AŞK SANCISI!..
AŞK SANCISI!..
***
Henüz şafak atmamıştı. Karanlığın ölümcül nefes aldığı dakikalara adım adım giderken yan komşunun avlusunda günü karşılamaya yazırlanan horozun sesi duyuldu. Öyle uzun uzun ötüyordu ki; sabah ezanına uyanın dercesine, şafağın atmasına çalım atarcasına. Ard arda kesilmeyen uzunca ötüşleri, yârini kaybeden ayyaşın haykırışı gibiydi. Neden erkenden kalkıp mahalle sakinlerini uyandırıyordu?Allah’ın bir hikmeti ki; sabah namazının şükrüne ersin kullarım dercesine horozları görevlendirmişti sanki. Yani ötüşü yaradılış fıtratındandı. Tanrı’nın ona verdiği özel bir özellikti. İnsanların belki de çok azı bunun idrakindeydiler. Her gün kurulmuş saat gibi aynı saatlerde dört mevsim öterdi. Haremine kapattığı tavukların gıdaklamalarıda uyanışa eşlik edince ücretsiz halk konserine buyur ediyorlardı mahalle halkını. Sessizliği yararcasına evlere, evlerin yatak odalarına kadar uzanıyordu horozun tatlı çığlığı. Göktürk sola, sağa döndü yatağında. Dünün yorgunluğu onu haşat etmişti. Hantallaşmış vücüdu ölü gibi uzanmış, gözlerindeki derin uykunun baskısı horozun çığırtkanlığını duymamazlıktan gelircesine tavır takınıyordu.İştahsızdı kalkmaya. Lakin horozun bitmek bilmeyen direnişine yenik düştü. Usulca kalktı, üzerindeki yorganı sinirlice fırlatıp attı. ’Bu ne ya! Sabah sabah beynimi deldin be horoz! Seni tutup haşlama yapmak gerek amma hoşlukla ötüyorsun. Kıyamam ki sanada!’ diye geçirdi içinden.
Lavobaya giderek sıkışıklığını giderdi. Elini yıkayarak yatak odasına döndü. Perdeyi araladı, hala karanlıktı. Ezanıda duymamıştı. Duvardaki saate baktı. Ezanın okunmasına yarım saat kalmıştı. Tekrardan yatağına girdi. Komidin üzerindeki akşam yatarken okuduğu kitabı eline aldı. Hikaye kitabı idi. 1922 yıllarında kaleme alınan hikayelerin yer aldığı Çağlayanlar isminde hikayeler demediydi ve bu kitapta yer alan hikayeler onun için çok anlamlıydı. O dönemlere memleket meseleleri ele alınmıştı.Göktürk tüm hikayeleri kaç kez okumasına rağmen onun için tekrar tekrar okunması gerekli başucu kitabıydı. Günün memleket meseleleri ile birebir örtüşüyor olması ayrı bir ders alınacak türdendi. O kitapta en çok sevdiği hikaye ’Turan Nasıl Çıldırdı?’ Bu hikayeyi ne zaman okusa gözünden yaşlar yanaklarına ılık ılık inerdi. İşaretlediği sayfayı açtı, yine aynı hikaye idi. Derinden iç geçirerek başladı okumaya.
Sabah ezanı okunmaya başladığında az da olsa ortalıkta hafif bir aydınlık baş göstermişti. Göktürk, elindeki kitabı, gözündeki okuma gözlüğünü çıkarıp koydu bir kenara. Besmele ile kalktı yatağından. ’ Rabbim bu günümüzede güzellikler getirir misin?’ dedi gözlerini yukarı kaldırarak. Aminle iki avuç içlerini yüzüne sürdü. Banyoya gitti. Küçük laylon iskemlesine oturarak ılık su ile abdestini aldı. Kollarını, elini, yüzünü beyaz havlu ile kurlayarak salona geçti. Camiye gitmek istesede pek canı almadı dışarı çıkmaya. Bedenindeki o dinginlik yoktu bu sabah. Yeşil renkli seccadeyi serdi önüne. Sabah namazının sünnetine niyet edip ’ Allah’u Ekber’ derken horozun sesi yine yankılandı odada. Aldırmadan tekbirini getirip, gametini getirerek durdu namaza.
