- 839 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
HAPPY BIRTHDAY YA RESULALLAH.
Atatürk’ün yaptığı pek çok inkılaplardan ( Ya da devrimlerden ) biri de bilindiği gibi takvimde yapılmıştır. Atatürk, pek çoklarının yanlış bildiği gibi Hicri takvimi değil 1840 Tarihinden itibaren yani II. Mahmut döneminden beri kullandığımız Rumi takvimi değiştirmiştir . Yani Hicri Takvimi değiştiren aslında II. Mahmut’dur. Atatürk döneminde ise 1 Ocak 1926 Tarihinden itibaren Rumi takvim dediğimiz takvim gitmiş, onun yerine Miladi Takvim dediğimiz takvim gelmiştir.
Şimdi Hicri Takvim, Miladi Takvim, Rumi Takvim deyince kafalar karışabilir. O bakımdan kısaca onları da tanıyalım.
Miladi Takvim: Dünyanın güneş etrafında bir tur dönmesini esas alan, bir yılı 365 gün 6 saat olan ve Güneş Yılı Takvimi ya da Şemsî Takvim denen takvimdir. Bu takvimin başlangıç tarihi kabaca Hz. İsa’nın doğum günü olarak kabul edilir. Rahip Gregoryus tarafından düzenlendiği için de bizde Gregoryen Takvimi olarak da bilinir
Hicri Takvim: Ayın dünya etrafında 12 tur atması esasına dayanan bir takvimdir. Bu takvimde bir yıl, 354 Gündür. Başlangıç olarak Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye Hicret ettiği tarihi yani Miladi 622 yılını kabul eder. Milladi 622 yılı, Hicri takvimin 0 senesidir. İlk kez Hz. Ömer’in halife olduğu dönemde kullanılmaya başlanmıştır.
Rumi Takvim: Başlangıç yılı olarak Hicreti kabul etmekle birlikte Güneş Yılı esasına dayanan bir takvimdir. Bu takvimde Yılbaşı 1 Marttır. Rumi Takvim ile Miladi Takvim arasında 13 günlük sabit bir fark vardır. Bu sebeple mesela Miladi takvime göre 13 Nisan 1909 da cereyan etmiş olay Rumi takvime göre 31 Martta cereyan ettiği için tarihimizdeki çok önemli bir olay 31 Mart Vak’ası olarak adlandırılmıştır.
Atatürk’ün değiştirdiği takvim Hicri değil, Rumi Takvim olduğu halde, yani aslında Hicri takvimi Osmanlı Padişahı II. Mahmut değiştirdiği halde ’ Bizim dini takvimizi değiştirip gavur Gregoryus’un takvimini getirdi’ Diye eleştirilen, eleştiriden öte hakaret edilen hep Atatürk olmuştur maalesef. Ancak bu arada vakti zamanında devlet memurları için fesi zorunlu kılan, Hicri Takvim yerine Rumi Takvimi getiren II. Mahmut da bu ve yaptığı diğer yenilikler sebebiyle ’Gavur Padişah ’ olarak anılmıştır.
Neyse...Konumuz takvimler arası fark değil.
Gerek Osmanlı’da Rumi takvim kullanılmaya başlandıktan sonra, gerek Atatürk dönemiyle birlikte Miladi Takvim kullanılmaya başlandıktan sonra bu ülkede dini günler ve dini bayramlar hep Hicri takvime göre tanzim edilmiş ve bu konuda hiç bir sıkıntı yaşanmamıştır.
Pardon...1994 Yılından itibaren bir sıkıntı yaşanmaya başlandı.
1989 Yılında ilk kez Kutlu Doğum Haftası adıyla bir kutlamaya şahitlik etti bu ülke.
Güzel bir şeydi aslında. Peygamberimizin doğum günü olan ve Hicri takvime göre Rebiülevvel aynın 12. Gününe denk gelen gün ile başlayıp bir hafta süren etkinliklerdi bunlar. Bu etkinliklerde de Peygamberimizin güzel ahlakı, örnek hayatını anlatan konferanslar, Kur’an okumaları, tefsir sohbetleri ve benzeri dini etkinlikler yapılmaktaydı.
Ancak 1994 Yılında işin şekli değişti. Bundan böyle Kutlu Doğum Haftası Miladi Takvime göre kutlanacaktı.
