gibi oluyor. İçimi kendi haline bırakmalıyım nakışlarımı görebilmem için.
Lakin yanlış anlaşılmasın. Bu serbestide boşuboşunalık yok. Ders devam ediyor. Söyleyen de söylediğini dinliyor. Bunu birgün tekrar başarabileceğimi umuyorum. Tekrar kalemime dönebileceğim. Göze girmeye çalışırken gözünü çıkardım onun. Kalbim de beni kendisinden uzaklaştırdı. "Benden vazgeçtiysen artık kafanla meşgul ol!" dedi. Sahi, Harikalar Diyarı’nın kapıları ne zamandır kapalı, açılmıyor. Cümlelerim birbirine benziyor. Kurguları fabrikasyon. Üretim seri. Orijinalite az.
Bunu düşlüyorum ya acaba kavuşabilecek miyim? Belki de algım yanlış. Belki de yanılttım sizi. Belki de kuyu sahiden kuruyor. Nihayetinde Ahmed de sayılı bir ömürdür. Ağzındaki de sayılı sözdür. Bir okyanustan haberdar edildi diye tastakinin sonsuzluğundan bahsedilebilir mi? Ben de belki bu yanılgının mağduruyum. Tattığımı kendimin sanıyorum. Zamanla da uyanıyorum. Yazarken kalpten kafaya doğru çekilmem belki de benim değil suyumun çekilmesi. Belki azalıyor. Belki azalıyorum. Böyle böyle hissediyorum. Yazmak güçleşiyor. Üretmek güçleşiyor. Yeni şeyler söylemek güçleşiyor. Güçleştiğini görüyorum. Fakat ızdırabım beni yeni bir vuslatın imkanına inandırıyor. Kuyuya bu kadar muhtaçken başka türlü yaşanmaz. Ve büyümek ancak korkularını değiştirmektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.