Sabahın ıssızlığını çok seviyordu Göktürk. Namazını eda ettikten sonra memleketine, ailesine, dostlarına ve en önemlisi hasreti ile yanıp tutuştuğu sevdası Yağmur’a dualar yoladı. Yalnızdı. sevdiği ise uzaklarda o da onunla yanıp tutuşuyor ama imkanlarının kısıtlı oluşu nedeniyle evlenememişlerdi. Zamanın gelmesini beklercesine sabırla yalnızlığını nadasa bırakmıştı. Nasipte varsa mutlaka Allah’ın kendilerini birleştirmesine tevekkül ediyordu her duasında. Yağmur’u o kadar çok sevmişti ki; yatıp kalkıyor ne dilinden, ne de yüreğinden onu düşürmüyordu. Kara sevdanın kelaynak kuşlarıydı türleri azalanlarından. Adam gibi seven, en sarsılmaz duygularla bağlanmışlardı birbirlerine. Beceremediği halde Yağmur’una şiire benzer karalamalar yazıp telefondan’dan mesajla yollardı aşk nağmelerini. Gönlünden damıttığı duygular o kadar saf, dubduru bir sevdaydı. Yağmur çok çekingen olduğundan sevgisini açıkça belli etmez, bağlılığını bir kaç kelimelerle yolardı mesajla. O bir kaç kelimenin sırrının anahtarı Göktürk’teydi. İlk aşık olmaya başladığında pek anlayamasa da sevdasının demek istediklerini, sonradan kelimelerin sırrına vakıf olmuştu. Çok seviyor olmasının ötesinde çılgınca bağlıydı Yağmur’a. Onunsuz dakikaların geçmesini büyük kayıp olarak değerlendirirdi.
Mutfağa gitti. Uykusu, namazını kıldıktan sonra dağılıp gitmişti. Erkenden kahvaltı yapmayı düşündü. Çaydalığa su koyarak ocağı yaktı. Su kaynayıncaya kadar oyalanmak bahanesi ile balkona çıktı. Mis gibi bir hava vardı. Göz gözü görüyordu dışarıda. Karanlığın ardından gelen aydınlığa baktı, gökyüzünü süzdü. Parçalı bulutlu, güneşli geçeceğini anlatıyordu gökyüzü. Avluda irili ufaklı kış uykusunu hala üzerinden atamamış cemreyi bekleyen yapraksız ağaçların dallarına üşüşmüş serçelerin cıvıltılarını nihavent şarkıların makamında dinledi. Haşaş çapasına giden işçi kadınların duvar dibine dizilerek arabalarının gelmesini bekleyişlerine içi sızlayarak baktı! Sakalları beyazlaşmış, belleri bükülmüş bir kaç yaşlı adamın sabah namazından gelişlerine hüzün sağnağında baktı. İçinden ’ neden geneçler yok camiden gelenlerin arasında?’ diyerek sorguladı gençliği. Ve ’ülkenin geleceği hangi gençliğin üzerinde ilerleyecek? Damarlarındaki asil kana ne oldu?’ delice sorular takıldı kafasına. Zorlandı cevap bulmaya. Mustafa Kemal’in meşhur gençliğe hitabesi döküldü dilinden. Ağlayamadı! Gençliğin gidişatından endişeleniyor, kendilerine hayrı olmayanın vatan hayırlarının olmayacağını gün gibi görüyordu. Yüreklerinde vatan, bayrak, kardeşlik sevgisi yoktu gençliğin! Acı gülümsemeyle kahırlanıp girdi içeri. Kaynamış çay suyuna çay atarak demlenmesine bıraktı. Dolaptan zeytin, reçel, tereyağ, dünden pişirdiği yumurtayı getirerek masaya sizdi. Sandalyesine oturdu, beklemeye başladı çayın demlenmesini. Her zaman ki gibi yine yalnızdı kahvaltısında...
Saat on’u geçiyordu. Telefonuna bir mesaj geldi. Tatlı bir telaş içinde mesajlara girdi Göktürk. Mesajı açar açmaz gözleri çakmak çakmak yanmaya başladı sevinçten. Sevdası Yağmur’dan geliyordu. Yine az kelimelerle yazılan mesajında ’ Göktürk aşkım, evde çok kalıyorsun. Hava güzelse çık dışarı dolaş, özlemlerimizi gider! Öpüyorum...’ Göktürk, duvarda asılı Yağmur’un çerçeveli fotoğrafını alıp ta dudaklarının ortasından sıcacık öpücüğünü kondurdu! ’Aşkım sen ne istersen yaparım. Çok haklısın. Hava çok güzel Manavgat’ta. Kırlara gidip gezeceğim!’ dedi Yağmur’un fotoğrafını karşısına alarak. Tekrar öptü dudaklarından, yanaklarından, gözlerinden, saçlarından. Telefona el attı ona mesaj yazmak için.
