- 1319 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
KOMŞU KIZI SÜHEYLA ABLA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
KOMŞU KIZI SÜHEYLA ABLA
Tek düz yeri futbol sahası olan , bir dağ yamacına kurulu küçücük , yemyeşil şirin bir ilimizdir Artvin , en doğuda ,en kuzeyde. Tam ortasından geçen, koca bir piton gibi kıvrılarak şehri tırmanan ana caddesi, şehri ikiye böler, kardeş payı. Yokuşu diktir ama insanları okumuş, kültürlü ve çok iyi dostturlar. Kışın kar lapa lapa yağıp, yollar kapanınca , komşuluklar da olmasa nasıl geçer zaman bilinmez. Belki de bu yüzden selam verir küçükler büyüklere, belki de bu yüzden gülümser kızlar yağız delikanlılara, belki de bunun içindir , kızlı erkekli oynanan Kafkas kokulu halk dansları, sıcacık ve içten.
Meydandan yukarı doğru çık, Liseyi geç, yol sağa kıvrılır Kolorta’ya doğru. Hastaneye kadar gitme, sola gir, sağdaki ikinci avlunun kapısı. Evet, o Ermeni evinin çift kanatlı kapısı, bizim kirada oturduğumuz evin beton zeminli avlusunun kilit nedir bilmez , eski bir oymalı ağaçtan yapılmış güzel kapısıydı. Solda yan yana duran iki küçük kapının birincisi ise ; iki odalı , salonsuz evimizin girişiydi . Tavanları yüksek ahşap ve beton karışımı evimizin , inadına basık ve karanlık iptidai bir de banyosu vardı. Küçük kazanını ısıtmaya, kütük kütük çam odunları yetmez , yetse de sıcak su o kadar az gelirdi ki, takviye sıcak su almazsanız yıkanmak mümkün olmazdı. Hele bir parmak kadar ince tahliye deliğinden pis suyu akıtmak da çok zor olurdu. Bir elinizde uzun bir tel öbüründe sabun .
Avlumuz yüksek bir duvarla çevrili olduğu için kimse göremezdi o sadece bize ait olan gizli dünyamızı. Bu şehre, babamın görev yaptığı Hopa’ da lise olmadığı için annemle birlikte gelmiştik. Bir yıl önce yatılı olarak gittiğim Rize Lisesi’ nde yedi dersten çakarak, doğrudan gümlemiş tim. Tabi hata sadece bana aitti. Sınıfta hiç yoktum ki.
Komşumuz Ticaret Lisesinde öğretmendi. Benden iki yaş büyük, liseyi yeni bitirmiş bir kızları ve benden iki yaş küçük bir de oğulları vardı. Çok iyi insanlardı. Aslında Yugoslavya dan göç etmiş oldukları için hepsi de sarışın ve beyazdılar. Onu görünce bütün ciddiyetimi toplar, kenara çekilir, saygıyla selam verirdim. Resul Hoca da, nezaketle selamımı alıp, hatır sormadan geçmezdi.
"Nasılsın bakalım evladım ? Derslerin iyi mi? Süheyla Ablan seni çalıştırsın . Matematik ve fizikten çözemediğin her şeyi sorabilirsin ona"
Sabah bir başka doğardı Çoruh Nehrinin üzerinden, ışınlarında uçuşan buhar dolu tayfları arasında utangaç ,görünüp kaçmak istercesine telaşlı güneş . Elinde süpürge ile ,su dolu kovasını çarparak merdivenin mermer basamaklarına o çıkardı avluyu yıkamaya , gönüllü hizmetliler gibi. Diz kapağının az üzerindeki eteği , öne eğildiğinde nefis beyaz bacaklarını cömertçe sunardı , perdenin arkasında eli kaçınılmaz sertlikleri bastıran bana . Avlunun dışında ki akasya ağacı , yapraklarını avluya savurmazsa üşenip , ben elimde uzun bir sopayla gece karanlığında silkeleyip düşürürdüm temizlenecek yaprakları . Benim onu seyrettiğimi bilirdi belki de .
"Tembel teneke, sana verdiğim ödevleri yarım yamalak yaparak beni kandırdığını mı sanıyorsun? Sus, bana "Abla" diyeceksin, "Abla " anladın mı? Ne yaptığını bilmiyorum sanki"
Ders çalışmak için genellikle onlara giderdim. Kardeşi sabahçı olduğu için , evde sadece o ve annesi olurdu. Kadıncağız , eliyle yaptığı kurabiyeleri , böreği, çayı masamıza bırakıp gider, biz bazen gülerek bazen de onun beni tatlı sert azarlamalarıyla ders çalışırdık.
“Matematikten sekiz aldım Süheyla abla”
“ Nasıl yani? Hangi soruyu yapamadın? Bileşik orantı da mı şaşırdın? Yaa ben sana elinle soldakileri kapat, basit orantı gibi çöz demedim mi? Neden şaşırıyorsun? Tabi neden olduğu malum, doğal sebepler”
“Ama abla en yüksek not, zaten sekiz sınıfta. Onu da ben aldım”
“Sekiz miş. Utan be , üstelik iki yıllık sın. Çek elini şu salak şeyinin üzerinden terbiyesiz”
Annem çok iyi bir aşçıydı. Evimizde pişen yemeklerden onlara çoğu kez tabak gönderilir, bir kaç gün sonra aynı tabak başka bir yemekle dolu olarak onlar tarafından bize iade edilirdi. Bazen de uzun karlı gecelerde radyoyu açıp, onları mısır patlatıp, kestane yemeye,çay içmeye çağırırdık. Annesi ile birlikte gelir, hizmeti serçe gibi sekerek kendisi yapar, evimize neşe katardı. Her şey bitip de sıra çay içmeye gelince sedire ayaklarını toplayıp oturduğunda , kalın siyah çoraplarının sardığı bacakları görünmesin diye usu len bir kontrol yaparken de “Önüne bak “ dercesine zümrüt gözleriyle beni ikaz etmekten geri kalmazdı.