Neden öyle olacaktı anlayabilmek mümkün değil.
Her ne kadar anlayabilmek mümkün değil desem de toplumun bir kesimine göre bunun sebebi açıktı: 23 Nisan’ı yani Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramını, hatta doğrudan doğruya Milli Egemenlik kavramını baltalamak... Çünkü Kutlu Doğum, yani Hz. Muhammed’in doğum günü Miladi Takvime göre Nisan ayına denk geliyordu. Hicri ve Miladi takvim arasındaki 11 günlük fark sebebiyle de yaklaşık olarak tam da 23 Nisan’a...
Garip olan hususların en başında ise ’ Atatürk bizim dini takvimimizi kaldırıp yerine papazın takvimini getirdi’ Diyenlerin 1994 yılından bu yana Hz. Muhammed’in doğum gününü papazın takvimine göre kutlamasıydı. Tam anlamıyla ’ Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ bir durum.
Fakat garabet bununla sınırlı kalmıyordu. 1994 Yılından bu yana Hz. Muhammed bir senede iki kez dünyaya gelmiş oluyordu. Hatta üç kez dünyaya gelmiş olduğu yıllar da vardı. Hz. Muhammed, Miladi Takvime göre 20 Nisan 571 yılında bir kez dünyaya gelmiş, Hicri takvime göre ise 12 Rebiülevvelde bir kez daha dünyaya gelmiş oluyordu.
Senesini hatırlamıyorum ama bu aradaki bir yılda Miladi Takvim ile Hicri takvim arasındaki 11 Günlük bir fark dolayısıyla o sene içinde 12 Rebiüülevvel iki kez denk gelmiş ve Mevlit kandili ile Hz. Muhammed’in doğum günü kutlandığı gibi bir de Kutlu Doğum Haftasıyla aynı sene üçüncü kez doğum günü kutlanmıştı. Yani Hz. Muhammed adeta Hz. Muhammed olmaktan çıkmış, Hrıstiyanlığın Hz. İsa’sı gibi doğmuş, ölmüş, sonra tekrar dirilmiş, sonra yine ölmüş, sonra tekrar yine dirilmişti...
Biliyorum çok ağır kaçtı bu son yazdıklarım ama çok daha ilginç bir bilgiyi huzurlarınıza arz ettiğimde olayın vahameti daha da berraklaşacak.
2008 Yılına kadar Kutlu Doğum Haftaları 20 Nisan Tarihinde başlıyor, 27 Nisan Tarihinde bitiyordu.
İşte bu duruma toplumun iki kesiminden itirazlar geldi.
Laikçi kesim ’ 23 Nisan baltalanıyor. Acilen kaldırılsın’ Diye itiraz ederken, gerçek Müslüman, dindar kesim ’ Hooop yahu ne oluyor. Bu ne iş?’ Diye uyandı. Evet..1994 den 2008 Yılına kadar tam 14 yıl gözden kaçan çok önemli ama şeytani bir ayrıntı vardı Kutlu Doğum Haftasında.
Şimdi merak ettiniz sanırım. Hem Kutlu Doğum haftası, hem de şeytani bir ayrıntı. Bu nasıl olur?
Olur efendim. İşin içine Fethullah Gülen parmağı karışmışsa bal gibi olur. Herif 27 Nisan Tarihinde doğmuş. Yani Kutlu Doğum Haftasının son gününde doğumunu kutladığımız kişi Fethullah Gülen...Aynı yıllarda Fethullah Gülen’in dergilerinden birinde ( Yanlış hatırlamıyorsam Sızıntı idi...) ’ Dünya onu bekliyor ’ Denilerek Hz. İsa’nın beklendiğine işaret edilmesi de elbette boşuna değildi. Yani Mehdilik kesmiyordu Feto’yu...Hz. İsa olmaya soyunmuştu.
Samimi Müslümanlar bu şeytanlığın farkına vardılar ama sanırım gelecek tepkilerden çekinerek Kutlu Doğum haftasının tamamen kaldırılmasını istemek yerine haftanın başka günlere kaydırılması yönünde Diyanet İşleri başkanlığına baskı yapmaya başladılar. Bunun sonucunda da Kutlu Doğum Haftası 2008 yılından itibaren 14- 20 Nisan Tarihleri arasına kaydırılarak ’Fetö’nün Doğum Günü Kutlanıyor’ Şaibelerinden kurtarılmaya çalışıldı.
