- 694 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Güneşe biraz umutla gözlerimi açıyorum 8…
İçimdeki bungunluk, dar zamanları yaşamamı sağlıyor, yaşam çaresizliklerle dolu derken bile kendime güvenim düşüyor artık...
Karanlık bir yüzdü geleceğimi içinde gizleyen yüzün…
Kim bilir kaç ömürden zamanım vardı içinde, kim bilir nereye ve ne zamana kadar gizleyecektin içinde…
Ve ömre uzayan tüm acıları içinde saklayan bir zaman dilimi yolculuğumda bu hayatımın bu gizli düşlerle darmadağın olduğu yaşam zamanlarıydı içinde kendimi mutlu hissetme yanılgısı ile nefes almaya çalıştıkça ben, oyun kurguları ile yaşam mücadelesi veriyordum sanki yönettiğin oyunun perde aralarında…
Kim bilir hangi sebeplerin boşunalığı veya hangi sebepsiz üzüntülerin kar5a mizahları içinde oyunun son perdelerinin içinde umutla var olmaya çalışmam…
Nerede ve ne zaman açığa çıkacağı belli olmayan bu kurguların çoğunluğu kendine acılandırma kurguları varken, oyunun son perdesine kadar aslının kökenine girememiş bir ben yalnızlığı ile kendi kendime verdiğim savaşlardan, ne galip, ne de mağlubiyetim belli olmayarak yıllar5a serilen bu oyunlarla oradan buraya , buradan oraya koşup durdum farkında olmadan…
Aslında düşüncelerle peydahlanan bedensel bedensel yorgunluğum, y6ıllara dağılırken, bir düş yorgunluğu ile bu günlere bedenimde bıraktığı eksiklikler ile baş etmem artık mümkün değildi…
Sadece yazıyordum, yazdıkça yoruluyor, yoruldukça özlemler artıyordu içimde, süngerleşmiş bir iç huzur ile…
Yaşam, yavaş verdiği tüm umutları peyderpey geri alıyordu benden… Bense hep direndim, hep ağladım, saklandım kendimden, günlerden, gün ışığından, karanlıktaki yollara vururken bedenimi, sadece kendime adil olmak var olan direncimdi…
Güzel günlerin sevinçli yılların özlemlerini duyarken, yaşanan yoksunluk acıları ile savaş halindeydim kendi bedenimle…
Her anın kedine has özelliği ve de savunma şekli farklı farklıydı. Ve ben artık kendime kendi kendime acılanıyordum…
Neler değişmişti yaşamımdan veya neler değişmedi, yoksa değişemedi mi?
Korkulu düşler veya korktuğum düşünceler hiç çıkmadı nefes aldığım zamanlardan…
Hepsinin ayrı ayrı hakimiyeti vardı yaşamıma yön veren…
Artık nefes almanın bile fazlalığına öfkeleniyorum. Her şeyin içine gizlenen öfke
Nerede ve ne zaman etkinliği meydana çıkacak hiç belli olmayan yaşam zamanlarında var olmanın acılanmaları da bir başkaydı…
Yaşama tutunmak geçmişte yaşananlardan vaz geçmek, özlem duygusunu yok sayı, günlük yaşamak gerekiyordu belki de yaşamın içinde kalmak için…
Bu kadar harf,
Onca çoğalan heceler
Ve
Her anın duygusunu anlatan
Kelimeler…
Ardından gelen cümle sıralanışları ile uzunca parağrafların sayfalara sıralanışı ile bu kadar ömre sığamayan anlatım sayfaları…
Çoğu sen sevgili diye başlayan iç yanışlarının anlamı yüklenen sayfalar dolusu sığan bir yaşamı dolduran kelimelerle anlatılan bir düş dünyası…
Hepsinin art arda sıralanışının anlam yüklediği bir ömrü tamamlamaya kadar yetecek
Bir sevgi ve onun ardından gelen sür telaş acılanmaları…
Kaç ömür sürerdi bu sevginin yükleneceği zaman?
