- 734 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kerime
/Herkesin bir hayat hikayesi vardır. Çoğu kez onun dinleyen çok az kişi olmuştur. Sırları ile berber mezarına taşınır. /
Solgun yüzü, pencereden dişarı bakarken cama aksetmişti. Bir an ürperdi. “Ne hale gelmişim” Dedi kendi kendine. Derin bir ah çekti. Sanki ciğerleri sökülüp çıktı yerinden. İki eliyle yüzünü kapadı ve ağlamaya başladı.” Bu hale de mi gelecektim? Hey gidi şimdi şeytanlar mezarını kazıyor” Diye düşündü. Kesik kesik öksürdü. Durdu gözyaşlarını eliyle araladı. Dönüp, yoksul evinin soğuk odasına baktı. Bir iki parça giysisi asılıydı duvarda ve tahta sedirde öylece kalakalmıştı,yalnız kimsesiz bir de oğlu vardı altı yaşında. Sarı saçları güneş kadar sıcak, gözleri denizler kadar engin. Ama çocuktu işte. Henüz altı yaşında, oyun çocuğu. O da sefildi, tıpkı annesi gibi. Hayat ikisine de gülmemişti. Kocası hapisteydi, tütün yakalatmıştı zaten işi gücü de yoktu. Alır satar, getirir satar. Çoğu kez de hapis yatardı. Bu sefer uzun sürmüştü.Galiba geri döndüğünde burada olamayacağım dedi. Mecali iyiden iyiye tükenmişti. Oğlu Ahmet olmasa belkide çoktan biterdi.Hep onu düşündü durdu fakat elinden fazla bir şey gelmiyordu. Yoksulluk iliklerine kadar işlemişti.
Yerinden kalktı, ayaklarını sürüyerek eski konsola uzandı. Çekmecede üç beş soluk resim vardı yavaşca onları aldı. Tekrar yerine oturdu.
Babası Sadık ağa, eski bir zabitti. yiğitti, mertti ve kızlarını ne çok severdi. Annesi Sıdıka hanım, beyaz tenli tonbul kısa boylu neşeli bir kadındı. Babası, onu Gelibolu da görevli iken kaçırmış sonar da memlekete getirmişti.
Evlenmişlerdi.Üç de çocukları olmuştu. Üç güzel kız. Kerime, Emine,Hatice. En küçükleri Hatice. Babaları karakol kumandanıydı.Köyleri dolaşır gelir, evde iki gün dinlenirdi. Kerime babasının atını tımar eder, yemini verir ve gideceği gün kapının önüne çıkarır yularından tutardı. Babası, ona kırmızı bir lira verir gözlerinden öper ve atına binerdi.O babasının ardından sevgi ile hürmetle bakar, annesi de bir tas su döker ve dualar okurdu. Kerime merdivenleri hızla çıkar odasına girerdi. Annesinin aldığı fese babasının liralarını dikerdi gelin olurken onu başına takacaktı. Artık Osmanlınin son zamanlarıydı. Yer yer eşkıyalar baş kaldırır olmuştu. Üç kardeş güle oynaya büyümüşler serpilmişlerdi. Kızların en güzeli Kerime idi. Daha çok anne tarafına benziyordu. Uzun boylu sarışın mavi gözlü beyaz tenliydi. Gülümseyen mavi gözleri hayat doluydu. Çok da becerikliydi. Güzel gergef işler, iyi ata binerdi. Halasının oğlu Hasan’a istemişlerdi de” ben o sümüklüye varmam “ Demişti.
Aylar ayları günler günleri kovaladı. On beşliler askere gidiyordu. Boğaz harbi patlak vermiş seferberlik ilan edilmişti. Halasının büyük oğlu zabit mektebinde okurken cepheye katılmış küçük oğlu Hasan da şimdi askere gidiyordu. Halası ağıtlar yakıyor, on beşliler türküsü dilden dile yayılıyordu.
Hey on beşli on beşli Tokat yolları taşlı
On beşliler gidiyor kızların gözü yaşlı
Mevsimlerden güzdü. Bağ bahçe sararmış yapraklar yerleri örtmüştü. Sıdıka hanım iş taksimi yapmış. Emine bulaşıkları yıkıyor, yemek yaparken annesine yardım ediyordu. Hatice evi silip süpürüyor, yatakları onarıyordu. Kerime, bahçeyi temizliyor, tavuklara ineklere bakıyordu. Babasının yedek atına gözü gibi bakıyordu. Bu akşam babası gelecekti, annesi onun sevdiği yiyecekleri hazırlamakla meşguldü. Derken, güneş batmak üzereyken babası geldi. Aşağı inip, babasının atını tutu, babası inince de alıp ahıra götürdü, bağladı. Yemini suyu Verdi. Yukarı çıktı babasının elini öpüp sarıldı. Babası, onlara ve Sıdıka hanıma hediyeler getirmişti. O gece çok mutluydu hepsi de.
İkinci günün sonunda babası erkenden kalktı. Kerime atını hazırladı. Biraz sonar babası geldi. Gözlerinden öptü. “Sağol kızım hakkını helal et “Dedi. Bir kırmızı lira Verdi. Kerime” O nasıl söz babacığım Allah korusun hem ben size severek hizmet ediyorum” Dedi, elini öptü.Sadık Ağa ıslık çalarak yola koyuldu keyfi yerindeydi. Annesi yine su döküp dualar okudu ardından. Kerime, eve çıktı el işi yapmaya koyuldular bir birlerine maniler söyleyip gülüştüler.
