- 1273 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SİSMOGRAFİK MR PUSULA : DEPREMSEZER PROJESİ
ŞABAN AKTAŞ·21 ARALIK 2016 ÇARŞAMBA
Her canlının varoluşuyla birlikte başlar yaşam kavgası ve kendisini yok etmek isteyen her türlü tehdit ve tehlikeye karşı savaşımını yaşamı boyunca gerek fiziki gerekse zihinsel gücünü sonuna kadar kullanır.
Yaşama karşı tehdit oluşturan faktörleri, biyolojik, jeolojik, astrolojik, fizyolojik, sosyolojik, ekonomik, coğrafik, iklimsel ve doğal afetler gibi gibi çeşitli üst başlıklar altında sıralamak olasıdır.
Bugün üstünde durmak istediğim, doğanın dengesini korumak ve değişim sürecine bağlı ortaya çıkan doğal afetlerden, ‘’Deprem’’ konusuna beynimin yetebildiği kadar özet bir açılım sunmak ve insanlığı olası büyük felaketlerden kurtarabilmek için alınması gereken tedbir olup olmadığına dair ışık tutmak olacaktır.
Ben bir bilim adamı değilim, fakat düş ve düşünce gücü olan bir sanatçı olarak akıl almaz çılgın projelerimin olabileceğine şaşırmamak gerekir. Çünkü bende de bir beyin var en azından :) Beyin ki insanın en yaşamsal organıdır ve beyin ölümü gerçekleşen bir kişi tıbben (x -> ölü) olarak değerlendirilmektedir. Yaşarken ise beyin enerji üretmektedir ve bu enerji, sayısı milyarları aşan nöronlar sayesinde vücudumuzun , davranış ve düşüncelerimizin yönlendiricisi olarak gerek bilinçaltı gerekse bilinçüstü mekanizması ile yönetmektedir. beynimizde algı sistemi nasıl oluşmaktadır; işte bu sorunun doğru yanıtının altında yatmaktadır pek çok şeyin ve beynimizin gizemi?! Hatta evrenin sırları da milyonlarca yıllık genetik kodlarla şifrelenmiş biçimde beynimizin karakutusunun içinde gömülüdür.
Geçen haftalar içinde katılmış olduğum bir ‘’ Aşkın Nörolojik Hali’’ konulu konferansta beynimizin çalışma biçimi hakkında sayın uzman doktor Nörolog Timur Yilmaz beyin anlattıklarında benim için oldukça yararlı bilgiler edindim. Anlatılanların içinde benim açımdan en ilginç olanı, fonksiyoel MR çekimi idi. Amerikalı Helen Fisher adlı bir biyokimyacı antropolog profesör, aşk konusunu incelerken fonksiyonel MR çekimleriyle çok önemli bulgulara ulaşmış aşk konusunda. Çekimin esası çekim sırasında MR cihazının içinde iken kişiye onun yaşantısında önemli olabilecek çeşitli şahısların fotoğrafları gösterildiğinde, onlar hakkındaki düşüncelerinin, beyin dalgalarının elektriksel boyutunun görsel olarak saptanabilecek bir teknolojik aşamaya geçilmiş olmasına dayalıdır. İşte bu enerji değişimini görsel olarak koyabilme olanağı sunan teknoloji, harika bir buluş ve geleceğin dünyasında bu yöntem ile çok daha büyük ufuklar insanlığın yararına açılabilecektir.
Bu fikir nereden aklıma geldi?! Uzun yıllardır kendi bedenim üstünde elbette bir insan olarak kişisel gözlemlerim var. Bunlardan en ilginç olanlarından bir tanesi, beynimde enerji yükünü azalıp artması ve bazı gerginliklerin çok tuhaf biçimde diğer gerilimlerden hissediş olarak farklılık arzetmesi ve akabinde de hissettiğim depremlerin olagelmesi?! Bunu kaç defa Facebook üzerinden yazdım ve yazılarımı da olanı biteni de insanlar defalarca tanık olarak gözlemlediler. Yalancı olmadığıma dair tanıklarım çok en azından yazdıklarımın saat olarak yazılı kayıtlarda oluşudur. Sonra da saat kaçta ne olup bittiğine dair Kandilli Rasathanesi kayıtları da ortadadır.
Yani şimdi olan olayı maddi temelde bilimselleştirme çabasıdır bu yazımın amacı, kalkıp da kendi mi insanüstü özelliklerini olan bir kahin olarak değerlendirmiyorum. Aynı beyinden herkeste var ve onu doğru kullanmayı öğrenen her insan bir diğer beynin ulaşabileceği düzeyde kendisini geliştirme yeti ve özelliklerine sahiptir genel anlamda.. Tam bu noktada bir parantez açalım (Doğmatik bir bakışla böyle birisine hemen ‘’Bu adam cinli, bu adam ermiş, giderek bu adam Tanrının yeryüzündeki gölgesi !’’ gibi sıfatları da yakıştırabilecek ve ölümünden sonra mezarını türbeye dönüştürecek , beyni daha az çalışan milyonlarca insan var elbet yeryüzünde :) )
Depremleri önceden algılayan bir aletin keşfi ise yeryüzünde bir çok tabuyu kökünden yıkıp atacak ve esas büyük deprem o zaman olacaktır :) Beyinlerin içindeki bir depremden söz ediyorum elbette :)
Düşüncelerim kaynağını nereden alıyor?