’Aşkım, Yağmur’um! Hava çok güzel burada. Dediğin gibi çıkacağım dışarı. Önce evde temizlik yapacağım biraz. Temizliğin ardından bisikletime atlayıp kırlara çıkacağım ve senin gözlerinle göreceğim her şeyi!’ diye yazdı ve mesajı öperek yolladı. Mutluluğun alasını yaşıyordu. Gününe aşkının mesajı ilaç gibi gelmişti. Zaten ondan ne zaman tek kelimelik mesaj bile gelse o gün mutluluğu onu doyuruyordu. En samimi duguları ile bağlandığı Yağmur uzaklarda, ülkenin diğer denizli yakası Karadeniz’deydi. Ordu’da ikamet eden sevdasının yanına gitmekte o kadar kolay olmuyordu. Mesafeler uzak, bazı şartlar elverişsizdi. Ailesi onu bir akrabası ile evlendirmeyi düşünüyorlardı, Yağmur isyanları oynuyordu istedikleri kişi ile evlenmeyi. Akraba evliliğine karşıydı ve ailesi onu amcasının oğlu ile evlendirmeyi ta küçükken beşik kertmesi yapmışlardı. Annesi ile arası sık sık açılırdı bu yüzden. Annesi biliyordu Göktürk’ü sevdiğini. Düşünemiyorlardı Karadeniz ile Akdeniz arasında ne fark vardı? Yürekler birbiri ile sevmişse... Bu topraklar bizim topraklarımız değil miydi? Doğusu, batısı, güneyi, kuzayi neymiş? Bu toprakların her karışına kanlarımız dökülüp binlerce şehit vermemiş miydik? Bölgecilik, mezhepçilik, kökencilik anlayışına her ikiside kızgındılar!.. Hele akraba evliliğine her ikiside ifrit kesiliyorlardı.
Göktürk gönderdiği mesajının karşılığını beklerken kahvesini yudumluyordu sevda yellerinin estiği duygularla. Telefonun ’dınnn’ sesine heyecanla el attı. Yağmur ’ Aşkım çok sevindim. Gez benim içinde. Ateşli öpüldün!’ özlem yüklü mesaja karşılık bastı tuşlara Göktürk. ’ Bebeğim bende seni en şiddetli ateşimle öpüyorum. Fotoğrafından dudaklarım inmiyor ki!. Aşkım sende çık gez benim için. İn Karadeniz’e sevda türküleri söyle!’ Aynı hızla tuşa basarak uçurdu mesajını Göktürk!
Kırlarla içe içe olan Manavgat doğa harikası bir ilçe. Göktürk’ün her şeyine aşık olduğu, daha çok billur suyu ile dünyanın gözdesi Manavgat çayına doyumsuz hayrandı. Çocukluğunda arkadaşları ile gider yazın sıcaklığında buz gibi sularında çimerdi. Bir çok ülkenin turistlerinde uğrak yeri idi Manavgat. Bu şehirden gitmenin kendisine intihar olacağını iyi bildiğinden ayrılmak istemedi bu yaşına kadar. Çalışmak için gittiği şehirlerde yapamayarak geri dönmüştü ilçesine. Her mevsimi bahardı Manavgat’ın. Tatlı düşlerle bisikleti ile ilerlerken patika yollardan ekili arazilere varmıştı bile Göktürk. Bazı tarlalarda hala ürünler vardı. Yemyeşil vadiyi andıran manzara karşısında coşuyordu. Sevgilisinin gözlerini takınmıştı gözlerine. Onunla geziyor onunla görüyordu baktığı yerleri. Fotoğraf makinasının deklaşörüne arda arda başıyordu gördüğü manzaraları. Yaban ördeklerini yükseklerden uçup giderken onlara el sallayarak ’ N’olur Karadeniz’e de uğrayın aşkıma selamlarımı iletin!’ diye bağırıyordu. Yanından geçen yaşlı bir kadın ona bakarak ’deli mi ne?’ diye mırıldandığını duyan Göktürk sesini daha da yükselterek ’Eveetttt, deliyimmmm! Hem de çokkk!’ haykırdı gökyüzüne.