Bu güne kadar sarkan bu sevginin enkazını bile taşımak belki de ayrı bir ömür gerekeceğini düşlemek bile uzun bir zamanı doldurur…
Hani sevmenin zamanı ve yaşama şartları nerede biter diye sormak bile arkası sarkacak bir zamana yığılır…
Kahredici bir sahipsizlik ruhu bütün bu yaşamın karelerine doluşan…
Kaçışı olmayan bir zaman sürecinin bedenimde bıraktığı parçalanmalarla yaşam mecburiyetini içinde saklı tutan bir vazgeçilemeyen sevme duygusuna ait belki de bir esaret bu…
Söz verilmiş zamanlarını yaşama uğraşlarında bulundukça vazgeçemediğin bir sevgi için belki de prangalaşma bu yaşamın uzadığı zamana…
Bu sevgi o zamanlarda umarsız bir yaşamın içine girmişken, bu günlere kadar vazgeçilemeyen bit tutkuya ulaşmışken, daha nerelere veya hangi zamanlara ulaşabileceğini tahmin etmek bile mümkün değildi…
Sadece bir mecburiyet yaşam zamanlarında var olmaya çalışmak, geçmişte sevgi veya sevmek adına bağlanmış söz verilmiş zamanların içinde belki de telef olup gidecektim…
Vaz geçmek imkânsızlaştıkça söz verilmiş zamanları yaşamak artık kendi şartını yaşam nefesleri içinde mecburen ve de inatla şartlıyordu nefes alma zamanlarını ki bu şartlanış da bu gidişle ömre yayılıyordu hem de pişmanlıksız…
Bir zamanlar sevginin içinde haykırarak yaşarken, ulaşılan bu günlerde sanki gizliliğine sığınılmış bir aşk gibi uzaktan yaşanan sevmeye dair zamanlarda sanki ruhsal çile çekiliyor pişmanlık duygusundan uzaklaşarak yaşamın tüm zor şartlarına dayanma ruhu gerekiyordu şüphesiz…
Sadakate dair el tutuşuş bir yaşamın içinde vaz geçilemeyen bir sevgiyi taşımanın onurunu hissettim içimde ve yıllarımı bu inançla bukağılayarak yaşama en zor şartlardaki dayanma gücü ile var olmaya çalışarak nefes aldım uzun bir ömre yayılan zamanlarda…
Karşılıklı sevgide asıl olan sadakat olması yaşamdaki bu beraberlikten haz duygusu verdi yıllar yılı bana.
Ömrümü bu duygularla tüketirken, artık yalnızlaşma duyguları ile sonuca ulaşmam da ayrı bir yük oldu ömrüme…
Asıl olan sevmek duygusu önde oldukça hayat oldukça uğraş veriyordu bana…
Zamanla kendimden başka sahip olduğum çok şeyimi veya imkânlarımın bir kısmını, düşüncedeki cesaretimi, kararlılık duygularımın bir kısmını ve en önemlisi ruhsal sıkıntılarla uğraş vermeye başlamıştım…
Her şeyden, her şeyimden kıymetli olan bir yol arkadaşlığımız vardı ve zaman bunu da yavaş yavaş ayrıştırıyordu ve farkında olsak da, olmasak da yavaş yavaş bu kopukluk büyüme direncini kırıp limitini sabır çerçevesinde dolduruyordu…
Artık sakin ruhsal yapıdan aceleci, şüpheci, korkak veya kendine acımasız bir ruh hali ile savaş halindeydim. Kendi kendime ve yıllar bu savaşların tekrarları ile geçip giderken, ruhum da telafisi olmayan yırtılmalar yaratıyordu…
Artık yavaş yavaş kendine yabancı bir ruhla yaşamda savaş halinde idim, kendime acımasız kalarak…
Düşündüm de bu şartlar da biz kaç kişiydik bu yaşamda…
Kaç kişi daha bu feryatların içinde bocaladı?
Aran ovası kendi düşüncelerimizin sığındığı özgürlük alanıdır.
Burada tüm yaşamımızın düşleri ve yaşamımızda kalan bütün kendi gizlilerimiz, düşüncelerimizle burada barınır ve bu özgürlük alanıdır tüm düşünce alanımızın genişlemesine ve bedensel sıkışıklıklardan kurtulmamızı sağlar…
Aran Ovası’ndaki nefeslerle, uçsuz düşlerle, tükenmez güçler Aran Ovasındaki yaşamla var olduğunu sanmalarla, bütünleşir...
