Lâ yemût: Garkoluş
Karahindiba’nın sahibine..
"De profundis clamavi ad te Domine"
Doğudaki tepelerin ardında şafak sökmek üzere... Gündoğumu ve batımının cihanda en muhteşem olduğu yer burası bana göre. Ömrüm boyunca bu manzaradan bıkmadım, sonsuza kadar da bıkmayacağım. Birazdan dünyanın en güzel gündoğumlarından birini seyredeceğim, ardından Osmanoğluna teslim olmak üzere aşağıya ineceğim. Bu kaçıncı teslim oluşum artık hatırlamıyorum. Başarısızlıklar yakamı bırakmadı. Yoksa lanet mi demeliyim? Her neyse, Osmanoğlu’nun bana yapabileceği fazla bir şey yok. Ya yine sürgüne gönderecek, yahut bir müddet zindanda alıkoyup salıverecekler. Beni öldüremeyeceklerine adları gibi eminler.
-Hamza Bey’in birlikleri göründü beyim!!
-Erken geldiler, sanırım gündoğumunu kaçıracağım. O halde kapıda karşılayalım misafirimizi değil mi? Siz kalede kalın, tek başıma ineceğim. Merak etme size bir şey olmayacak, Hamza’dan sizin affedilmenizi isteyeceğim. İşaretimle kapıları açıp teslim olursunuz.
-Ya siz beyim?
-Bana bir şey olmayacak endişelenme...
.......................................
Emir Timur İzmir’i Cenevizlilerden alalı bir hafta olmuştu. Yakınlardaki müstahkem bir kaç yerleşim dışında çoğu haçlı adalara kaçmıştı. Babam Kara Subaşının namı ve hitabetim sayesinde, genç yaşımda kısa sürede Emir Timur’un gözdesi olmuş, İzmir’in batısı ve güneyini Ceneviz yerleşimlerinden arındırmak için görevlendirilmiştim. Ildırı, Çeşme ve Seferihisar kolayca teslim alındı. En sona İpsili’yi bırakmıştım. Zaten küçük bir kaleydi ve en kolayı o olacaktı. Emir bu korsan yuvasını teslim aldıktan sonra yerle bir etmemi emretmişti. Tahminime göre de yüklüce bir ganimet elde edecektik.
İpsili’ye vardığımızda yarımada tamamen boş görünüyordu. Ne çevrede bir Ceneviz gemisinden, ne de kalede ışık ya da tüten bir dumandan eser yoktu. Askerler Cenevizlilerin çoktan kaçıp gittiğini düşünerek sevindiler. Ben de sevinçlerini bir süreliğine paylaşsam da yine de bu sessizlik beni huzursuz etti. Ordunun tüm ısrarlarına rağmen direndim ve üç gün ve gece kalenin karşı kıyısında otağ kurarak bekledim. Askerler iyice huzursuzlanmaya başlamıştı ki ben de artık kalede hayat olmadığına kanaat getirerek kaleye girilmesini emrettim. Adayı karaya bağlayan taş döşeli, çok eski bir yoldan giriş yaptık ve yine düzgün kesme taşlarla döşenmiş ve dönerek tepedeki kaleye çıkan yoldan tırmandık. Tüm kapılar ardına kadar açıktı ve içerisi boştu. Etraf aceleyle terkedilmişçesine dağınıktı. Sonunda içim rahatladı ve bir tuzağa çekildiğimiz endişesinden vazgeçtim.
O gece orada konaklamaya karar verdim. Ganimet adına ne varsa toplayarak, sabah da burayı yakıp terkedecektik. Gece güzel bir ziyafetin ardından dinlenmek üzere önceden kale komutanının kullandığı odaya çekildim. İhtişamlı günler beni bekliyordu. Timur buradan çekilirken vali olarak atayacağı kişinin ben olma ihtimalim olduğu kulağıma çalınmıştı. Zaten vermiş olduğu bu komutanlık görevi de bunu gösteriyordu. İzmir beni bekliyordu. İzmir ticaretiyle tek başına bir çok prensliğe, beyliğe, devlete bedeldi. Kimbilir belki bu sayede ordumu ve donanmamı güçlendirir. Osmanoğlu’nun Bayezid’le yarım kalan hayalini ben gerçekleştirirdim. Bunların heyecanıyla uykuya daldım ve yine bu hayallerin etkisinde bir çok güzel rüya gördüm. Ta ki onlarca kişi yatağımın üstüne üşüşünceye kadar...
.....................................
Kale kapısından çıkıp aşağı inen yolda küçük adımlarla yürürken devamlı nerede hata yaptığımı düşündüm durdum. Şu yaşıma kadar elime defalarca fırsat geçti. Hayalini kurduğum beyliğe ve topraklara sahip oldum. Yine defalarca doğru olduğuna emin olduğum adımlar attım. Hatta bunların da ötesinde ben farklıydım ve başlı başına bu farklılığımın bile beni başarıya ulaştırması lazımdı. Bir dahaki sefere diye düşündüm kendimden emin bir şekilde, bir dahaki sefere bunlar yaşanmayacak. Hamza Bey’in borusu karşı tepede çalarken ben taş geçide vardım.