Evet...Kutlu Doğum artık 27 Nisana kadar uzanan bir hafta değildi ama Fetö etkisinden kurtulması da mümkün olamıyordu bir türlü.
Fetö etkisi midir yoksa yine Fetö etkisiyle ’ Baş örtüsü furuattır’ etkisiyle kafaları ambalajlayıp geri kısımları açıkta bırakan yeni tip Müslüman ( daha doğrusu Süslüman) etkisi midir pek bilemem ama artık Kutlu Doğum Haftalarında resmen putperestlikler yaşanmaya da başlandı. Yani 2008 yılından sonra artık Fetö’nün doğum gününü kutlamıyorduk lakin Fetö’nün dinler arası diyalogu artık kültürler arası diyaloga dönüşmüş, dönüşmekle de kalmamış bizzat müftülerimiz bu işin öncüleri olmuşlardı farkında olarak ya da olmayarak.
Hani İslamiyet öncesi için hep deriz ya ’ İnsanlar kendi elleriyle helvadan putlar yapıyorlardı, sonra da kendi putlarını yiyorlardı acıkınca’ Diye, işte tam olarak cahiliye dönemi adetleri yaşanmaya başlandı Kutlu Doğum Haftalarında.
Mesela Kur’an-ı Kerim şeklinde yapılan bir pasta...Pastanın üzerinde ayet yazılı. Elinde bıçakla ayeti kesen ise bir müftü. Daha sonra o ayetler parça parça tabaklara konacak ve Müslümanlar oturup ayet yiyecekler. Sindirecekler ve sonra???? Hâşa sümme hâşa...
Bir an için gözlerinizi kapatın ve o Pastanın başında Hz. Muhammed’in olduğunu düşünün. Öyle ya O’nun doğum günü kutlanıyor... Kendi doğum günü için yapılmış pastasını kesiyor. Kestiği pasta da O’na indirilen Kur’an... Masaların üzerinde daha pek çok pasta var. O pastaların üzerinde de ’ İyi ki doğdun ya Resulallah’ dan tutun da ’ Güllerin Efendisi’ ne kadar pek çok yazılar var... Arkada bir sahne, sahnede orkestra çalıyor ’ Hapy Bırthday Muhammed, Hapy Bırthday Muhammed, Hapy Bırthday, hapybırthday, hapy bırthday to you...’
Charlie Hebdo karikatürleri gibi oldu değil mi?
Çok mu ağır oldu?
Evet öyle oldu ama kocaman bir tokmakla kafalarına vurulmadıkça bazı Müslümanların uyanma gibi bir niyeti yok maalesef. Oysa Müslümanın uyuma gibi bir lüksü asla yok. Olmamalı...
Be hey Allah’ın şaşkınları !
Hz. Muhammed kendi doğum gününü kutlamayı hiç akledemedi de sizin mi aklınıza geldi O’nun doğum gününü kutlamak? Hem de böyle tam olarak Hrıstiyan geleneklerine göre kutlamak? Hz. Ebubekir’n, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin aklına gelmedi de sizin mi aklınıza geldi?
Kur’anı kes, Ayeti kes, Kabe’yi kes, Ravza-i Mutahhara’yı kes, Üzerinde ’ İyi ki doğdun Muhammed’ Yazılı pastayı keserken Muhammed’i kes,Hatta ’Allah’ lafzını kes sonra da Hz. Muhammed sevgisinden bahset...Bu nasıl bir eblehliktir?
Şu yapılan saçmalıkların Bâhire, Sâibe,Vasîle, Hâm uydurmaktan farkı nedir Allah aşkına?
Kafalar karıştı sanırım. Nedir Bâhire, Sâibe,Vasîle, Hâm uydurmak?
Allah, ne "bahîre"yi, ne "sâibe"yi, ne "vesile"yi ve ne de "hâm"ı meşru kılmıştır. Fakat küfredenler, Allah’a yalan, iftira etmektedirler. Onların çoğunun akılları ermez.[ Maide Suresi 103. Ayet- Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri
Amr Bin Luhay adında bir kişi Mekke’ye ilk putları getiren kişi olarak bilinir. Bu şahıs Kabe’ye putları yerleştirip İbrahim Dinini bozduğu gibi kendi kafasından ayetler uydurup bunların Allahın emri olduğunu söylemiş ve cahil insanların bu uyduruk ayetlere inanmalarını sağlamıştır.
