- 625 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Zulüm Ve Direniş
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
-Büyüklere Masallar-
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, aya ve güneşe tapan iki halkın yaşadığı bir kasabada, zorba bir belediye reisi ile zengin bir adam yaşarmış. Belediye reisi bin bir yollu hile ile başkanlık koltuğuna otururken, zengin adam da reisin koltuğunu kullanarak kasabadaki tüm tarlaları yok pahasına almaya başlamış. Kasaba halkı başlarda bunların nasıl cin fikirli birer çıkarcı olduklarını sezemese de, sonra sonra anlamaya başlamışlar. Günler ayları aylar yılları kovalamış. Yoksul halk bir zamanlar kendilerinin olan bu tarlalarda köle gibi çalışır olmuşlar. Bir taraftan çalışıyor bir taraftan da reisle zengin adama lanetler yağdırıyorlarmış.
Gel zaman git zaman belediye reisi halkın bir kısmını daha çok destekler olmuş. Desteklediği topluluk halkın çoğunluğunu oluşturuyormuş ki bu sayede gücüne biraz daha güç katmış. Onları Belediyede işe alıyor, tarladaki mahsullerini ötekilerden üçe alıyorsa bunlardan beşe almaktaymış. Bir de kasabanın orta yerine aya tapanlar için kocaman bir ay heykeli diktirip, yanı başına da görkemli bir ibadethane yaptırmış. Bunun doğal bir sonucu olarak da aya tapanlar diye anılan bu topluluk, güneşe tapanlardan daha çok kıymete binmiş. Halkına konuşma yaparken bile devamlı olarak ayın ne kadar büyüleyici ve ne devasa bir ilah olduğundan dem vuruyor, kendisinin de aya taptığını ileri sürüyormuş! Buna rağmen hem coşkulu kalabalık hem de bizzat belediye reisi güneşe tapanların hak ve inanç özgürlüklerini görmezden gelmeye başlamışlar. Güneşe tapanlar ne zaman başkaldıracak olsalar belediye reisi soluğu hemen ay heykelinin yanında alıyor: "güneşçiler yine inancımıza saldırıyorlar. Ayımızı kimseye yedirtmeyiz" gibi söylemlerle halkı galeyana getiriyor, çoğu kez de başarılı oluyormuş.
Aya tapanlar zengin adamın da aya taptığını öğrendiklerinde, çalışmaları büyük bir şevke dönüşmüş. Onun kendilerini sömürdüğünü, mahsullerini yok pahasına yağmaladığını görmüyor ya da önemsemiyorlarmış. Nitekim zengin adamla reisin ortaklaşa yaptıkları zulüm ve aldatmaca bir zaman böylece sürüp gitmiş.
Güneşe tapanlar haftanın beş günü hükümete şikâyet mektupları gönderiyor ama hiç bir yanıt alamıyorlarmış. Sayısız mektuptan sonra artık hükümetin öldüğüne kanaat getirmişler. Devletten umutlarını kestikleri bir gün ok yaydan fırlamış. Zaten uzun süredir gizli gizli toplanıp isyan planları kurgulayan güneşe tapanlar, bir gece yarısı zengin adamın çiftliğiyle belediye reisinin evini ateşe vermişler. Yalımların bir canavar gibi kuşattığı evlerden bir tek canlı bile sağ çıkamamış. Çok geçmeden kasabanın geri kalanı da isyandan haberdar olmuş! Buna rağmen sokaklarında aya tapanlardan bir tek kişi bile yokmuş. Hepsi de kendi evlerinde, kendi karanlıklarına çekilmişler. Bir rivayete göre de yaptıkları hatayı anlamış ama utançlarından dışarı çıkamıyorlarmış.
Yangın sabaha kadar sürmüş, kasaba halkı da gün doğumuna kadar orada beklemiş. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber nereden haber almışlar, kimler mektup yazmışlarsa artık, köyü dört bir yandan abluka altına almış hükümetin adamları. Tabi köylü şaşkın, köylü hiç bir anlam verememiş bu işe. Uzunca bir süredir halkın imdat çığlıklarına cevap vermeyen hükümet, nasıl olmuştu da bir gecede tam teçhizat gelebilmişti?
