- 564 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SUNA ABLAMIN NİŞANLISI
Hatay’ın Yayladağı ilçesine bağlı Karbeyaz köyüne çıkmıştı babamın tayini. Okul yaşım gelmemişti henüz ama ben gören bir göz hisseden bir çocuk kalbiyle dolduruyordum her şeyi küçücük heybeme renk renk.
Ev sahibimiz Keleş teyzemin kızı Suna ablam uçuyordu sevinçten. Günler öncesinden başlamıştı bayram temizliğine. Elinden gelse içi dışı bembeyaz badanalı tek katlı evlerini yıkıp yeniden yapacaktı. Bütün evlerde sobalar kalkmış bacalar temizlenmişti. Kilimler yaygılar köyün gürül gürül akan billur deresinde tokaçlanmış etrafındaki tertemiz taşlara serilmişti. Renk-renk çiçek ve kuş desenli kanaviçe işlemeli örtüler sandıktan çıkarılıp kömür ütüsüyle ütülenmiş ot yastıklara sedirlerin üstüne serilmeyi bekliyorlardı bayram gününde.
Kendi çeyizi çoktan hazırdı. Zaten başka bir eve gelin gitmeyecekti ki. Evlerine alacaktı annesi damadını. Allah gönlüne göre bir damat vermişti ona. Evlerinin hem oğlu hem babası hamarat yüce gönüllü gül yüzlü has kızının da yavuz eri olacaktı o. Kendisi bu dünyadan göçüp gitse de gözü arkada kalmayacaktı. Çifte bayram edecekti ana-kız bu bayram. Arife günü kapıda olacaktı aslan damadı. Askerliğini köye hiç gelmeden tamamlamıştı. Fotoğraf yollamıştı bol bol. Tüfeği elinde. Omzunda. Arkadaşlarıyla sarmaş dolaş.”Hiç yorgunluk gariplik hali yok üstünde” diyordu damadının fotoğraflarını öpüp koklarken. Resmin birini annem istedi babamla birlikte şehre gittiklerinde büyüttürsünler diye. Büyüttürdüler hem de renkli. Bayıldı Suna ablam. Duvarın tam orta yerine astı hemen.Köyün en güzel yemenisini de etrafına doladı. Bir an olsun Suna ablamın eteğinin ucundan dizinin dibinden ayrılmıyordum. O da beni öyle çok seviyordu ki. Aşırı sessizliğimden dolayı “Benim sessiz kızım” diyor kucağından indirmiyordu. Bir gün sedire oturdu. Kucağına aldı beni. “Bak” dedi, duvardaki fotoğrafı gösterip “Bu benim nişanlım. Şimdi askerde. Bayramda gelecek. Sonra burada hep bizimle kalacak. Bizim babamız olacak. Hele bir gelsin. Bizi alır şehre götürür. Bir elinden o tutar ötekinden ben. Gezer dolaşırız akşama kadar.” Öptü lüle saçlarımdan. “Bu gece bizde kal. Koynumda yatarsın. Masallar anlatır Suna ablası kızına yine olur mu.“ dedi. Olmaz olur muydu hiç. Güldüm. Başımı salladım sevinçle. Gamzelerim çıktı ortaya sesimin yerine. Duvardaki fotoğrafa baktım yeniden. Suna ablamın babası gelecekti bayramda demek ki…
Hayal meyal hatırlıyordu babasını Suna ablam. Annesi almıştı has kızını dizinin dibine bir gün. Anlatmıştı babasını ona. Ne yiğit ne mert ne çalışkan bir adam olduğunu. O kocaman yüreğiyle onları ne kadar çok sevdiğini. Huyunun-suyunun bal renkli gözlerinin bile aynı babasına benzediğini de söylemişti Suna’sına. Nasıl öldüğünü de. Bir daha da hiç konuşmamışlardı bunları hiç.
Vurmuştu omzuna kocasının yükünü de kendininkinin yanına Keleş kadın. Taşımıştı yıllarca “of” demeden sabırla. Tutmuştu kızının elinden hem anne hem baba gibi. Köylüsü de sayıp sahiplenmişti onu eskisinden daha çok. Büyüdü bal gözlü has kızı. Bu kere de o aldı anasının sırtından yükün bir kısmını. Vurdu kendi gencecik omzuna gururla sevinçle hiç yüksünmeden. Şimdi o yük bir kere daha bölünecek azalıp küçülecekti. Buna karşılık sevgileri mutlulukları daha da büyüyecek çoğalacaktı. Has bir oğul sahibi oluyordu artık Keleş kadın.
Eline doğmuştu tam bir tosuncuk olarak. Kızı gibi yetimlikle büyümüştü o da. “İnce hastalık” denen veremden ölmüştü babası genç yaşta. İki yetimle kalmıştı onun anası da. Askere gitmeden az evvel yapmışlardı bacısının düğününü. Gözü arkada kalmadan gitmişti kışlasına. Yerini diğer oğula- eniştesine bırakarak.