Şimdi gelin bu kelimeleri açıklayalım:
Bahire: Bir deve beş kez üst üste dişi deve doğurursa artık o devenin ne etinden, ne sütünden, ne cücünden faydalanılmaz, salınırdı. Buna bahire deniliyordu.
Saibe: Hasta olan bir kişi hastalığından kurtulduğu takdirde bir deve adayacağını belirtmişse işte bu deve de salınıverirdi ki bu olaya da Saibe deniliyordu.
Vasile: Koyun erkek doğrursa kendilerinin, dişi doğrurusa ilahların olur ve kurban edilirdi. Hem erkek hem dişi doğrurusa yine kendilerinin olurdu. Buna da Vasile diyorlardı.
Ham: Bir erkek devenin dölünden on batın doparsa o deve de artık dokunulmazlık kazanıyordu..
İşte tüm bu batıl gelenekler Amr bin Luhay tarafından İlahların emirleri diye insanlara kabul ettirilmişti. Oysa Kur’an ’ Böyle bir şey yok. Allaha iftira ediyorlar. Onların çoğunun aklı ermez’ Diyor.
Şimdi Peygamberimizin ’ Her kim bir kavme benzerse ondandır’ hadisi çerçevesinde yukarıdaki resimlere bir daha bakalım ve elimizi vicdanımıza koyup söyleyelim yapılanların ’Bahire, saibe, vesile, ham’ uydurmaktan farkı olup olmadığını.
1-Gelmiş geçmiş bir tane İslami kaynakta Peygamberimizin yukarıda birinci resimde olduğu gibi ( Ya da diğer resimler ) bir doğum günü kutlaması yaptığına dair bir kayıt var mıdır?
2-Peygamberimiz zamanında bir sahabe Kur’an şeklinde bir pasta yapıp peygamberimize ’ Senin şerefine ya Resulallah. Buyur o mübarek ellerinle pastanı sen kes’ Deseydi alacağı cevap ne olurdu acaba?
3- Fötr şapka giymeyi ’Gavura benzemek’ olduğu için reddetmeyi, bu yolda idam cezasına çarptırılmayı şehadet olarak gören bir anlayışın tamamen Hristiyan geleneği olan pasta keserek doğum günü kutlaması yapmasını, -Haydi pasta da neticede Allah’ın bir nimeti olduğundan mazur görsek de - Kur’an şeklinde, Kabe şeklinde, Ravza-i Mutahhara şeklinde, üzerinde Allah, Muhammed yazan, ayetler olan bir pastayı keserek kutlamalarını neyle nasıl izah edeceğiz?
4- Bir senede bazen üç defa kutladığımız bu kutlu doğum bizi ne zaman teslise ulaştıracak? Ne zaman ’ Hapy Bırth Day ya Muhammed... Baba oğul, Kutsal Ruh adına doğum günün kutlu olsun’ Diyeceğiz?
5- Fetö denen virüs bu kadar mı kanımıza girdi? Adını silsek de etkilerini silemeyecek miyiz?
Beni tanıyanlar bilir. Kutlu Doğum haftasına karşı olan bir insan değilim. Hatta keşke mümkün olsa da peygamberimizin özellikle ’ Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’ Hadisi şerifinde işaret buyurduğu o ’ Güzel Ahlak’ Senenin her haftasında, her gününde insanoğlunun kafasına çivi gibi çakılsa...Çivi gibi çakılsa da bu ülkede 1.5 yaşındaki çocuklara tecavüz edilip öldürülmese. Bu ülkede her gün kadınlar bir cinayetin kurbanı olmasa. Bu ülkede en büyük günahlardan olan yalan, gıybet, emaneti ehline vermemek, yolsuzluk, hırsızlık ve aklınıza gelebilecek her türlü ahlaksızlık bu derece yaygınlaşmış olmasa. Tv lerdeki o ahlak dışı evlendirme programları, rezillik akan benim tarzım, benim stilim programları ve benzeri ahlaksızlıklar reyting rekorları kırmasa. Keşke her gün Peygamberimizin güzel ahlakı beyinlere nakşedilse de ’ Komşusu açken ’ Tok yatanlar bir nebze olsun rahat uyku uyuyamasalar...Keşke...Keşke. Keşkeee... Ama gelin görün ki bunu yapmıyoruz Kutlu Doğum haftalarında. Ya da pek çok doğruyu yapıyoruz ama bir yanlış tüm doğruları götürüyor ve maalesef o doğruların hiç bir hükmü kalmıyor.
