- 1054 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Oscarlık Bir Filmin Analizi: AYLA
“ Biz onunla savaşın ortasında tanıştık. Ben ona ’Baba’ dedim.
O da bana ‘Ay Yüzlü Güzel Kızım’ dedi. ”
Ay Yüzlü Bir Kızla
Ay Yıldızlı Bir Askerin
65 Yıllık
Özlem Dolu Hikayesi…
Gençler, mendilinizi hazırlayın. Ayla başlıyor!..
Kasım ayının 19’u. Güzel ve fazlasıyla yoğun bir vize haftasından sonra, kendimden, ‘Ayla’ yı
vize sonrası ödül olarak istedim. Ve “Ayla” milli duygularımı coşturan, beni benden alan ve bir kez daha ki her zaman olduğu gibi milletimle, bayrağımla, ülkemle gurur duymamı sağlayan bir film oldu.
Bir sene öncesinden senaryosunu bile takip ettiğim Ayla’yı şimdi izlemenin keyfi ve ilk fragmanı izlediğimde verdiği heyecan aynı! Hiç değişmedi. Aslında bu bir film değil, binlerce savaş mağduru hayattan yalnızca biri. Türk eliyle kurtarılmış binlerce Ayla’dan yalnızca biri...
Aslında bizim ‘’Aylamız’’. Bizden, içimizden biri.
Evet, işte o Ayla!
Filmimizi ilk önce bir tanıtalım kısaca: Film, 1950’ lerde Kore Savaşı’na katılan Türk askerlerinden biri olan Astsubay Süleyman Dilbirliği ile savaşta öldürülmüş ailesinin yanında bulduğu ve Ayla adını verdiği Güney Koreli küçük kızın, sevgi ve umutla beslenen gerçek hikayesinden o çok sevdiğimiz sinema perdesine taşındı. Sevginin, merhametin, saygının ve hatta aşkın yoğun olduğu bu Oscar adayı filmimizde ünlü ve çok yetkin oyuncularımızla beraber Güney Kore Film Endüstrisi’nin de içinde bulunduğu birçok yabancı ünlü oyuncuları görmekteyiz.
Kahramanlarından Süleyman Dilbirliği ve eşi Nimet Dilbirliği’nin yakın zamanda vefatı ile bizleri üzüntüye boğarken, geçmişi huzurla ve gururla bugüne taşıyan filmin kadrosu ile de tanışalım. Yönetmenliğini Can Ulkay’ın yaptığı, ana yapımcılığını Mustafa Uslu’nun ve ortak yapımcılığını Çağlar Ercan’ın üstlendiği, müziklerine Fahir Atakoğlu’nun imza attığı, şarkılarına Sertap Erener ve Ocean of Noise’in ses verdiği, danışmanlığını Elif Dağdeviren’in yaptığı, senaryosunu ise Yiğit Güralp’ın yazdığı Ayla; başrollerini İsmail Hacıoğlu, Kim Seol, Çetin Tekindor ve Lee Kyong-Jin ile paylaşıyor. Filmde ayrıca; Ali Atay, Murat Yıldırım, Taner Birsel, Altan Erkekli, Meral Çetinkaya, Damla Sönmez, Büşra Develi, Erkan Petekkaya, Sinem Uslu, Eric Roberts, Cade Carredine, Kim Byoung Soon, Johnny Young, Mehmet Esen, Caner Kurtaran, Burç Kümbetlioğlu, Duygu Yetiş, Ali Barkın, Nilgün Kasapbaşoğlu, Mine Teber, Esra Dermancıoğlu, Toygan Avanoğlu, İlber Gürtunca gibi birbirinden değerli 32 ulusal ve uluslararası yıldızla, Oscar’da tüm dünyaya görsel bir şölen sunmaya hazırlanıyor. Oscar adayı olmak, bu kadar yıldız oyuncuyla gayet normal bir durum olmuş. Tabii ki Oscar’ı kazanmayı ve mutlu olmayı milletçe isteyeceğimiz aşikâr bir durum.
Bizi ve bizim değerlerimizi anlatan bir filme bu kadar iyi dilek ve mutluluk göz yaşları az. Nitekim sinemanın önündeki mendilci miniklerin “Abla, Ayla’ya gideceksen lazım olur, 2 tane mendil vereyim.” demelerinden, hatta gişeci görevlinin “Mendiller hazır mı?” demesinden, bir güzel ağlayacağımı anlamıştım. Ama sadece ağlamadım sanki yaşadım. Allah bir daha böyle bir tecrübe yaşatmasın...
‘Hep mi güzeldi film?’ derseniz, hayır değildi! Yani, ben ayrı olarak tam bir Koresever hatta Asyasever olduğumdan mıdır nedir, bilemedim şimdi ama Güney Koreli minik oyuncu Kim Seol dışında diğer Güney Koreli oyuncuları normalden daha yapmacık buldum. Normalde herhangi bir Güney Kore yapımı film, dizi, hatta müzik videosunda başından sonuna kadar mükemmel oyunculuklarını sergilediklerini görürsünüz. Ama başlangıçtaki sahne de biraz acemilik mi desem yoksa başka bir şey mi desem bilemiyorum şimdi, tam o gündelik yaşam halini, ailenin kızlarına davranışlarını ve hatta korkuyu hissedemedim. İzlemediğim film kalmadığından belki başlangıç sahnesini, filme yüklediğim değerden daha aşağıda bulduğumu üzülerek söylüyorum. Bu durum son kısımda Ayla’nın bulunması ile devam etti. İstediğim oyuncu hissiyatını Ayla’nın 1950 versiyonu Kim Seol’ da bulup, 2010 yılı versiyonu Lee Kyung Jin’de bulamayınca filme iki kez daha gittim. Belki yanlış görmüşümdür diye düşünmüştüm. Ama İlginç bir şey keşfettim. İnsan elinde defter kalem gidince filme iyi notlar tutabiliyor. Senaryo da Yiğit Güralp vardı ve başlangıçtaki jenerikte yani açılışta değil kapanışta gösterildi tabii. Fakat Rahmetli Süleyman Astsubay’ın anılarından Oscarlık film çıkarmak her yiğidin harcı olmasa gerek. Bu konuda üzüldüğümü belirtmek isterim.
