- 1156 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kalbinin Sesini Dinleme
Doktor diyor ki gün boyu sürekli sakız çiğne. Kulağın düzelir.
Ama ben çocukluktan beri sakız çiğnemeyi hiç sevmedim. Bilmiyorum, bana sanki sessiz konuşma gibi geliyor. Sakız çiğnemenin kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum ama sabahtan akşama kadar bunu yaptığında gevezelik yapan birisine benzetiyor insanı. Belki de bana öyle geliyor.
Kulak doktoru diyor hep sakız çiğne. Ağzının kasları sürekli çalışırsa rahatsızlığın da gider. Aslında ağzımın kasları çalışsın diye o kadar önemli sözler var konuşmaya ki artık doktorun tavsiyesi için ne gevezeliğe gerek kalır ne de sakız çiğnemeye.
Bazen konuşmak, görmek ve işitme gibi insana ve insanlığa yakışan özellikler yasaklanıyor. Böyle durumlarda insanlar sessiz konuşur veya sürekli sakız çiğnerler.
İnsana konuşmayı yasaklamak tavşanın elinden havucunu almak gibi bir şeydir her halde, gevezelik, boş laflar ve sakız çiğneme ise onun eline verilen naylondan olan bir havuç.
Ormanın birinde aslan kral tavşanlara havuç yemeyi yasaklar. Aslan hayvanların gözünde öyle bir korku yaratmıştı ki kocaman ormanda kimse cesaret edip de söyleyemiyordu:
“Kardeşim, bir bebek tavşanın göbek bağını keserken kulağına “havuç havuç” diye fısıldarlar. Yani bebek tavşan havuç düşüncesiyle annesinin karnından ayrılır.”
Neyse, bu yasanın uygulandığı ilk gün tilki ormanın ortasında kuyruğunu sırtında aceleyle kaçıyordu. Onun bu durumunu merak eden kurt hemen karşısına zıplar “Nereye bu aceleyle kardeşim” diye sorar.
“Ne durmuşsun böyle rahat rahat her şeyden de habersiz. Hadi çabuk ol, durma. Sen de koş” diye tilki kurda cevap verip koşmaya devam eder.
Kurt bir yandan ona eşlik eder bir yandan da “Dur lan, kimden koşuyorsun? Neden ben de koşmalıyım?” sorularını sorar.
“Haberin yok mu senin? Aslan havuç yiyen tavşanları tutup tecavüz ediyor.” dedi, tilki.
Kurt bu sözü duyunca kahkaha attı. “O zaman sen neden koşuyorsun be aptal herif.” diye tilkiye söylendi.
“Sevgili kurdum benim, önce tecavüz ediyor sonra kim olduğuna bakıp inceliyor.” diye tilki cevap verdi. Kurt bunları duyunca kahkahası boğazında tıkanıp kaldı.
“Üstelik her hangi tavşanı yakaladığında da ‘evet havuç yedim’ diye itiraf etmesine mecbur ediyor aslan” diye konuşmasını sürdürdü.”
Yani sorun şu ki söz konusu olan tavşan veya havuç değil. Aslanın asil derdi ve tek istediği şey tecavüz etmektir o kadar.
Diyorum ki:
“Sayın doktor, bir ay önce kulağım ağrıyordu hastaneden randevu alıp size geldim. Geldiğimde kulağımda sıvı oluştuğunu teşhis edip ameliyata aldınız. Kulak ağrısı kesildi ama o günden beri kalbimin güm güm vuruş sesleri kulaklarımda yankı veriyor. Sürekli kalbimin sesini duyuyorum. Her vuruşunda kalbimin sesini duymak beni rahatsız ediyor.”
Bizim de ormanda havuç yasağı vardı. Şimdi de var elbette. Ama ben hep kalbimin sesini dinledim. Sürekli sakız çiğneyen bir kişi gibi hep ağız kaslarımı çalıştırıp konuştum. Konuştum belki kalbim sakinleşsin artık. Bir de yavru tavşanlar havuç yemeği unutmasınlar.
Sonunda da aslanın korkusundan ormanımızdan kaçtım. Ama..
Ama havuç yeme huyumu orada bırakamadım. O da benimle birlikte oradan kaçtı.
Ne yazık ki yeni ormanda da havuç yasağı varmış. Diğer ormanları da uzaktan takip ettiğimde aşağı yukarı hepsinde havuç yasağı görünüyor.
Allahım bu nasıl bir sebze? Ne kadar da güçlü ve korkutucu bir şeymiş bu havuç.
Bu gidişatla sonunda Mars’a gitmek zorunda kalacağım. Hem de su bulmuşlar orada. Havuç tarlası yaparım. Gerçi yalnız başıma olunca havuca falana da gerek kalmaz.
Ee, ne yapalım şimdi. Hiç bir ormanda Konuşamayacak mıyız? Yazamayacak mıyız yani?
Hayır canım meğer tavşan havuç yemeyi bırakır mı? Asla.
Bir şeyler düşünmüşüm. Aslında bunu düşünen ilk kişi de değilim. Havuçları siyaha ve yeşile boyuyorum. Onları patlıcan veya salatalık gibi gösteriyorum. Konuşacak sözleri şiir gibi salatalıklar içinde, mizah gibi patlıcanlara doldurup saklıyorum işte.