Bu yazdıklarımı fazlasıyla irrite edici bulanlar mutlaka olacaktır ama inanın bana, böyle giderse Kutlu Doğum Haftalarında ’ Hapyy Bırth day ya Resulallah’ Diyerek kutlama yapılacak günler çok da uzakta değil...
Neyse...Söylenecek daha çok şey var ama Fuzuli’nin dediği gibi ’ Konuşsam tesiri yok, sussam gönlüm razı değil’
Tüm İslam aleminin Miraç Kandili Mübarek olsun. Ülkemize ve tüm dünyaya barış ve huzurun gelmesine vesile olsun inşallah.
İnşallah ’ Kutlu Doğum Haftası ile ilgili bunca şey yazdıktan sonra Miraç Kandilini kutlamak bir çelişki değil mi? ’ Diye soran olmaz. Olursa gerçi veririz cevabımızı ama yine de böyle bir soru sorulmasa iyi olur .
Miraç kandili ile aynı güne denk gelen 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramımız da Kutlu olsun.
Selam, sevgi ve saygılarımla.
YORUMLAR
Değerli hocam, uzlaşmazlığa, yani kalenin içten fethedilmesine giden yol, olağanüstü uzlaşma biçimlerinden geçer...
Buna kimi zaman 'Çin siyaseti', kimi zaman 'Bizans oyunları' demişler...
Ya da 'Truva atı'...
Ya da 'Kültür emperyalizmi'...
Yani, özün biçimle sınırlandırılması ve metalaştırılması...
Yani, 'Tercih meselesi'ne irca edilmesi...
Yani, sıradanlaştırılması, eğlencelik hale getirilmesi...
"Renkler ve zevkler tartışılmaz" da diyorlar, değil mi?...
Selam ve saygılarımla.
Doğum gününü "mevlid kandili" olarak yıllardır kamerî takvime göre kutluyorduk. Milâdî takvime göre "kutlu doğum haftası" tanzim edilmesi bir hinoğlu hinliğin göstergesi olduğu âşikâr. Ve bu kutlamanın da din ritüelleri yerine gelenek ritüellerine büründürülmesi ayrı bir hinlik.
Gösteren kalemin daim olsun Sami Hocam.
Kalbî selâmlarımı iletiyor, bilvesîle mübarek Mi'râc gecesinin hayırlı dualarınızın kabulüne vesîle olmasını niyaz ediyorum.
.Formül gibi zikirleri çekmezse kurtuluşa eremeyeceğine inanan bir insana cahil diyemeyiz. Dersek ne olur? İş dinin aslında bir cehalet olduğuna kadar varır. Sorular ta Allah'a kadar gider ki bu kısma biz girmesek iyi olur. İzahını yapamayız. Yani bu işler çok karışık hocam, biliyorsunuz.
Ayetlerde Hz. İbrahimin bütün putları yıktığından sadece en büyüğünü maksatlı olarak sağlam bıraktığından söz edilir. Hesap sormak için toplanan putperestlere "Putları kimin kırdığını büyük puta sorun. Size söylesin" der. Putperestler de yemi yutar ve "O nasıl konuşsun" falan derler. İbrahim de "sizinle konuşamayan kendini bile koruyamayan bir şeye nasıl tapınırsınız" diye sorar. Sonra putperestler ne dediler bilmiyoruz. Ama inandıklarından dönmediklerini biliyoruz. Bir tanesi çıkıp "Allah da insanlarla konuşmuyor. Peygamberlerle bile Cebrail vasıtasıyla iletişim kuruyor" demiş midir bilmiyoruz. Yani genel olarak şu var. Bütün dinler kendini haklı çıkaracak argümanları kullanır. Hani helvadan put yapıp ona tapındıktan sonra acıkıp yeme işi var ya bu da öyle bir argüman bana göre. Burada budizmi anlatamam ne yeterli bilgim var ne de anlatma kapasitem. Ama şu kadarını söyleyebilirim put dediğimiz simgelere tapılmıyor. Budizmde ruh inanışı vardır. ve o ruhun zahiri simgedir. yani helvadan tahtadan medet ummazlar. onların da kendilerine göre bir yaratıcı inancı var. ya da felsefesi adına her ne derseniz. Basit anlatımla böyle
Hristiyanlar İncil'i Allah kelamı olarak görmezler. O yüzden havarilerin Hz. İsanın hayatından derlediği bir nevi hadisleri vakaları Allah ile arasında geçen olayları çok fazla sayıda kitapta aktarmalarına sonra bunların dörde düşürülmesine biz ısrarla Allah'tan geleni tahrip ettiler deriz. Tabiki onlar bunu kabul etmiyor. Onları yalanlamak için kendi kitabımızdan delil göstermek manasızdır. Buna ancak biz Müslümanlar inanırız. Karşı tarafın inanmadıkları bir kitaptan gelen delille imana gelmelerini de bekleyemeyiz.