Ne kaldı geriye, senden, benden ortalıkta dolaşan kelimelerde içimizde yangınlar çıkaran cümlelerden ve de sen yanımda var oldukça karşılıklı söyleyip yazıştığımız cümlelerden ve de yazdığımız özlemi bitmeyen sevgiye dahil anılarla tekrar yaşanması mümkün olmayan anılardan başka kırık dökük ne kaldı bu ve bundan sonraki hasret zamanlarına?
Kopuk ve kırılmış tüm anı demetlerinin parçalanmış kesitlerinden başka yaşanacak ne kaldı ki bu günler ile yarınlara…
Korktuğumuz veya rüyalarımıza giren tüm kara basan düşlerinden başka?
Arda kalan rüyalara ne kaldı ki o günlere ait kâbuslarla bu günlerdeki yaşama?
Anlaşılmaz bir yaşamın bir kısmı bu acıların içimizde tepindiği ve zaman zaman çaresizlik feryatlarını bu zamana yaydığımız…
Sen ve ben sevgili, bu dünyadaki çileleri omuzladığımız iki sebep ki yarınlara sarkan…
Benim sevgim ve senin umarsızlığının geleceğe bizi taşımasıydı acı ve uykusuz gecelerdeki bedensel titreyişlerimiz ve günlere sarkan baş edilmez sorularımızla yaşamda zorlanmalarımız…
Yılların içinde bir türlü erimeyen kendi kendine önemini yitiremeyen, o günlerde kendine özümsenen sevgiyi içinde bitiremeyen ve anlamsız bir inatla durmayasıya güncellenen bir aşkın belki de masumluğuna inanılmış bir sevginin sür zaman kendini hatırlatırcasına, benliğimi acılanmalara sokmaktan bir türlü vazgeçmeyen bir aşkın, her ne kadar masumluğuna inanılmışsa da bu günlere sarkması, acılanmalarının eksilmediği bir zaman kovalamacası ile bu günlerde bile hissedilip, yaşaması aslında kabul edilemezdi…
Ama sevgi, unutmak için de yaşanmıyor ve hissedilen tüm masum duygularla belki göz kapama zamanlarına kadar ulaşması programlanmış gibi içimde derin sızılar bırakarak bu günlere ulaşıyordu…
Artık sevgi, pişmanlıkların içinde bile varlığını koruyordu…
Belki de yaşamın olmazlarından en önde geleni buydu, yaşanmış tüm zamanlara girmiş bu sevginin varlığı korunacaktı galiba…
Kaç gün sonu bu ayın puslu yüzünü gösterdiği zaman sonrası uzak dağın etrafında dolanmaya başlayan güneşin ışıklarını sana selam olsun ve seni ben gene özledim demeye yüreğimin hiç ısınmadığı bir zaman döngüsü bu…
Ve kaç güneşin ışıkları ile tan şafağında seni düşünerek gözlerimi ovuşturup, dişlerimi gıcırdatarak sıkışım…
Hâlâ kararsız kaldığım hislerimle savaş halinde tüm benliğimi öfkeden uzak tutarak seni düşünüp, düşünmemek kararsızlığı arasında kendi kendimi parçalayarak baş edilmez duyguların içinde ruhsal dağılışım…
Düşündüm de beraberliğimizin olduğu zamanlarda omuzlarımızın böyle alacalı güneş ışıkları ile ısındığı zamanların huşusu içinden sıyrılıp, bu günlere acı saçan, bu günlerin zamanlarının içinde kıvranmanın bedensel yorgunluğu içinde, dünyada barklanmanın imkansızlığı ile, baş etme mecburiyetim vardı…
Farkındasızlıkla farkındalık arasındaki köprü çoğu zaman çıkara dayanır, ruhsal bir anlayıştır bu farkındalık...
Bazen sebep öfkeye dayanarak ruhsal intikam için en önemlisine bile farkındalıkla da olsa yaşamı farkındasızca davranır...