Ama içimden bir ses diyor ki sen ne kadar böyle bir değişik yol yöntemlere sığınırsan, aslan da bir o kadar salaklığını bırakıp kendisini geliştirir. Gizli havuçların kokusunu almak için yeni arayışlarda bulunur.
“Korkma canım sen Birleşik Ormanlar Örgütünün koruması altındasın. Eski ormana geri göndermeye hakları yok. En fazla ne yaparlar biliyor musun? Başka bir ormana sevk ederler.” Kendimi yatıştırmak için konuşuyorum kendime.
Ama tilkinin sözü aklıma geliyor bir an. Yine korku yavaş yavaş sızıyor vücuduma.
Aslına bakılırsa bir tavşanın havuca bağlılığı kendi kalbinin sesini dinlemesinden kaynaklanıyor. Akıl ne kadar havuç yemeğin ardından başa gelen felaketleri uyarıp dursa da ve havuçla tavşanın arasınında olan bağı koparmaya çalışsa da, yine de kalp onun tersine her vuruşuyla hep o bağın varlığını hatırlatıp durur.
Bu olaya daha da derin baktığımda şunu düşünüyorum ki bir tavşanı veya her hangi bir insanı tehlikeye doğru yönlendirmekte kalbin hiç bir suçu yoktur doğrusu. Zaten onun işi vurmak değil midir? Asil suçlu olan kulak ve gözdür bence.
Anlamıyorum neden yanlış yere hep bazı sözcüklerin eş anlamlı oldukları düşünülüyor.
Örneğin görmekle bakmak veya duymakla dinlemek gibi kelimeler
Bence bakmak başka ve görmek de başkadır. Duymak da dinlemekten tamamen farklı bir şeydir.
Yani bakacaksın ama görmeyeceksin. Duyacaksın ama dinlemeyeceksin. İşte kalbinin sesini fark etmezsin o zaman.
Doktor diyor ki sakız çiğne. Kalbinin yankılarını kulağında duymazsın artık. Sorun da baştan beri kulağımın içinde oluşan sıvı değil miydi? Kalp eskiden olduğu gibi kendi atışlarını yapıyordu. Ortalığa bir sorun çıktıysa kulağın içinde olmalıdır. Kulak duyacak ama dinlemeyecek, ister kalp atışlarının sesi olsun ister silahların ateş sesleri.
Tamam o zaman. Birleşik Ormanlar Örgütü bize başka bir orman bulana kadar havuç yemeyiz artık. Hep sakız çiğnemekle gündüzü geceye kavuştururuz.
Duyduğuma göre ağaçkakanın ilginç bir huyu var. Dışkısını hep kendi yuvasının içine bırakır. Yani kuş ne yaparsa yapsın hatta kendi zararına da olsa bile yine de huyundan vazgeçmiyor.
Günün birinde yavrusu der ki:
“Anne, ne olur bırakalım şu yuvayı. Şu dışkıların yüzünden çok pis kokuyor. Artık yaşanacak bir yer değil burası. Çekip gidelim başka bir yuvaya anne.”
“Gideriz de ama bak yavrum benim, nereye gidersek popomuz da bizimle beraber oraya gelir canım.”
Hastaneden çıkar çıkmaz hemen yakınlıktaki büfeden bir kutu sakız aldım.
Çiğnedim çiğnedim hem de akşama kadar. Ama işe yaramadı. Yine kalbimin sesini hep duyuyorum. Yine kulaklarımda yankı var. Sanırım bunu gözü kapalı, kulağı tıkalı yapmalıydım.
Ya da evi bir dağın başına taşımalıyım. Yalnız başına yaşayıp her işi gücü bırakıp hayatımın sonuna kadar hep sakız çiğnemeliyim.
Belki de gerçekten sorun kulakta değil kalbimdedir.
Diyorum ki yarın bir kalp doktorundan randevu alsam mı acaba?
Muhammed Ahmedizade
Kalbinin Sesini Dinleme Yazısına Yorum Yap
"Kalbinin Sesini Dinleme" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
muhammed1347
@muhammed1347
Çok teşekkür ederim sevgili hocam. Yazımı okumanıza sevindim.
9 Ocak 2016 Cumartesi 08:14:28
Sakız çiğnemenin sessiz konuşmaya, gevezeliğe benzetilmesi ne kadar güzel olmuş.
Evet. Diğer yazılarınızdan da biliyorum.
Her ne kadar havuçları boyasanız da havuç oldukları belli oluyor.
Ama havuçta çok lezzetli bir yiyecektir.
Sevgili kardeşim !
Bilmek, görmek insanın başına beladır.
Bazen "deli olsam da hiç bir şey anlamasam" diye düşündüğüm olmuştur.
Ben sizi çok iyi anlıyorum.
Boş verin siz havuç yemeye ve Galile gibi " ...dünya yine de dönüyor" demeye devam edin.
Selamlarımla.
muhammed1347
@muhammed1347
Çok teşekkür ediyorum sevgili hocam.
Sizinki gibi güzel insanlar varken neden yazıp konuşmayalım ki.
Konuşmaktan ve yazmaktan daha da önemlisi dinleyen kulakların ve okuyan
insanların var olmasıdır. Sağ olun.
Sizinki gibi güzel insanlar varken neden yazıp konuşmayalım ki.
Konuşmaktan ve yazmaktan daha da önemlisi dinleyen kulakların ve okuyan
insanların var olmasıdır. Sağ olun.