- 892 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SAF AŞK TEORİSİ NEDİR?
• “Saf aşk teorisi” nedir?
Saf aşk; elbette sonsuz sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, empatiyi, sempatiyi ve beraberinde birçok olumlu hasletimizi yansıtmaktadır. Bu bağlamda; insani hassasiyetin geliştirilmesi, birlikte yaşama ve hoşgörü ortamının gerçekleştirilmesi ve bütün bunların pratik hayatta uygulanması elzem bir durumdur.
Bilakis devamlı genetik kodları ile oynanan, kalıtsal değerleri cebren değiştirilen, doğuştan gelen ruhsal vasıfları kasıtlı olarak yok edilen, fıtri yönleri köreltilen “sözde insanlık” için bu tür kavramların elbette bir manası, herhangi bir tutarlılığı, güvenirliği ve geçerliliği olmayacaktı.
Sevginin tam manasıyla kutsal hale dönüştürülebilmesi, insanlık vicdanında egemen olabilmesi için; bireylerin mutlak surette biyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması, ruhsal ve sosyal denge uyumunun da göz ardı edilmemesi lazımdır. Bireylerin biyolojik açıdan sağlıklı, psikolojik yönden düzenli, tutarlı ve planlı olmaları, sosyal yönden de insani münasebetlerini ideal düzeyde gerçekleştirebilmeleri yahut istenen düzeye yaklaşabilmesi, SAF AŞKA ulaşabilmenin ön koşullarından birisi olarak kayda değer durumdur.
Karşı cinse saygı; hikâyemizde daha detaylı anlatılacağı gibi bireylere bir kadın, bireyleri “bir kız, bir anne, çocuk, büyük, küçük veya bir erkek olarak” değil; her şeyden önce bir insan, kutsal bir varlık olarak bakmak ve bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Yoksa asıl amaç işin içine kadın eşitliği, erkek eşitliği, çocuk eşitliği, genç eşitliği vb. değerlendirmelerde bulunmak olmamalı; bilakis insani duyarlılığı geliştirmek, insan olabilmenin ve insan olarak kalabilmenin koşullarını, olanaklarını ifa, icra, izah ve izhar etmekle mükellefiz.
Yine bütün sevgilerimizi, saygılarımızı, samimiyetlerimizi birleştirerek, onları bir organımızın temel parçaları, bir yapının ana dokuları misali “yekvücut” eyleyerek “özgün alanlar” oluşturabiliriz, farkındalıklar yaratabiliriz, rahatlıkla. “Kesrette vahdet/çoklukta teklik” prensibine dayanarak ve bunu ana referans alarak; tüm hürmetlerimizi, muhabbetlerimizi ve sevdalarımızı tek bir sevgide, tek bir aşkta, tek bir sevdada, tek bir varlıkta yahut yoklukta veya bambaşka bir meşkte toplayabiliriz. O da Allah aşkı, Yaratıcı sevgisi…
Sevgi ve dostluk hissini yaratandır. (Hud, 11/90)”(9)
Yüce Rabbimizin bunca sıfatlarına, güzel isimlerine, emir ve tavsiyelerine binaen; birbirimizi çok daha fazla sevmeli, saymalı, insanlara karşı iyilik, güzellik ve ihsanda bulunmalı, tevazu ve vakarımızı hiçbir şekilde, hiçbir kimseden esirgememeliyiz.
Saf aşk içerinde tabi ki çocuk sevgisi, evlat sevgisi, kadın sevgisi veya erkek sevgisi olabilir, olmalıdır da. Ancak gerçek manada SAF AŞK AŞAMASI; bütün bunları aşmış, bunların çok daha üzerinde, ötelerin ötesindeki metafizik bir sevgiyi, şefkati, yüceliği, aşkınlığı, arınmayı, ağırbaşlılığı, hakiki manada saygıyı, sonsuzluğu, teslimiyeti ifade etmektedir.
Nerede kaldı? Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Karacaoğlan’ın, Köroğlu’nun sonsuz aşkları ve ilahi sevdaları? Pekâlâ, bunların ki tahayyül edemediğimiz boyutta büyük bir aşk ve hayal idi. Peki günümüzdeki sahte sevdaları, aldatıcı bakışları, kandırıcı sözcükleri, sözde duygusallıkları, yalan aşkları ve timsah gözyaşlarını nereye, hangi kefeye koyacağız? Hangi kavramlarla açıklayabileceğiz, somutlaştırabileceğiz?