Ertesi gün bahçeyi süpürmeye indi. Kanatlı kapıda bir kıpırtı hissetti. Önce korktu. Dinledi. Babası, bugünler pek tekin günler değil demişti. Yavaşça kapıya yanaştı tahta aralığından bakınca babasının atını gördü. Teleşla kapıyı açtı. O da ne? Babası atın terkisinde iki büklüm yatıyordu. Gidip tutu,sarstı. Babası yaşamıyordu,göğsünden kan sızıyordu. Döndü içeriye feveran etti. Annesi, kardeşleri koşup geldiler. Ağıtlar, figanlar,babası pusuya düşmüştü. Kara bulutlar çöktü her yana sanki. O gün kara yazısı yazılmıştı. Akrabalar dostlar geldi gitti, her biri bir köşede kendinden geçmişcesine kaldı günlerce.
Günlerden bir gün halası ve eniştesi geldi. Uzun uzun annesi ile konuştular. Ama hiç hoş şeyler konuşmadıkları aşikardı. Sonunda Sıdıka hanımı ikna etmişlerdi. Eksik eteksiniz yalnız olmaz, hem oğlunda yok bu kızların başına bir hal gelir sebebi sen olursun. Onurumuz iki paralık olur gibi bir sürü laf işte. Uzun uzun hesap kitaptan sonara, halası Kerime ve Emineyi alıp onların payına düşen mallarınıda bir kağnıya yükleyip alıp gitti. Hatice ve Sıdıka hanım Sadık Ağanın kardeşi Abdullah ağanın evine taşındılar.
Derken arada iki yıl geçti arda bir birlerini görseler de eski düzenleri bozuldu boyunları hep bükük kaldı.
Önce Hasan askerden geldi istemese de Kerime onunla evlenmek zorunda kaldı. Daha sonar evin büyük oğlu doğu cephesinden izinli geldi. Onu da Emine ile nişanladılar. İstiklal savaşı bitmek üzereydi. Cumhuriyetin hazırlıkları yapılıyordu nihayet bir gün Emine ve Ali de evlendi ve Samsuna gittiler. Hatice uzak bir akrabaya gelin oldu ve Kayseri Sarıza gitti. Kerime dert ve tasaları ile orada kaldı. Sürekli hazır yemeye dağ dayanmazdı. İlk çocuğu bir yaşında öldü. O arada halasını da kaybetti. Derken, dertler kar topu gibi büyüdü gitti. Nereden nereye.
Hasan bey iyice huysuz olmuştu sürekli tartışma kavga kötü söz onun nazik bedenini incitiyordu. Yemeden içmeden kesilmişti. O arada oğlu Ahmet dünyaya geldi. Kocası iyice parasız kalmış ne var yok satmıştı. Gözünü Kermenin kırmızı lira dizili fesine dikmişti. Onca inek, dana, koyun, silah, altın un ufak olup gitmişti. Bir kaç kez istemiş, Kerime oralık olmamıştı. Ama bir gece zorla aldı elinden hatta bir kaçta yumruk attı. Oysa o fes babasından kalan son hatıraydı. Günlerce ağladı durdu, yemedi içmedi, uyumadı. Üzüntü kemirdi tüm vücudunu. Bir gün hafifçe öksürdü ağzından bir damla kan geldi. İnce hastalığa tutulmuştu. Oğluna sarılıp ağladı.
“ Vah kadersizim,talihsizim vah”Gururunu yenemedi, Hasan’ı hiç mi hiç kabullenemedi. Ve yatağa düştü. Oğlu ortalarda kaldı. Hasan, bir gün” Bu böyle olmayacak hem ben hem çocuk sefil kaldık, sana da bakacak kimse yok bari komşunun kızı Nafiye yi alayım. Hırın kırın etme. Kadınsız ev mi olur”Deyip çıktı.
Akşama hoca Nafiye ve Hasan geldiler bir ikide komşu. İmam nikahı kıydılar. Çelimsiz bir gözü akıntılı nafiye eve yerleşti. Kerime oğlu ile kala kaldı dip odalarda. Ahmet altısına geldi. O da hasta anasından usandı adete daha çok analığı ile gezer oldu.Hasan zaten kah orada kah burada eve uğradığı da yoktu nihayet bir gün duydular hapse düşmüş. Nafiye çamaşır götürdü bir iki parçada yiyecek.
Kerime, resimleri yerine koymak için adeta sürüklendi. Yatağına zor uzandı. Öksürdü öksürdü ve mendiline kan kustu. Soğuk odasında tek başına sessizce uzandı yorganını başına doğru son bir gayretle çekmeye çalıştı. Nafiye bir tepside az bir çorba ile içeri girdi.
“Aba aba! ” diye Kerimeyi sarstı. Sapsarı olmuş Yemenisi kaymış sarı saçları dağılmıştı. Öylece yatıyordu. Nafiye eğildi nefesini dinledi. Ölmüştü..
Feryat ederek dışarı çıktı.
“Abam ölmüş! ’
"Abam ölmüüüüüüş"
26.11.2014 Perihan Pehlivan İST
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.