Herhalde başka kasabalardaki reis ve zengin adamlarla uğraşıyorlardı, diye düşünmüşler. Ancak bu bekleyiş fazla uzun sürmemiş. Hükümet, mevzilendiği kaya kovuğundan silahının namlusunu halkın üzerine doğrultup, teslim ol çağrısı yapmış. Kasaba halkı bir kez daha şaşırmış bu işe. Halka zulmedenleri öldürmenin suç olduğu daha önce ne duyulmuş ne görülmüş bir işmiş. Komutan bir kez daha, "teslim olun" çağrısı yapınca, topluluktan güngörmüş ihtiyar bir adam öne doğru çıkıp konuşmaya başlamış:
- Teslim olmak mı? Ne için teslim olacakmışız?
- Belediye reisiyle suçsuz bir yurttaşın evini yakıp öldürdünüz. Devlete karşı gelinmez. Hiç bir yere kaçamazsınız, teslim olun.
- Biz belediye reisini halka zulmettiği için öldürdük. Zengin adamın evini de yine aynı suçtan ötürü yaktık. Reis devletin adamıydı. Devlet kan davası mı güdüyor şimdi? Para babası zengin adam da devletin büyük oğlu mu oluyor? Bilmiyorduk. Siz halktan yana değilseniz ya kimden yanasınız?
O sırada jandarmaları da, güneşe tapanları da şaşırtan bir olay olmuş. Yaşlısıyla, genciyle, çocuğuyla köy meydanına gelen aya tapanlar, güneşe tapanların önünde adeta etten duvar örmüşler. Kiminin elinde tüfek, kiminin elinde balta, taş, sopa, gözleri korkusuz, kaşları çatık… Bir tarafta devletin asıl sahipleri olan halk yığını, diğer tarafta ise o halkı korumakla görevli, yine halkın içinde büyüyüp yetişmiş olan kolluk kuvvetleri… Görünürde düşman yokmuş ama düşmanı çok iyi görüyorlarmış! Vesselam kalabalığın içinden demircilikle uğraşan güçlü kuvvetli bir adam var gücüyle haykırmaya başlamış:
- Siz gelmeden evvel ne güzel kardeş gibi yaşayıp gidiyorduk. Sonra bir geldiniz pir geldiniz! Başımıza reis ne lazımdı bizim? Kocaman bir ay heykeliyle ibadethane yaptınız. Ama görüyoruz ki bizi birbirimize kırdırtmak için yapmışsınız bunları.
Derken kıran kırana bir çatışma başlamış. Tüm kasaba halkı yok olacaklarını bile bile, üstlerine açılan kurşun yağmuruna doğru koşmaya başlamışlar. Yaşamın tek amacının kendi varlığını sürdürmek olduğunu bilseler de, insan ırkının geleceği için ölümün gerekliliğini acıyla ve öfkeyle kabulenmişler. Halk o anda, nesilden nesle anlatıla gelen katliamları, acıları ve yok olup dirilişleri yüreklerinde hissetmişler. Atalarının yüzyıllardır verdikleri zulme karşı direnişi ayan beyan yaşıyorlarmış. Herkes kendi atasının torunuymuş zira! Ama tarihle bağlarını koparanlar, yaptıkları katliamlardan utanmıyor, her katliamdan daha da karararak doğmaktalarmış. Çünkü herkes kendi atasının torunuymuş…
Çatışma bittiğinde ortalığı bir ölüm sessizliği sarmış. Bir yanda tamamına yakını yok olan halk, öbür yanda kanlı üniformalarla ölüm kusan silahlar… Vücuduna beş kurşun isabet eden demirci, kendisi gibi yaralı ve orta yaşlarda bir adamı yerden kaldırırken bir yerdeki cansız bedenlere, bir karşıdaki ufka bakmış. Ne oldu ne bitti, kim kazandı kim kaybetti anlayamamış. Kazancı olsa sevinecek, kaybı olsa yerinecek ya; boyun eğip ezilmek de, yakıp yıkıp kazanmak da ağır gelmiş adama. Üniformanın ve yoksulluk hırkasının ölüm karşısındaki hiçliğini küçükseyerek ve de acıyarak süzmüş uzunca bir süre.
Ve işte böylece ve bir yolla yüzyıllar sonra bir yerlere barbar ve devlet düşmanı bir kasaba olarak yazılacak olsa da, tarihe tanıklık eden zulüm ve direniş, tek bir kanı bile silinmeden orada öylece duracaktır.
Günay Aktürk
YORUMLAR
günay aktürk
Fevkalade ironik. Yalnız şu "büyüklere masallar" lafı çok klişe biliyorsunuzdur.
günay aktürk
günay aktürk
Sevgiyle...