Quantum Çağı adını verebileceğimiz bir çağda yaşıyoruz ve İsviçre’de Cern’de Laboratuvar ortamında yapılan deneyler ile maddenin enerji ve boyutuyla ilgili çok önemli aşamalara gelmiş bulunmaktayız. Daha bu deneyler yapılmadan önce hep aklımdan var olan bir düş dolaşıp durdu beynimde.. Düş nedir; düşünce nedir, sonuçta düş ve düşüncenin enerjinin bir boyutu olduğu biçimde tanım, aklıma mantığıma ve bilime en uygun tanım gibi geldi bana..
Az gelişmiş beyni olan canlılar( !) diye nitelediğimiz bazı hayvanların insanların duyum eşiğinden farklı algılarının olduğu ve olacak depremi hissettikleri konusunda herkes mutabıktır sanırım. Örneğin deprem olmadan önce, köpeklerin uzun uzun havlaması, yılanlarını yuvalarından dışarı çıkması gibi... Bu davranış biçimini bu aşamadan sonra ilahi bir kudrete bağlı olarak açıklamaktansa o canlıların beyinlerinin olabilecek değişikliği enerji olarak önceden algılayacak yapıda evrimleşmiş olmasına bağlayabilirim ancak!
İşte olası depremlerin önceden saptanabilmesi, deprem öncesinde kırılmaya neden olacak enerji birikiminin dünyanın mağnetik alanında ne tür bir elektriksel değişiklik ile açığa çıktığının ve insan beyninin bunu nasıl hissettiğinin saptanmasıyla olacaktır.
Bu konu üstüne kafa yormak, her şeyi kadere bağlayan ve kimsenin gaipten haber alamıyacağı iddiasında olanların, bağnaz ilahiyatçıların işi olmadığına göre, TÜBİTAK bu alanda bir an önce kollarını sıvamalı ve enerji analizleri üstüne, hem insan beyninde hem de doğada gözlem ve araştırmalarını derinleştirmelidir.
Benim böyle akıl almaz, bazılarına göre mucizevi, bana göre ise mutlaka maddi bir temele dayalı olması gereken deneyimlerim olmuştur. Kısaca açıklayayım; 17 Ağustos 1999 depreminden iki gün önce bugün ODTÜ mezunu olan, endüstriyel tasarımcı olan kızıma gözümün önüne gelen bir vizyondan sözetmem; açıklayıp, deprem olacağını söylemem ve deprem sonrasında kızımın bana;‘’ Baba senin beynin Kandilli Rasathanesi’nden daha iyi çalışıyor!’’ demesidir.
Bir diğeri ise; 2002 yılında Irak savaşı başladığı sıralarda; ABD’nin savaşta atom bombası gibi çok güçlü bombalar kullanacağını ve bu silahları su altından fırlatacağını, sezgi yoluyla algılamam ve Ulusal Kanal TV da santraldeki görevliye telefonda ağlayarak anlatmam ve ertesi günü gücü atom bombasına denk bombaların ABD tarafından bu savaşta kullanılması ve belirttiğim gibi bu silahların su altından fırlatılması gerçeğidir. ‘’Bu nereden çıktı kel alâka?!’’ diyenler olacaktır, ben derim ki madde ve enerji kaybolmaz uzayda dolaşımı süreklidir! Madde ve enerji birbirine dönüşebilir. Gelecekte insanların düşlerini okumak da, uzayın başka bir bölümüne düşlerini genetik kodlarını enerji olarak iletmek de olanaklı hale gelecektir. O kadar!!! Kısa keseyim de Aydın havası olsun! :)
Neticeten çağımız bilim çağıdır, plazma teknolojisi ve Quantum çağıdır. Bu çağda her türlü bağnaz düşünce temelden sarsılacak geçerli hiçbir yanı kalmayacaktır. İnsanlık bilim sayesinde yepyeni ufuklara açılacaktır. Bilgiler insanlığı yoketmek için değil dünyada yaşamın sona ermesi halinde uzayın derinliklerinde yeni bir yerleşim ve yaşama alanı oluşturmaya yöneliktir; ben nelerden mi bahsettim;İçinde bulunduğumuz gaflet ve dalalet, sadece bizim düşüncesizliğimizden ve bilgisizliğimizden ve tembelliğimizden, demokrasi ve özgürlüğünü yitirmiş ve serbestçe baskı altında olmaksızın özgür düşünebilen beyinlere sahip olamayışımızdan ibarettir, bunları anlatmak istedim sevgili izleyiciler...
Ha şunu da söyleyeyim; yıllar önce karayolları üstünde seyreden araçların, tekerleklerini yola yaptığı basınçtan dolayı elektrik üretilebileceğini yazdım; sahiplenenler oldu bu düşünceyi ve insanlığın hizmetine sokuldu. Yabancılar bizi bizden iyi takip ediyorlar ve düşüncelere değer veriyorlar.. Olsun onlar da insan. Olsun da insanlık yararına olsun her şey... Güzelden doğrudan yana olsun...
Birkaç yıl önce başka bir şey daha yazdım; hareket halinde olan araçların tekerleklerinin içine dinamo yerleştirilerek elektirk üretilip akülerde depolanacağını ve hem elektrik hem de yakıtla seyreden otomobiller yapılabileceğini de yazdım...
Bu geceden sonra( 21 Aralık) geceler, kısalacak, gündüzler uzayacak; günlerin ve güneşin aydınlığı üstünüze olsun sevgili dostlar...
Düşünce tutanın beyninde kalır ve ona ait olur, buna kimse engel olamaz. Gerçek, düşün ölmesi, düş, gerçeğin döllenmesidir, sözü bana aittir ve GÜLPANYA adlı şiirimin bir dizesidir. Her şeyi aşk ile keşfetmek ancak olasıdır.
Tüm insanlığa en derin sevgi ve saygılarımla...
Şaban AKTAŞ
21.12.2016 - 21.55
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.