Hep deriz nankör sevgilerdedir ki ayrılıklar sonunda en çok acıyı çeken çok sevdiğini ispat etmiş olandır...
Bu benim fikrimi farklı düşünenlerde yaşamımda kabulüm olmuştur ki bu yüzden çekmişizdir bunca acıları...
Çoğu zaman gözlerine çoğu zaman baktığımda, kendi gözlerimi senin kararmış göz diplerimde gördüğümde, o an bir başka düşler kurardım…
Yaşamımın geleceğini çoğu zaman iki gözünde gördükçe, bir başka ürperti içime doluşurdu…
Kendi kendime sevmenin tarifi yapardım bu bedensel ürpertilerle ve sevmek sevdiğinin gözlerinde kendini görmektir, hele bir şarkı eşliğinde onu düşlemektir derdim…
Değmeyen insanlara verdiğimiz değerlerdir canımızı en çok dara sokan ve biz bu dar günleri aşmak için verdiğimiz uğraşla ezilir gideriz hayattan...
En çok dara düştüğümüz zamanlardır gecenin başlangıcı olan saatler ki kurgular dururuz yaşamımızdaki an zamanlarındaki hatalarımızı...
Çoğunda haklılığımız hüküm sürer ama en çok adaletsizliği hak etmediğimiz zamanlardaki acılarımızdır içimizde derin izler bırakan...
Ve bu günlere sarkan bu hatalar yüzündendir ki yaşamımızdan durmayasıya eksiliriz...
Yalnızlık fark edildiğinde vaz geçilemeyen tek duygudur...
Bu duygu sadece eşi ölmüş kumru için değildir…
Suskunluğum sanaydı, senin gitme korkularınaydı sensizliğin içinde yaşarken kaybolarak susmamdı…
Suskunluğum kendimle başlayıp sanaydı hep…
Senin gitme korkunla benim yok olacağım labirentteki karanlığaydı sen diye suskunluğum…
Pencereleri kapalı, perdeleri inik, bazıları aydınlık, loş ışıkla örtülmüş, bazıları da karanlığa gömülmüş evlerin içinde kalan yaşamaydı sen diye suskunluğum…
Karanlığın korkusuna lâl olmuş dilimin suskunluğuydu sen diye baktığım karanlıkta kalmış bir çok siluetin bakışlarındaki korkuyaydı suskunluğum…
Geceye, gece sonrası tan’ a ulaşacak zamanaydı korkularımı gizleyen suskunluğum.
Baş dönmeleri ile peydahlanan göz kararmalarımla sen düşlerineydi asıl korkulu suskunluğum…
Senin gülüşüne, gülüşünden kalan donuk yüzünün rengi uçmuş bakışlarınaydı bensizliğe ulaşmış benliğime donuklaşan bakışlarımla duraksayan suskunluğumdu yarınsızlık korkularına…
Yarınsızlığın içindeki yaşamımın korkusunaydı suskunluk bakışlarım…
Feda ettiğim dünlerin alaca düşüncelerineydi sana dair suskunluğum…
Yüreğimden uçuşan binlerce düşünce kuşuna benzeyen korkularımdı asıl olan suskunluğum…
Ölümün kolaylığı ile özlemin zorluğu arasında kalan yaşamımın sensizliğe bulaşan korkularıydı suskunluğumun yapıştığı…
Ve sen, bunları hep biliyordun…
Tüm bu yürek döküntülerimin asıl korkusunun seni yitirmek olduğunu sen sen hep biliyordun…
Yarınların yalnızlığında kaybolma korkularımı sana anlatırken, hep “bir şey olmaz, ben hep yanındayım” derken, sen hep biliyordun ölümcül korkularımı…
Ve sen bu korkularla yalnızlaşan bedenimin direncinin kırılacağını belki de hiç tahmin edemedin ama ben hep o korkularla yaşadım ömrümün bu günlerine uzayan zamanlarda…
Ellerin, ellerim, gözlerin, gözlerim ile vazgeçilmezliklerimle hep benleyken, özlediğimdi bakışların…
Dünlerdi, yarınlardaki özlemi perçinleyen ve bitimsiz bir düşünce zinciriydi bakışlarımın sabitlendiği ve yarınlar, dünlerden sarkan hasretleri saklarken, sen sevgili dediğim, sen ki geleceğe sarkan bir hasret yumağı oldun artık içimdeki tutuşamayan korlarla…
Seni özlemek, hep hasretin ardında saklanarak kaldı…
Yine yalnızlığın pençesinin tırnakları batıyor bedenime sanki kanatıyor bir yerlerimdeki derimi…
Uzun zaman sonrası belki de yılları geride bırakmış bir zaman dilimi bu sevgi ile pençeleştim…
En yükseğine fırlamış öfke düşleri ile uğraş verirken en dibe düşmüş derinliklerde buluyorum hep kendimi…
Boşuna uğraşlarla doluşan yaşamımdaki dar zamanları nefes almalarımdı çoğu zaman hep dara düştüğüm anlar...
