- 318 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Medeniyet Dairesi ya da Uygarlık Çemberinde Olmak!
Bu kavram tarihi olduğu kadar sosyolojik bir gerçekliğe de dikkat çekmek için kullanılmaktadır.
Hem de ta İbn-i Haldun ’den beri.14.yüzyıldan itibaren.
Denilen de şudur:
Medeniyet dairesinin ya da uygarlık çemberinin için de kalan uluslar/milletler zamanı gelince bir başka "daireye" kolaylıkla geçebilmekte ve böylelikle yeni durum ya da olgulara adapte olmada bir "sorun" yaşamamaktadırlar.
Ama ya bunun dışında kalanlar !
Zamanın ruhunu kaçıranlar olmaktadırlar.
Bazı tarihçi ve yazarlar da özellikle 1839’daki "Tanzimat Fermanıyla" başlayan,sonra 1856 Islahat Fermanıyla devam eden ve karşımıza önce 1876’da I Meşrutiyet,1908’de İkinci Meşrutiyet "olgularının" hep bir medeniyet dairesi içersinde "kalma" anlayışının devamı olan "arayışlar" olduklarına dikkat çekmektedirler.
Cumhuriyet’in kurulması,1946 ’da birden çok partili hayata dönülmesi,12 Eylül 1963 Ankara Antlaşmasıyla "AB serüveninin" başlaması hep "uygarlık çemberi" içindeki durumlar/arayışlar olarak düşünülebilir.
Evet,bir daireden bir başka daireye geçiş kolay olmamakta,bazen sancılar da doğurmaktadır.
Lakin bu "dairenin" dışında kalanlar ise çok farklı yerlere savrulup,gitmektedirler.Bazı coğrafyalardaki ülkelerin durumlarına bu "kavram" çerçevesinde bakmanın gerektiği /doğru olacağı kanısındayım.
Halen ülkemizde konuşulan ama henüz pek "tartışılamayan" Parlamenter Sistem /Başkanlık Sistemi ya da Yarı Başkanlık Sisteminin de bu çerçevede "tartışılması" daha doğru olacaktır demeliyim.
Bu üç sistem de bence meşrudur,gerekçesi/referansları farklı farklı da olsa herkes kendi "meşrebince" bu dairenin içinde olmak/bulunmak "iddiasıyla" hareket etmektedirler.
Çatışmadan tartışabilirsek daha doğru "sonuçlara" ulaşabiliriz sanırım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.