Bu soruları yanıtlamakta, yanıt aramakta hakikaten çok zorlanmaktayız, aciz ve çaresiz kalmaktayız ne yazık ki. Mevlana; Yaratıcıya ulaşmayı “Düğün gecesi” olarak takdim ederken, acaba bugün, maalesef gerçeği bir türlü yansıtmayan, kendi kendimizi avuttuğumuz ve aldattığımız ruhsal tasavvurlarımız, talihsizliklerimiz ve tasarımlarımız bizleri hangi noktaya, gayeye, yüceliğe, menzile ulaştırabilir ki…
Allah aşkına! Bugün küreselleşme sürecindeki kahrolası mağdur, mağrur, melun ve menfur dünyanın, globalleşmenin, popüler kültürün, teknolojik devrimin ürettikleri ve beşeriyete zoraki dayattıkları; hakiki manada bir sevgi mi, muhabbet mi, aşk mı, sevda mı, sonsuz hayaller mi?
Elbette hiç birisi…
Keza günü kurtarmak, dostlar alışverişte görsün, laf olsun torba dolsun babındaki popülist söylemler, hamasi nutuklar, duygusal okumalar ve konuşmalar; aşkı, sevgiyi ve sevdayı sadece karalamak, yerin altına sokmak, kirletmek, dejenere etmekten başka bir şey olmasa gerek.
Saf aşka kutsal sevgiye ulaşabilmek için; insanoğlunun önce bütün maddi, dünyevi, seküler somut hazlardan, tatlardan, hoşnutluklardan sıyrılmak ve soyutlanmak mecburiyeti hâsıl olduğunu ve olması gerektiğini, eş zamanlı olarak meşakkatlerle ve marifetlerle yoğrulmak ve yenilenmek gerektiğini idrak etmeliyiz.
Saf aşk; yeryüzü coğrafyasındaki bütün sevgilerin, saygıların, içsel yaşantıların, psikolojilerin, sosyolojilerin ve neticede bütün bilim dallarının anlamakta, açıklamakta ve yorumlamakta aciz kaldıkları pozisyonlardır, projeksiyonlardır, profillerdir, performanslardır.
Ancak böylesine ulaşılması güç durumlarda, yepyeni hayaller, ufuklar ve umutlar içerisinde saf aşk süreci ortaya çıkar ve bizlerin bütün idraklerini, yüreklerini, ruhsal yapılarını, içsel âlemlerini topyekûn mahvüperişan, kahrüperişan eyler.
Zira hep birlikte bütün hatalarımızı, eksiklerimizi rahatlıkla giderebiliriz. Öncelikle birbirimize karşı saygı göstermeyi, gerektiği gibi ölçülü ve tutarlı davranmayı; yardımlaşmayı, dayanışmayı, paylaşmayı, konsensüsü öğrenelim, kavrayalım, içselleştirelim. Ondan sonra da bütün ruhsal saplantılarımızdan, yanlış hareketlerimizden, saçma sapan fiiliyatlarımızdan, hatalı saptamalarımızdan pekâlâ sıyrılabiliriz, kurtulabiliriz.
Bütün bunlardan sonra saf aşka ve kutsal sevgiye ulaşabilmek mümkündür. Artık insanları, doğayı, hayvanları sonsuz ve sınırsız bir şekilde sevmeye, saygı duymaya, muhabbetlerimizi yüceltmeye başlamışızdır kuşkusuz.
SAF AŞK ve KUTSAL SEVGİ; bütün canlıları, bedelsiz, ön koşulsuz, önyargısız bir halde, kendinden ve bütün sevdiklerinden çok daha ziyade, yüceliğin ve kutsallığın son noktasına, zirvesine kadar en içten, en kalpten, en yürekten sevmektir, hürmet göstermektir, engin hoşgörü sergilemektir, son tahlilde sevgiyle yanıp tutuşmaktır.
Aşkın en yalın, sade, en tabii, katıksız ve katkısız hali; tek yürek, tek beden, tek kalp, tek boğaz, tek vücut, tek ruh, tek can, tek ceset, tek birliktelik ve bütünlük durumu…
Ne kadar teklik varsa, bütün tekliklerin/vahdetlerin, birlikteliklerin, bütünlüklerin hepsini yan yana, alt alta sıralasak, üst üste sınıflandırsak, teorik, periyodik ve kategorik hale dönüştürsek dahi; asla aşkın son safhasını, saf halini, son temerküzünü, son menfezini, tertemiz konumunu ifade edemez. Keza bütün kavramlarımız, tamamlamalarımız; aşkın ve sevdanın müstesna, mücerret ve mübarek ahvalini, algılamakta dahi biçare kaldığımız cihetlerini yani “SAF AŞK AŞAMASI”nı tanımlamakta, açıklamakta, izah etmekte yetersiz kalacaktır, dostlar.
Kısaca; tüm bedenimizle, ruhumuzla, benliğimizle duygularımızla, düşlerimizle, fikriyatlarımızla, zikriyatlarımızla, hülasa her şeyimizle birleşmek, bütünleşmek ve nihai olarak sonsuzluğa, ebediyete, aşkınlığa ulaşmaktır. Son aşamada “tek bir mutlak sevgiye”, Allah’ın yüce sevgisine, rızasına, tevekkülüne ve takdirine ulaşabilmektir, SAF AŞK, KUTSAL SEVGİ…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.