- 510 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
433 - MARKO PAŞA
Onur BİLGE
Define Marko Paşa’yı geçmeye azmetmiş gibiydi. Sıkıntı veya öfkeyle gelip, laf arasında bir punduna getirerek dertlerini anlatanlar o kadar çoğaldı ki! İçlerinde, eşlerinden yakınan kişiler de vardı. Erkekler, hanımlarıyla ilgili sorunları üstü kapalı geçtikleri halde kocalarından şikâyetçi olan kadınlar, sorunlarını anlata anlata bitiremiyorlardı. Anneleriyle geçinemeyen genç kızlar, babalarıyla kavgalı genç erkekler, komşularıyla dargın olanlar, kardeşleriyle sürtüşmekte olanların arasında en eğlencelisi gelin kaynana kapışmasıydı. Diğerleri, bazen saatlerce anlatarak Define’yi yorup, bizi usandırırken, arkası yarın gibi sürüp giden trajik gelin kaynana maceraları, aktarılırken komediye dönüşüveriyordu.
Dede, usanmadığını söylüyor, hayır için yapmakta olduğu bu işi sabırla sürdürüyordu. Omuzları düşük, kaşları çatık, ağlamaklı bir vaziyette veya öfkeden kıpkırmızı bir suratla, burunlarından soluyarak bir hışımla Virane’nin kapısından girenler, onun sükûneti, küçücük gömük gözlerinin sevecen bakışları ve yumuşacık ses tonuyla yaptığı telkinlerle ferahlamaya başlıyor ve iyice rahatlamadan ayrılmak istemiyorlardı.
Define, eğer elinde işi yoksa onları ayakta karşılıyor, bir yer gösteriyor, başı kalabalıksa farklı masalara alarak sıraya diziyordu. Seanslar halinde yapmakta olduğu terapi, periyodik şekilde günlerce ya da aylarca sürebiliyordu.
Alışkanlık yapan bir kişiliği vardı. Acayip bir çekim gücü… Büyücü gibi bir ihtiyardı. Gelen, bir daha bir daha gelmek gereği duyuyordu. Bazıları akıllarında olmadığı halde kendilerini ayaklarının sürüklediğini, oraya nasıl geldiklerini bilmediklerini söylüyorlardı.
Birilerinin tavsiye ederek gönderdikleri darda kalmış, iç sıkıntısı içindeki kimselerin yanı sıra, çeşitli nedenlerle şöyle bir uğrayıveren, tesadüfen gelen kişiler de vardı, Define hakkında hiçbir malumatları olmayan, öylesine bahçeye dalan…
Dede, etrafında dertlerini dinlemekte olduğu insanlar veya daha önemli işleri yoksa onlarla da ilgileniyor, hal hatır sorarak görev addettiği işini yapmaya koyuluyordu. Ufak ufak sorularla hayatlarını aralıyor, sayfa sayfa okumaya başlıyor, onlara ait olayların içine dalıyor, kaybolup gidiyordu.
Her insan, bir veya birkaç romandı onun için. Her insanla yeni bir kapı aralayarak hayatlara giriyor, tuhaf bir biçimde doyuma ulaşıyordu. Gerçi bütün bunlar onu bedensel ve ruhsal bakımdan yoruyordu ama nedense insan deşmekten vazgeçmiyordu.
Ailesini kaybettiğinden, gerçek akrabalarını hiç tanıyamadığından ve hukuki akrabalarından uzakta kaldığından kendisini yapayalnız hissettiği için tuhaf bir açlıkla önüne gelenle yakınlık mı kurmaya çalışıyordu?
Hiç belli etmemesine rağmen meraklı bir kişiliğe sahip olabilir miydi?
Vaktiyle yaşadığı azabı uluorta dillendiremedikçe, hayatını bulandıran ve ruhuna tortu halinde çöken acıları söküp kaldırma gayesiyle mi başka hayatları kurcalıyor, söyleyemediklerini başkalarına mı söyletmeye çalıyordu?
Açamadığı sırlarını onlara mı açtırıyor, anlatamadıklarını onlara mı anlattırarak rahatlıyordu? Bu da ona has bir deşarj yöntemi miydi?
Kendisine filozof süsü vererek, orta ikiden terk ettiği okulu bitirip toplumda saygın bir yer alamamanın verdiği buruklukla ezildiği için, yaşamakta oldukları sorunlar arasında bocalayan ve çaresizlik içinde kalanlara aptal gözüyle bakıyor, aşağılık kompleksi nedeniyle çevresindekilere ne kadar pratik zekâlı ne kadar akıllı olduğunu mu kanıtlamaya, gerçekte egosunu mu tatmin etmeye çalışıyordu?
Belki de farkında olsun olmasın, bu fedakârlığı, söylediği gibi iyilik için değil, zaman zaman farklılık göstererek dönüşümlü bir şekilde bütün bu saydıklarımın tamamı hatta şu anda aklıma gelmeyen pek çok sebepten yapıyordu.
Bu kanaate varmamın sebepleri vardı. Kendi aramızda, baş ağrısı diş ağrısı gibi her derdin dermanı olarak alınıveren bir ilaca benzetilerek, ‘Aspirin’ ya da ‘Gripin’ olarak adlandırılmak gururunu okşuyor, “Dede yetiş!..” “S.O.S.!..” “İmdat!..” diyerek yanına gelinmesi çok hoşuna gidiyordu.
Fakat her şeyden habersiz, öylesine gelen, kendileri hakkında kimseye bir şey anlatmak istemeyen kişilere de sinsice sokuluyor, acayip bir yakınlık kurarak, garip bir tecessüsle dökülmeleri için deşelemeye başlıyordu. Bunu, o kadar ustalıkla yapıyordu ki karşısındaki, belki anlatmaması gereken pek çok şeyi tıkır tıkır anlattıktan, dağılan tespih gibi takır takır döküldükten sonra olayı fark ediyor ama artık döküleni toplayamayacağını anlıyor ve çark edemiyordu.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 433