Aslında kalabalıklarımın arasındaki yalnızlığımdı bu düşler…
Süregelen yaşamımdaki acılardı belki kalabalıklığıma etken olan yalnızlık düşleri ile yaşamak gerçeğinde oldukça zordu…
Her düşüncenin arasına dalış yapan sevgime ait var olan sıkıntıların kendi kendine güçlenmesi artık baş edilemez yaşam zorluklarında kendi kendine güçlenmesi artık baş edilmez yaşam zorluklarında ön yaşam sıralarına atması, nefes alma zamanlarında buruk çaresizlikler yaratıyordu…
Belki de yaşamdaki çaresizliklerimin oluşmasında geçmişte yaşanan sevgiye dair hatalardı ön sıralara doluşan…
Yaşamın en zor kuralıydı şüphesiz tek başınalıklarla yaşanan çaresizliklerin oluşturduğu nefes zorlukları…
Yüreğimin güzeli ve can yoldaşım sandığım…
Yine bu yıl da izlerini sürerek, kahır ve sevinç karışımı bir ruhla, değişmeyen gelecek yılların için, hasretinin yollarına düştüm...
Karşı konmaz ve de bağışlanmaz bir istekti bu yol yorgunluklarının benliğimde bıraktığı zonklamalar ile…
Belki de af edilemez bir sevgi tutsaklığı ve de nankör sevgiliye verilen değerlerin bedende bıraktığı hırpalanmalardı bu acılanmaların toplamından kaç çıkarırsan çıkar ki kalan yine de bu bedeni yırtmaya yetti de fazla bile geldi…
Boşa çıkamayan tek olgu vardı o da bedene ağır gelen hasretti o günlerin gizemine…
Her gecenin karanlığından, günün şafağına vuran bu düşünceler uzun düş yorgunluklarıydı bedene asıl ağır gelen…
Geceyi gündüze karıştırarak büyük bir özgüvenle yaşama devam ettik…
Düşündüm de sen gideli kaç yıl devretti kendini bir sonraki yıla...
Karışık düşler, kopuk düşünceler kendi varlıklarını bedenimizdeki ruhsal yapıya tesir ederek dokundular en hassas acı bölgemize…
O günlerden bu güne eksilmedi bu dokunuşların acılanmaları…
Bu sıkıntılar kendi varlıklarını bedenimizde hissettirdikçe, umulmaz bir iç güven hissizliği oluştukça yarınlardan var oluşumuzu saklama çabası ile bu düşsel yorgunluklarla yaşama uzak kalmaya çalışıyordum sanki…
Bunun nedenlerini düşündükçe kendi kendime özgüven eksikliğini düşünmüş oluyordum…
Onca yıl ve bu kadar geçen zaman sonrasında bu düşüncelerle uğraşmak aslında gereksizdi…
Belki de ama yaşamda var oluş zamanları her geçen zamanla, kendini daha çok ağırlaştırdıkça zorlanıyorduk yaşamda…
Sevmek çoğu zaman kendimizi olaylara göre yaşam direncimizi düşürüp, ayrılık sonrası yaşanan yıllarda daha çok yıpratıyordu bedeni…
Bunca yıl ağırlaşarak devam eden bu hırpalanmış yaşam sonucu oldukça fazlalaşan acılarla benlikte daha çok ağırlaşıyordu yaşam boyu…
Yaşamdı ve içinde var oldukça sebeplerini hâlâ bilemediğimiz çektiğim acılanmalar vardı ve hâlâ ben kendimi güçsüz hissediyordum…
Ağır ağır hareketler üşengeç düşünceler ve umutsuz isteklerle kendi haklılığıma güven duyuyordum…
Sayısı belli bu kadar yıl, bir o kadar uğraşla yaşamın içinde verdiğimiz uğraş ve mücadele…
Belki de sadece boşa alınmış, sevmeye dair zamanlardaki dayanma gücümüzü de sarsan acımızı azaltabilmek için vermiş olduğumuz yaşama ait zamanların o akışlarda acı nefesleri almaktan uzaklaşma cabalarımdı…
Toplam ömürden eksilen belki de zamana göre kendi ruhumuzda eksildiğimiz zamanları...
