- 603 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIMIZIN HAYAL BÜKÜCÜLERİ ÖLÜYOR
Bu gün biraz erken uyandım. Baktım öykü yazıyor dilim, rüyadan kalma esintilerle. Kalemi kâğıdı boş ver şimdi dedim. Usulca anlattım aklımda kalanları kendime. Hayatımızın hayal bükücüleri ölüyor dedim. Sustum.
Elimde kahvem, kurdum hayal perdesini. Yörüngesinden çıkmış hayatlara inat, kaderi oynattım. Sonra gözümün önünde uçurtma uçuran, saklambaç oynayan, pamuk helva için şakalaşan, bebeğinin saçlarını ören ve sırtını güvenle evinin önünde ki ağaca yaslayıp güneş gibi gülümseyen çocuklar geçti.
İletişim çağı hayalleri kesip beni hayat gerçeklerinin ortasına bırakınca ölüm dedim, eceliyle gelmeli. Ve en çokta çocuklara bunu anlatabilmeli. Bir vadeye daha hazır mıydı yüreğim? Yol uzundu, zaman kısa, vade yetmişti.
Yol yağmurla birleşince anılar gözlerimi doldurdu. İçimizden tam iyi bir şeyler yeşeriyor derken dallarımız kırılıyor. Bu gün onlarca anı avucumun içine bıraktı acılarını, akıttı yağmura eşlik etti gözyaşlarını. Onları zihnimin derinliklerine göndermeye çalışırken arabanın camına tıklayan minik bir elle sarsıldım. İnsan tuhaf hissediyor ‘’ hayat devam ediyor’’ diye başlayan cümleleri duyunca. Ya da minicik elin sahibinin gözlerine bakınca utanıyor kendi gözyaşlarından.
Öyle bir zamandayız ki, başkalaşan kayalar gibi olduk. Ne taş, ne toprak, ne kaya, ne de insan. Umutlarımızı tehdit eden bunca uyarıcıya direnmek, onları taze tutmak için sadece işini iyi yapmak, ailenle, arkadaşlarınla zaman geçirmek, okumak, yazmak, hikâyelere kaçmak yetmiyor artık. Ayağına taş değse içimin yandığı çocukların, gençlerin öldüğünü görmek istemiyorum. Barışın renginin olmadığı bu topraklarda ay bile yüzyılda beş kez maviye çalıyor bütün grilere inat.
Yetişkinler bu günlerde masallarla, boyama kitaplarıyla ruhlarını dinginleştirmeyi, hayata direnmeyi seçiyorlar. Kendilerinin bile katlanamadığı bu dünya da çocukların yaşamasını umuyorlar. Oysaki bizler çocuklardan önce masallarını, hayallerini, boyama kitaplarını, hayatlarının rengini çaldık. Şimdi de hayatlarını çalıyoruz. Çocuklar bu renksiz hayatımızın renkleri, onlar hayatımızın hayal bükücüleri. Onlarla beraber kendi hayallerimizi de yok ediyoruz.
Soğuktan, açlıktan, hastalıktan ölen çocuk,
Annesinin kokusunu almak için annesinin cansız bedeninde kan soluyan çocuk,
Kısacık ömründe hayalleriyle birlikte minicik bedenine koskoca evrende yer bulamayıp kıyıya vuran bir çocuk,
Öz, üvey annesinin hayata karşı bütün hıncından payını vücudundaki morluklar ve ruhundaki yaralarla alan geleceğini yitirmiş kayıp çocuk,
İnsanın hep iyi olduğunu düşünen masum yüreğiyle kandırılan, tacize, tecavüze uğrayan, kaçırılan çocuk,
Eğitim hakkı elinden alınan, okul yerine gerdek odalarına gönderilen çocuk,
Evinde günlerce hapsedilen, başucunda her gün onlarca ölüm, suç gören dışarı özlemiyle kıvranırken başına ne geleceğini bilmeden korkan çocuk,
Şehit babasının ardından haykıran, çığlığını içine atıp sessizce bakan, olup biteni anlamaya çalışan çocuk,
Çocuklar sanki bu günlerde oyun oynamama kararı almışlar. Bütün oyunlar, oyuncaklar mahzun. Oyun oynarken mahsusçuktan ölürsün. Ama bu sefer başka! Hem bedensel olarak hem de ruhen bütün çocuklar ölüyor yavaş yavaş… Şehirler ölüyor… Başka hayatlara sözü olmalı umutların, onlarda ölüyor bizi terk ediyor… Hayatımızın hayal bükücüleri ölüyor…
YORUMLAR
sadece yazının başlığı bile özetlerken hayatı ben ne yazsam kafi gelir ki bu kadar yaşanan olaylara
neden bu kadar zulüm insanın insana bu kadar vahşeti katliamı neden çocukları gözü yaşı bırakmak
neden ve en çok içimi acıtan da insanların bu kadar sessiz kalması duyarsız olması neden
yüreğine sağlık
kalemin daimi olsun
yazıların insanların uyanmasına vesile olsun :)