- 417 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Evrimle ilgili cevaplanması gereken bazı sorular (1)
Evrimle ilgili ’ara tür’ tartışmalarına dair şöyle ’garip bulmalarım’ var: 1) Keşfedilenin ’ara tür’ olduğunu bize ne söylüyor? Zâhire bakıldığında bunu söylettiren, zikredilen türün, iki canlı sınıfının yaşam alanına dahil olabilecek meziyetlere sahip olması. (Örneğin: Hem karada hem suda yaşayabilmesi.) Ancak, gelişen genetik bilimi sayesinde, artık açıkça görülüyor ki: Ara tür olduğu zannedilen bir canlının genetik yapısı hem ’sonrası’ hem de ’öncesi’ sayıldığı canlılardan apayrı bir sisteme sahip. Yani, öncesinde dogmatik bir evrim inancı olmadığında, bu türün ’ara tür’ olduğunu söylemek pek de mümkün değil. Peki ne mümkün? Bu türün ’ayrı bir tür’ olduğunu söyleyebilmek mümkün.
Evet. Bu tür ayrı bir tür. Hem karada hem denizde yaşayabilen bambaşka bir tür. İki yerde birden yaşayabiliyor diye bir ’arada kalmışlık’ yaşamasına gerek yok. Bu onun ’arada kalmışlığı’ değil ’bizzat üzerine yaratıldığı’ şey. Yani Halık-ı Hakîm (c.c.) onun da öyle olmasını istiyor. Ne için böyle istiyor? Belki kudretinin nihayetsizliğini göstermek için. Belki binbir esmaü’l-hüsnasının farklı tonlardaki tecellilerini sergilemek için. Belki de bize "Bu sırrı araştırırsanız siz de karaya mahkûm kalmak zorunda kalmazsınız!" dersini vermek için. Hikmetleri çoğaltılabilir. (Yazıyı uzatmayayım.) Ancak bu hikmet okuyuşlarından hiçbirisi bizi ’evrimi bir mecburiyet gibi kabullenmeye’ götürmez. Çünkü, yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, bahsi geçen türün ’ara tür’ olmak mecburiyeti yoktur. O pekâlâ başlıbaşına bir tür de olabilir. Bunu destekleyici başka şeyler de var.
2) Tam bu noktada lise kimya derslerime götürmek istiyorum sizi. Kimya hocamız bize şöyle ilginç birşey anlatmıştı: Varlık aslında bizim şahit olduğumuzdan daha fazla element içeriyor. Hatta, kimyasal deneyler sırasında, bazen bir element diğer bir elemente dönüşmeden önce anlık ’geçici elementler’ görüntülenebiliyor. Bunlar kararlı şeyler değiller. Kalıcı şeyler değiller. Zaten bir süre sonra (neredeyse ’an’ sonra) asıl dönüşülecek olana varıyorlar. Yitiyorlar. Kayboluyorlar. Dönüşüyorlar. Ama varoluyorlar. Çünkü saptanabiliyorlar.
Hatta, oraya kadar da gitmeyelim, ’kararsız maddeler’ dediğimiz şeylerde de bu özellik var. Radyoaktif elementlerin varlığı aslında geçici bir varlıktır. Onlar başka birşeye dönüşebilen şeylerdir. Bu dönüşümleri sayesinde açığa çıkan enerji de nükleer santrallerin çalışabilmesini sağlar. Fakat her iki durumda da dikkat çekici olan şudur: Bunlar birer kanun olarak bugün de işlerliğini sürdürürler. Yani Uranyum bundan binlerce yıl önce tehlikeli olduğu gibi yine tehlikelidir. Dönüşmeye yatkındır. O yüzden onunla meşguliyet dikkat işidir.
Peki kimyada gördüğümüz bu şeyi biyolojide neden göremiyoruz? Eğer evrim, türler arasındaki zâhiri benzerlikleri hemen-tamamen ona hamledecek kadar geçerli bir kanunsa, hükmü bu kadar müstebitse (yani o kadar genel-geçer olmuşsa), neden bugün tekrarlanmıyor? Neden evrim kanununun(!) yeni bireyleri ortaya çıkmıyor? Bunları söyleyince bize X-Man serisini veya birer bozulmadan ibaret olan genetik hastalıkları göstermesinler. Çünkü ne bir ’fantazi’ ne de bir ’yıkım’ almak istediğimiz cevabı vermiyor. Biz bozulmayı kastetmiyoruz ki. Biz ’düzenliden daha düzenliye’ giden bir evrimin varlığını bugün neden müşahade edemediğimizi soruyoruz. Öyle ya! Birşey kanunsa her zamanda fertleri olur. Her zamanda fertleri yoksa o şey kanun değildir.
3) Kafamdaki bir soru da şu: "Evrim nasıl ayakta kaldı?" Biz biliyoruz ki, türler, birbirleriyle kolay kolay çiftleşmezler. At-eşek istisnalarında ise ortaya çıkan melez birey (katır) ebter olur. Yani soyu kesik olur. Katırlık diye birşey devam etmez. Peki, olmaz ya hayal edelim, bir canlı aniden sıçrama yapıp "Ulan sıkıldım hep aynı şey olmaktan!" diyerek başka birşeye dönüşmeyi başarabildiyse, devamında neslini sürdürebilmeyi nasıl başarabildi?
Evriminden bahsedilen neredeyse bütün türlerin bireyleri eşeyli ürüyor. Erkeği gibi dişisine de ihtiyaç var. Peki, nasıl bir türün iki bireyi birden aynı anda, milyonlarca değişik ihtimalden bir ihtimale, sıçrama yapabildiler? Yani bambaşka bir türün erkeği-dişisi iken apayrı bir türün erkeği-dişisi olabildiler? Sağ elinizle yüzbin zar attınız, hepsi altı geldi, ’Hadi inandık’ diyelim. Fakat aynı anda sol elinizle attığınız yüzbin zarın da mı ’hep altı geldiğine’ inanalım?
4) Binlerce yıldır canlılık, bir türün yeni neslinin eskisine benzemesiyle, yani selef-halef uyumuyla ayakta duruyor. Anne karnındaki çocuğun varlığı dahi onunla uyumuna bağlı. Yediğiniz gıdadan, aldığınız kandan, nakledilen organdan tutun ta ebeveyn-çocuk ilişkisine kadar bir biyolojik uyumun izleri var. Zorlu şartlara sahip bir coğrafyada, oraya alışık bir anne-babadan dünyaya gelen çocuğun hayatta kalma ihtimali, tamamen farklı şartlarda yaşamaya alışmış bir anne-babadan meydana gelene kıyasla elbette daha fazla. Yani hayat ’bir farklılık sıçramasından’ ziyade ’bir ortam uyumundan’ besleniyor. Bazı oluyor, hava değişimi bile, insanı/varlıkları hasta edebiliyor. Bir hayvan, evvelden yaşadığı coğrafyadan başka bir coğrafyaya nakledildiğinde, ilk sağlanmaya çalışılan şey, eskiden yaşadığı coğrafyanın şartları, öyle değil mi? Peki, hayat bir taraftan böylesine bir uyumu ararken, neden tutup evrimi istiyor (veya istesin)? Öyle ya! Evrim, sadece ortam değişimi değil, canlının komple değişimidir.
Daha birçok sorum var. Ama yazı çok uzadı. Mütebakisini başka zamana bırakalım. Allah’a emanet olun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.