Bu heyecanlı hazırlıklar bir o kadar da onların evinde sürüyordu. İki gün kalmıştı bayrama. Her bayram olduğu gibi bu bayram da köy kalkmış oturmuştu yine. Temizlikler bir yandan yiyeceklerin hazırlanması öte yandan sevinçli telaşlar her evde aynı hızla sürüp duruyordu. Daha çok bahçelerdeki tandırlarda ocaklarda pişirilen yöreye has hamur işlerinin ortalığı saran o mis gibi kokular bir daha ki bayrama kadar köyün üstünden yaşadığım sürece de benim ne aklımdan ne de damağımdan çıkacağa hiç benzemiyordu. Bayram kınası karmıştı Suna ablam. Ellerine yakacaklardı o akşam. Minicik çiçek desenleri yaptı suskun kızının küçücük avuçlarına. Keleş teyzesi de kendi kızının ellerini öyle güzel kınaladı ki. Ama onu elleri iki tane koskocaman el oldu. Oyunlar yaptı Suna ablası kocaman elleriyle kızını güldürmek için. Keleş teyzesi kabarık kocaman bir yatak serdi yere. Mis kokulu çarşaf kenarları üzüm deseni dantelli upuzun yastık getirdi. İkimizin de üstündekileri çıkarıp geceliklerimizi giydirdi. Yatağa girdik. Keleş teyzem üstümüzü örttü. “Allah rahatlık versin” dedi. O gece Suna ablamın koynunda öyle güzel uyudum ki bu yaşıma kadar bir daha öyle güzel ve tatlı bir uyku hiç uyumadım.
Suna ablamın nişanlısı geldi. Onu da Suna ablamı sevdiğim kadar çok sevdim. O da beni Suna ablamı sevdiği kadar çok sevdi.
“Sen bizim kızımız olur musun?“ diyorlardı saçlarımı okşayıp yanaklarımdan öperlerken. Ben de onlara daha çok sokuluyor gözlerine bakıyor ve başımı sallayıp gülümsüyordum.
“Biz bu çocuğa çok bağlandık. O da bize. Bunlar memur insanlar bugün burada yarın başka bir yerde. Kanatsız kuş misali. Ayrılık onu da bizi de çok üzecek besbelli. Şimdiden yüreğime köz düştü sanki.” Dedi bir gün Suna ablamın nişanlısı. “Benim dilime gelenleri sen söyledin. Dizimin dibinden hiç ayrılmadı. Koynumda yattı kaç geceler. Her şeyden ileri sevdim ben de onu” dedi Suna ablamda nişanlısına.
“Düğünden önce yapılacak az bir işimiz kaldı. Sonra üçümüz şehre gideceğiz ardından öyle bir düğün yapacağız ki köy halkı bu düğünü hiç mi hiç unutamayacaktı.” Demişti Suna ablam koynunda uyuduğum bir gece bana.
Bütün işlerini bitirmişler düğün hazırlıklarına başlamışlardı.Şehre gidecektik o hafta içinde. Ama gidemedik. Suna ablamın nişanlısı hastalanmıştı birden. Kaç günler geçti ama o iyileşemedi. Çıkamadı yataktan bir türlü. Annem babam onu görmeye gittiler. Köyümüzün öğretmeni de gidip iğne yaptı ona her gün. Ama o gene iyileşemdi. Kalkamadı ayağa. Babamla köyümüzün öğretmeni maaşlarını almaya şehre gittiklerinde doktor getirdiler onu görsün diye. Gördü. “Hemen şehre götürelim. Hastaneye yatmalı. Ciğerleri kötü durumda. Tüberküloz“ dedi doctor odadakilere.
“Ne?” dediler.
“Verem.” dedi. Anasının bacısının Keleş anasının bal gözlü Suna’sının ciğerleri o dakika söküldü yerinden onunkinden evvel. Ama o “Benim bir şeyim yok. Yolda terledim ardından yel yedim. Askerlikte de olmuştu. Geçer geçer. Ben köyümden ayrılmam. İştahım yerine gelsin bir-iki güne kalmaz çıkarım yataktan ” dedi.
Ama o yataktan çıkamadan suskun kızın babasının tayini çıktı o sırada taa uzaklara. Kadeş gemisi kalktı İskenderun limanından ağır ağır. Çaldı düdüğünü uzun mu uzun. Acıklı mı acıklı. Yandı yüreği suskun kızın yanım yanım. Yandı ateşler içinde kaç gün kaç gece. Öyle çok istedi ki bir kuş olup suna ablasının evlerinin üstünde uçmayı…
Ama uçamadı. Sımsıcak gözyaşları aktı durdu yağmur gibi.
Gemi İzmir limanına demir attığında bile o nerede olduğunu bilmedi.
(Çocukluğumun anılarımda yer eden gerçek bir kesitidir)
YORUMLAR
Çok hüzünlü bitti, mutlu son olacağını umdum ama üzdü :(
Kaleminize sağlık
DEVRİM DENİZERİ
Sevgi ve selamlar...
çok güzeldi anıların değerli dost,beğeni ile okudum inan ki çok duygulandım..harikasınız devrim yoldaş...selam ve sevgiler bıraktım o kocaman şiir dolu sevgi dolu yüreğinize efendim,sonsuz saygı ve hürmetlerimle.. not..?çok değeri ablacığım ben eklermisininz eğer feceniz varsa....şimdiden teşekkür ediyorum..efendim......kendinize iyi bakın...
DEVRİM DENİZERİ
DEVRİM DENİZERİ
Esenlikler..