Çimlerin üzerine oturuo güneşin sıcaklığına kendini verdi. Yanında getirdiği termostan çayını doldurdu bardağına. Keyifle içerken Yağmur’un yanında olmasını ne çok istedi o an. ’Şu yaban çiçeklerinden sana taçlar yapsaydım, olmaz mıydı Yağmur’um’ Ağlamak istedi Yağmur’un omuzlarına başını koyarak. Yağmur’un hayali ufukta şiirleşiyor ve yüreğinden dökülen dizelere hazan düşüyordu. Gönlüne sızsan duygular onu daha bir garipleştiriyordu.
Bugün kırları gezdim gözlerinle
Yemyeşil tarlalar
Uçuşuyor börtü böcekler
Sıcacık bir sevda yeli eser
Ardına yağmur yüklenip gelir
Islanırım bahar gülüşlerine
Sararım seni hasretime
Islaklığımın en kuytu köşesine
Cansın canıma can katan
Sensiz olmuyor ki bu vatan!
Buruk bir sevinçle eve dönerken akşam olmak üzereydi. Güneş gün batımına girerken rüzgarda esiyordu hafiften. Rüzgar arkadan ona destek vererek geldiği dar toprak patikalardan bisikleti ile eve dönerken ıslığın eşliğinde dertli türküler söylüyordu. Yalnızlığın kahırları onu çok acıtıyordu. Hisler deryasına batıp çıkıyordu yol alırken. Yağmur’una kavuşmasını çok istemesine rağmen olumlu bir ortam oluşmaması derdine dertler katıyordu. Kadere inandığı için gerisini Allah’a havale ediyordu. Ondan gelecek yardımı şükrederek bekliyordu. Yağmur’da aynı sıkıntılar içindeydi ama yapabilecekleri bir durumda yoktu şu an için. Nice mevsimleri güzlerin eşliğinde geçirmişler ama asla sevdalarından taviz vermemişlerdi. Bir birlerine delice, ölürcesine aşıktılar.
Göktürk, sevdasına bağlılığının aşkıyla evine geldi. Bisikletini ardiyeye koydu. Evine selam vererek girdi. İlk yapacağı iş akşam yemeğini hazırlamaktı. Günün menüsünü kafasından şöyle bir geçirdi. Ne pişireceğine karar verdi. Mantar sote, salata ve iki gün önce yaptığı sütlaçtı. Bunları halletmeden önce az dinlenmesi için salona oturmaya geçerken kahve suyunu koymuştu su kaynatıcısına.
Beş dakika oturmuş oturmamıştı ki telefonuna mesaj geldi. Vestiyerde asılı çeketinin cebindeydi telefon. Hızlıca kalkıp telefonu aldı. Mesajı açmadan önce keytıldaki su fokur fokur kaynıyordu. Hemen hazır kahvelerden yaparak koltuğuna oturdu mesajı okumak için. Mesajı açar aşmaz tepesinden kaynar sular döküldü, canı bedeninden çekildi. Beti benzi sonbahar gülü gibi soluvermişti. Bunaltı bastı, ne yapacağını şaşırdı. Her yeri titriyordu. Gelen mesaj Yağmur’dandı. Mesajda iki kelime yazıyordu.
’ Aşkım ölüyorum!’
Gözlerine kan ve gözyaşı bir anda indi. Göğünde şimşekler çaktı, en şiddetinden iri iri dolu yapmaya başladı başından aşağı. Suratında bilmediği şamarlar patladı. Telefonda Yağmur’un numarasını titreyen eliyle ararken ikinci bir mesaj daha geldi. Nasıl açacağını çaşırmış vaziyette iken telefonu elinden düşürdü. Aklı başında değildi. Düşen telefonunu bile göremiyordu yerde. El yordamı ile buldu. Yüreğinin gümbürütsünde açabildi mesajı.
Mesajda:
’ Göktürk’üm, biricik aşkım ben senin aşkınla ölüyoruuummmm!’
Mesajı görür görmez ecel terlerinin yerini sevinç ve mutluluk gözyaşlarına bırakmıştı. Üzüntüsünü bala bandırıp ağlamaklı bir sesle:
’Ah aşkım ahh! Öldüm öldüm dirildim! Alacağın olsun e mi? Rabbime binlerce şükürler olsun. Yahu ben senin aşkınla her saniye ölüyoruuummmm!’ derken gülümsemeleri ile Yağmur’u en ihtiraslı duygularla öpüyordu.
Kahvesini keyifle yudumlamaya başladı yarınların muştusuna ve mutluluğuna...
Zafer Direniş
...
25 Şubat 2018 Pazar 00:45 Akşehir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.