.......................................
Korkuyla uyandığımda her yanım Cenevizli doluydu. Beni kollarımdan ve bacaklarımdan tutup sürüklüyorlar, bir yandan da tekme ve yumruklarla darp ediyorlardı. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Kale meydanına çıkarıldığımda gördüğüm manzara tam bir mahşer yeriydi. Zemin askerlerimin cesetleriyle dolmuştu ve hala hayatta olanlarsa canları pahasına savaşıyorlardı. Saçlarımdan tutup son asker de canını verinceye kadar katliamı seyrettirdiler. Beni öldürmediklerine göre ya işkence yapacaklardı ya da Timur’dan fidye koparmak için kullanacaklardı. Beni bir kazığa bağladıktan sonra askerleri tek tek götürüp sahilde ateşe verdiler. O gece sabaha kadar ateşin başında birbirleriyle tartıştılar. Sanırım akıbetimi konuşuyorlardı. Öldürün beni diye defalarca bağırsam da cevap olarak sadece kafama ya da karnıma irice bir sopa yedim.
Sabaha karşı bir karara varmış olacaklar ki beni çözdüler ve sürükleyerek kale meydanının güney köşesinde daha önce farketmediğim bir delikten zindan gibi bir yere götürdüler. Sanırım biz geldiğimizde üzeri toprakla örtülüydü. Onlarca kat, yüzlerce basamak aşağıya indik. Bu saklı mahzenlere yüzlerce kişilik ordu saklanabilirdi. Cenevizliler de böyle yapmıştı. En baştan korktuğum tuzak başımıza gelmişti. Büyük hayallerle başladığım gecenin sonu tam bir felaketti. Dünyayı bu kadar genç terkedeceğim için derin bir üzüntü duyuyordum. Savaşamadan, mücadele edemeden gelen ölümse bir askere göre rezalet bir sondu.
Artık bitmeyecek diye düşündüğüm basamaklar sonunda bitti ve taştan oyulmuş büyükçe bir odaya geldik. Odanın ortasında insan eliyle oyulmadığı belli olan bir oyuk vardı. Beni sürükleyen adamlar bir süre daha konuşarak, gülüştüler ve beni çırılçıplak soyarak oyuğun kenarına getirdiler. Aşağıda derin bir karanlık vardı. Bu manzara tüylerimi diken diken etti. Hayır, diye bağırıp adamların üzerine saldırırken adamlardan biri kılıcını belimden sokup karnımdan çıkardı. O anda sesim kesildi, dizlerimin üzerine düştüm. Kılıcı saplayan adam, kılıcını çekerek ayağıyla beni oyuğa ittirdi. Son bir gayretle oyuğun kenarına tutundum, parmaklarımı kıran bir kabza darbesiyle boşluğa düşmeye başladım. Acıyla kıvranarak içine düştüğüm oyuktan gelen ışık yukarıda hızla küçülüp kaybolurken geceden daha karanlık sulara gömüldüm. Ciğerlerime su dolarken son gördüğüm şey şimşek gibi parlamaydı.
Gözlerimi açtığımda pırıl pırıl bir gökyüzünün altında, sahilde uzanıyordum. Ve en önemlisi yaşıyordum.
==============================================>>>>>>>>>
YORUMLAR
Tarihe yine bir zırhlının rehberliğinde, dalmıyor giriş yapıyoruz
Çağdaş bir zırhlı bu, zırhlarını kuşanmıyor, edebiyatın bahşettiği kudretten gücünü alıyor
Ne de olsa, "kalem kılıçtan üstündür" değil mi ama?
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla...
levent taner tarafından 9/16/2017 1:47:07 PM zamanında düzenlenmiştir.
grafspee
Tarih kitaplarında okurken şu kadar savaş kazandık , böyle Osmanlı olduk denir ya.. Kaç kıyım gördük , kaç cana mal oldu,kaç işkence vardı... İnsan insanlıkta nasıl çıkmıştı bunlar hep satır aralarından elem sunar bizlere ... Gözlerimiz zaferlerle kamaşmışken göremeyiz. Çok yakında büyük bir felaket yaşayacağımız kaygısı her an daha da artıyor bende.
Güncele takıldı aklım üzgünüm...
Kurgu ve ifadeler çok güzeldi. yine ,yine ve yine...
Sevgilerimle..
grafspee
Den(iz)
Kendi okuma tahammül gücümle kıyasladığımda kısa olmayan bir yazı. Ancak bayıla bayıla içime sindire sindire çabucak okudum. Ve çok tat aldım.
Teşekkür ederim.
(Güne gelmemesi haksızlık olur)
grafspee
Bu sözüm belki biraz farklı bir düşünce olacak ama Türk Tarihi açısından hemde dünya Tarihine yön vermede Timur tek başına Osmanlı kadar etkili olmuştur.
Sadece Altın Ordunun yıkılışı ve Rusyanın Ortaya çıkışı bile bunu gösterir. Elbette Timur olmasa Osmanlı İmparatorluk sürecine geçemezdi belkide.