Demem o ki söz konusu din olunca tartışmanın içine uyduruk şeylerin girmesi hiç de abes değil. Putlar bütün dinlerde var. Çünkü insanlar yaradılışları gereği somut bir şey bir durum görmek istiyorlar. Mübarek geceleri, Kuranı Kerimi, şahısları putlaştırdık. Haç bir puttur. Hatta Kabe'ye bile put muamelesi yapıyoruz. Bunları söylediğinizde sapkın ilan ediliyorsunuz. Bunları izah etmesini beklediğimiz alim hazretleri sakız orucu bozar mı mevzusuna takılmış duruyor. Neden bunları konuşmuyoruz? Neyi kaybetmekten korkuyoruz. Allah mutlak gerçektir ve bütün sorgulamalar er ya da geç bu gerçeğe dayanacaktır. O halde neden korkuyoruz soru sormaktan? En basitinden Kuranda recm var mıdır yok mudur bunu bile açıklayamıyorlar. Mezhepler Kuranın neresindedir? Kabir de neden mezhebimiz sorulacaktır? Kuranda geçmeyen peygamberimizin zamanında olmayan mezhepleri ahiret hayatına kim soktu? Kime vahiy indi de kabirde hangi mezhebe aitsek ona göre sorguya çekileceğimizi bize bildirdi. Sınavda dört farklı kitapçık türü dağıtılmış gibi. Herkes elindeki mezhebi kodlayacak. İçerik aynı soru sıralaması değişik. Bir de en ilginci kendi mezhebinize aykırı bir şey yapacaksınız başka bir mezhebe geçip o işi yapıp tekrar geri dönme şansınız var. Ben bunları anlamıyorum cahilim ve merak ediyorum. seksen çeşit kitap okudum ama lamba yanmadı. Kuranı Kerimi okuyorum "onu kendine göre tefsir edersen cehenneme girersin" manasına gelen hadisler çıkıyor karşıma. Oysa Allah kitabında "Size apaçık bir kitap gönderdim, ayetleri size böyle açıkladım okuyup anlayasınız diye" demiyor mu?
Kuranı pastaya işleme işini en çok hatim eden çocuklara yapılan törenlerde görürüz. Örnekler artar da çok uzattım yine. Son olarak dini bir vecibe olan sünnet olayını artık insanların neye çevirdiği malum. Anne kişisi aylar öncesinden tuvaletini seçmeye başlar. Davetliler ha keza. Bülent Ersoyun sahnede giydiği dekolteleri millet çocuğunun sünnetinde giyer oldu. Bu sünnetin düğüne çevrilmesi, çalgılı çengili hatta dansözlü yapılması da cabası. Hoca çocuğun başında dua eder yüzünde iki ton boya olan abdestsiz ablalar ojeli ellerini açıp amin derler. Bunları izleyen hanım teyzenin teki "Tüü sünneti de bozdular. Bunların hepsi kıyamet alametlerinde var" der. Ona Allah'ın kitapta kıyamet alameti vermediğini kıyametin ansızın kopacağını söylediğini, hal böyle iken bunca alameti kimin uydurduğunu" soramazsınız. Efendim hadislerde diyecekler. Ben de diyeceğim ki peygamber Kurana ters düşecek hiçbir şeyi söylememiştir. Sahih hadisleri ancak bu şekilde anlayabiliriz. Allah kıyamet aniden gelecek diyorsa bir başkası çıkıp kıyameti işaret eden bir şeyler ortaya atabilir mi?