Filme dönecek olursak, adından daha çok bahsedeceğimiz kesin. Güney Koreli minik oyuncu Kim Seol’un ve İsmail Hacıoğlu’nun her sahnesi ayrı bir güzellik taşıyor, sanki yaşarcasına filme duygularını sonuna kadar katmaları… Tabii ben en çok film de de Ali ismini taşıyan Ali Altay ve orijinaline çok benzeyen Marlyn Monroe ‘nun platonik sevdasına bayıldım tabi sonuna doğru ağlayarak. Ulaşamazsan sevda derlermiş ya zaten, ona bağladım bu sahneyi. Bir de pek muhterem Murat Yıldırım vardı ki, role kendini mi kaptırdı anlamayarak şaşırttı beni. Film molasında ‘Ya hu bu Mesut Üstteğmen ne yapmaya çalışıyor?’ diyor ve teoriler üretmeye başlıyorsunuz. Filmimiz her duyguyu sonuna kadar ve dolu dolu yaşattığı için; filmden çıktıktan sonra ‘ben neredeyim?’ diyebilirsiniz ki, ben dedim hatta arkadaşlarla oturup filmi konuştuğumuzda, duygu patlaması yaşamış olabilirim.
Her rol aldığı filmde, eğer o varsa film kesin güzeldir dediğim ender isimlerden biri, tabii ki Çetin Tekindor. Hali, tavrı ve her daim babacan duruşu ile hem bir Kore Gazisini hem de Baba rolünü bu kadar güzel perdeye yansıtması, tecrübesinin ne kadar sınırsız olduğunu gösteriyor ve bizleri büyülüyor adeta. Ve Rahmetli Nimet Dilbirliği’nin rolünü üstlenen Büşra Develi (1950’deki Nimet) ve Meral Çetinkaya (2010’daki Nimet) ‘yı ayakta alkışlıyorum. Bir oyuncunun en zorlandığı sahne bana göre bakışlarıyla kendini, rolünü anlatmasıdır. Ve bu filmdeki oyuncuların çoğu bunu fazlasıyla karşılamış, ardında gözü yaşlı milyonlarca Aylasever bırakmışlardır.
Savaşın mutlaka bıraktığı izler vardır. Bu film savaşın ardında bırakılan kimsesiz bir küçük kızı ve onu evladı gibi sayan, seven bir Türk askerini içermektedir. Savaş filmi görmek isteyenleri bilmem ama bu filmden önce Güney Kore Hükümeti bizden önce davranıp belgeselini yapmış ve 65 yıllık ayrılığın son bulmasını sağlamışlardır. Biraz geç kaldık belki Ayla’yı bulmakta ama kavuşmalarında ve hem Ülkemizde hem de tüm Dünya’ya tanıtmakta geç kalmış sayılmayız. Gerçi şu an Güney Kore Devletince belgesellerini yaptıkları bir kahramanlık destanının filmini, kendi resmi ve özel sinema salonlarında gösterilmesine izin vermemesi insanı biraz kızdırıyor olsa da tüm Güney Kore halkı Ayla’yı ya da bizim Ayla’mızı biliyor ve izlemek, izletmek ve gururlanmak istiyorlar.
Bu arada hala Ayla’yı izlemeyeniniz varsa, ki var olabilir insanlık hali diye pek bahsetmiyorum. Ama gittiğinize, izlemeye değecek tek film olması yeterli sebep olmalı. Tabii mükemmel bir oyuncu tablosu ve Oscarlık bir film olması da cabası. Kapanışı Ocean of Noise grubunun Ayla soundtrack’i ile yapmak isterdim ama söz veriyorum sizin için tekrar tekrar dinleyeceğim.
Açıkçası üstünde ne kadar oynanırsa oynansın, bu film NATO üyeliği sürecinde olup TBMM’den izinsiz Asker gönderen Adnan Menderes’in ve Aziz Türk Askerinin, en zor zamanlarında dahi olsa hiç tanımadıkları çekik gözlü kardeşlerine yardım ettikleri bir filmdir.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Yazımı okuduktan sonra pek sevgili ve muhterem Kore Gazimiz Süleyman Dilbirliği ve eşi Nimet Dilbirliği’ne, Kore Şehitlerine ve tüm Şehitlerimize birer Fatiha Süresi okumayı unutmayalım. Son olarak yazımı Ankara Marşı ile bitirmek istiyorum, izninizle.
Vesselam...
Ankara, Ankara, güzel Ankara!
Seni görmek ister, her bahtı kara.
Senden yardım umar, her düşen dara.
Yetersin onlara, güzel Ankara.
Burcuna göz diken, dik başlar insin.
Türk gücü orada, her zoru yensin.
Yoktan var edilmiş, ilk şehir sensin.
Varolsun, toprağın taşın Ankara.
...
Ayşegül Tokcan
13.12.2017 - 21.32
"Gerçek bir hayattan örnek alınası cevaplar! Biraz sessizlik, biraz korku ve biraz da umut serpilmiş insanlar. Bizim İnsanlarımız..."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.