Ben oralardayım işte… Senin çok uzak ihtimal ayrılık noktasındaki çizgide yürümeye başlayıp bu günlere diz çökmem…
Ayrılık bu aşkla gerçek dışıdır bizde dediğimiz günlerin tam da başlama noktasındayız…
Nereye gider, nerede biter, bittiğini kim görür ki başlama noktasından hareket etmişse?
Geriye ne kalır dense de eski günlerin rüzgârının yüzümüzde dağılışıyla gözlerimizin gülmelerinden başka hangi düşünce kaldı ki?
İçinde birkaç eskimiz uzuv, düşüncedeki pişmanlık duyguları dışında sevgiye inanmışlığın ardına sığınan büyük bungunlukların yaşandığı kaç anıya saygı duyarak dudaklarımızdaki gülümseme hareketlerini püskürttüğümüz kaç anı var içimizde sızıntılar yaşatan?
Unutulmaz isimlerin bir yerine gelip oturmuş isminle öfke patlamaları yaşamaktan başka kaç kez kendimize acımadık?
Ve olmayasıya cümlelerle kaç kez gözlerimiz ıslandı?
Şimdilerde adının hiçliği ile yılları art arda sıralarken, yaşam savaşımızda yanımızda kimler var?
İşte yalnızlığımızla bize bedel ödeten birkaç sebep ki bunları saymaya belki nefeslerimiz yetmeyecek artık…
Düşüncede kaçıncı defa bu senli günlere düşerek yıllara sarkan düşünce zamanlarım?
Buruk ve acılı acılı düşler bunlar, başında sen, ardından hayata düşüşüm…
Parmaklarımın ucundan defterlere sarkan bu düş zamanlarımın buruk hisleri kaplar tüm bedenime her cümlenin içine seni sığdırışım, senin büyüklüğünden değil, sadece sevgim dediğim olgunun yükselişi idi…
Sonuç olarak yaşamın bu kısmına sığan zamanlarda her şeyiyle beraber yaşanmamış sayılabilme imkânı olsa, belki içimizde az da olsa sevinç zamanlarım çoğalacaktı sanki…
İnanılacak gibi bir hüzün vardı bu bir tek cümlede ki yok sayılabilse demekle kendi ruhumuzun sevinç feryatları ile sarsılacaktı belki de bedenim…
Ne garip değil mi bir zamanlar bir dakika bile olsa gözlerine bakmayı özlediğimiz sevgiyi inkâr edercesine yok saymak içimize huzur vereceğine inanmak…
Çoğu zaman yaşama küsmekle de geçmişten kopuş özlemleri peyda ediyordu…
Sevgi kendi kendi ile yoğruldukça, zaman içinde öfke ve kin ile kendinden de nefret edebiliyordu…
Aslında bağışlanabilecek nankör bir düştü belki de bu inanışa güvenmek…
Ve sevgi hiçbir zaman bu nankörleri zaman farkı gözetmeksizin affetmezdi…
Alışmıştık, aslında umudun gölgesi ile soluk almaya yaşamda…
Bir şarkıda tasvirin vardı, oysa benim boynum bükülmüş, sadece özleme tutsaktım...
Dünlerden kalan sadece ismin aklımda, gerisi laf_ı güzaf...
Mustafa yılmaz