Yani hocam işler çok karışık. O sebeple ben daima "EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR" deyip konuyu kapatıyorum.
Yorumun dağınıklığı için kusura bakmasın kimse. Aynı zamanda çocuk yediriyorum :)
Aynur Engindeniz
Vallahi ne diyelim Hocam bunlar müthiş bir şekilde Yahudi ve Hristiyanlara benzemeye çalışmak için yapılan ucuz gösterişli hareketler. Yazı gayet derinlikli ve bilgi, belge dolu. Takva yani başka bir deyiş ile günahtan sakınma çok önemli bir konu. Rabbımız da öyle buyuruyor muhtelif ayetlerine ''Kim takva sahibi ise benim nazarımda o daha değerlidir.'' diyor. Böyle saçma sapan, şirk ve riya kokan davranışlar içinde bulunanlar da ateşte ki yerlerini hazırlıyorlar kanımca. Biz özlü söz de yine ''Cehennem de ateş yoktur herkes dünyadan alır götürür ateşini.'' buyrulmuştur. Kutlarım yürekten bu güzel yazıyı...
Güzel bir yazı hocam.
Zamanında söylendiğinde cılız kalan seslerin ve susturulanlar için hiç bir şey yapmayan bu milletin sanırım o şahıs cezası idi.
Biraz ağır oldu ama bedelini hepimiz farklı şekilde ödedik (15 temmuz)
Koskoca Diyanet İşleri ve kadrolu imamlarımız devletin başka yerlerinde görev yaparken .... lar da devleti bir güzel oyuyor, benim güzel insanlarımın güzel çocuklarının beynini yıkamaya tüm hızla devam ediyordu.
Ne diyelim. Devleti aciz bırakanlar ve 12 eylül ile bu duruma çanak tutanlar utansın.
Yazık oldu
Saygı ile kalın.
hocam
siz ne olur dogru bildiklerinizi yazin. bir kisi bile okuyup istifade etse, fazlasiyla deger hocam.
kandiliniz mubarek olsun hocam
abdullah
sami biberoğulları
Senin de kandilin mübarek olsun.
bu yazının tamamını da okudum Hocam:)
yıllardır konuşuyor tartışıyoruz bu özel günler doğum günü mevzuunu
yılbaşında yedi kişi bir hindiye hisse girip kesmek gibi:)
hz İsanın doğum günü yılbaşı deyip aslında değildir onu bile bilmezler sonra ayetli kabeli pasta kesip yiyenler şimdi dini sermayesine alet edenler
inandığı dini koltuk ve paraya tevdi edenler (doğru oldu sanırım:)
onların da çarkı kırılır elbet ne diyelim
bilginin bir sınırı var ama cehaletin maalesef sınırı yok
saygı ve sevgilerimle...
sami biberoğulları
Ne güzel demişsin:
Bilginin sınırı var ama cehaletin sınırı yok''
Selam ve sevgilerimle.
vuuuuu şahane yazmışsın
ben gene geleceğim ama şunu söyleyip gideyim gelince uzun yazarım
şuraya bir soru cümlesi bıraktım :-)
İslâm'da kandil gün ve gecelerinin yeri var mıdır varsa nedir?
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Filiz Şahin.
papazın tekinin dünyaya gelişinin bilmem kaçıncı yılını ki ( onca hastalık sahibi insanın yaşaması pek anormal ama neyse) müslümanlara kutlatmak şeytanın aklına gelmezdi bizim mislimanlar kutladı güller dağıtıldı bu pislik herif Türkçe olimpiyatları diye bir şey soktu hayatımıza ve merkez bankası hatıra para bastırdı.
Ben ayna tutuyorum hepsi bu. Ama Allah var o spn uyarı cümlesini görmediydim sırıta sırıta yazdım kaydet dedikten sonra uyarını gördüm eyvah dedim ama geçmişti
demem o ki bana kızma ben sadece bu göz kör bu göz görüyor bu kral da çıplak diyorum gerçi bu benim çimen olduğum gerçeğini değiştirmiyor?
sana çay yok