Vay be, neymiş bu iki yaş küçük olmak. Ona gerçekten “Abla “sıfatını mı kazandırıyordu iki sene ? İyi ama kendisinden on yaş küçük erkeklerle çıkan sosyete kadınlarına ne demeliydi? Annem bile ,
“Süheyla ablana şunu götür, Süheyla ablanı ders çalışırken üzme, Süheyla ablan senden şikayetçi, ders dinlemiyor-muşsun “ demez mi?
Bir soğuk Pazar gününde annem banyo kazanını yakmış ve ben okula hafta başı tertemiz gitmek için yıkanmaya çalışıyorum. Komşumuzun kuzine sobasının üzerinde kaynayan büyük kova içindeki su ile takviye görmezsem , bizim kazanın suyu ile yetinmem imkansız. Annem kovayı almak için onlara gittiğinde , Süheyla Abla ben götürürüm diyerek annemin önüne bir fincan çay sürüp ,ağır kova ile banyo kapısına dayanıyor. O zamanlar banyo yaparken giydiğim , annemin diktiği ,iki yanında beyaz şeritleri olan bir şortum var . Alçak tahta bir taburede oturmuşum ,önümde duran kazandaki sıcak suya, hortumla çektiğim soğuk suyu karıştırarak , biraz da üşüyerek yıkanıyorum. İçerisi oldukça buhar kaplı ve sönük ışığı neredeyse etrafı net görmeme bile oldukça engel.
Kapı çalınıyor . Annemin suyu getirdiğini zannederek seviniyorum. Önümdeki kazanda su kalmamış gibi.
“Tamam anne bırak sen, ben alırım “ diyorum. Kısa bir sessizlik oluyor.
“Ben Süheyla ablan . İçeri giriyorum.”
Ben, dur girme falan desem de ağır kovayı sürükleyerek banyonun yıpranmış eşiğinden içeri sokuyor. Onu hiç beklemediğim için şaşırıyorum . Elimdeki koca Hacı Şakir sabunu düşerek ,yerde birikmiş delikten zorla akıtmaya çalıştığım sabunlu suların içinde kayboluyor.
“Aaa sen sırtını nasıl sabunluyor sun? Ver bakayım şu lifi . Sabun nerede? “
“Abla sen çık , ben sabunları m.”
“Çok konuşma , ben senin ablanım. Şu çoraplamı çıkartayım da ıslanmasınlar” İtirazlarıma hiç aldırmıyor. Sabunu el yordamı ile bulup ona uzatıyorum. Terliklerini de çıkartıp kapının dışına koyuyor. Beyaz, kısa kesilmiş düzgün tırnakları ile tabii Ürgüp şarabını yapmak için siyah öküzgözü üzümü çiğneyen köy güzelleri geçiyor aklımdan.
“Ahh yandım be abla , su çok sıcak.”
“Eh senin günahların bu su kadar sıcakla da çıkmaz ama cehenneme gidinceye kadar idare ediver . Senin ne işin var Kız Enstitüsünün resim sergisinde? Benim arkadaşımın kardeşi Nermin’e; ‘Resminiz de sizin kadar güzel’ demişsin. Sen kimsin be? Sen resimden anlar mısın da sergi sergi dolaşıyorsun?”
“Ahh yandım abla . yahu şu suyu soğut biraz.”
“Fizikten momentumu ezberledin mi? Bak banyodan sonra matematikten imtihan edeceğim seni. Hey beni duyuyor musun sen? Bu ne be terbiyesiz . O lanet uzantın şortundan dışarı çıkacak sanki.”
Kafama bakır tasın tersi ile vurup , birden buz gibi suyu döküp beni ve uzantımı şoka sokarak aceleyle dışarı çıkıyor. Ben gerçekten terbiyesiz miyim? Ama ablacığım sen gelmeden önce , ben seni zaten hayal etmeye başlamıştım. Ve sen o bembeyaz ayaklarınla içeri girince… Şimdi ne benim , ne de onun inan ki, hiç günahı yok. Onu yapma , bunu yapma diyorlar, cehennemde yanarsın falan . Zaten senin yüzünden yeryüzünde yanıyorum, bırak yanarsam yanayım be . Sana ne?
O zamanlar Akşam Gazetesinde Çetin Altan’ın ( Dönmeden önce) yazılarını mutlaka okur , sonra da bazı arkadaşlarla Amerika, emperyalizm , vatan , millet konularında tartışırdık. En iyi arkadaşım Engin Oğuz du. Öyle bir dostluktu ki; eksilmeden ,eskimeden hala o günlerdeki gibi sürüp gidiyor. Akşam okuldan döndüğümde ikinci sohbetimiz de onunla , Süheyla Abla ile olurdu. O konu hakkındaki fikirlerini söylerken , ders çalıştıran Süheyla Abla gibi sert ve taviz vermez hallerinden kurtulup , sevecen , şefkatli ve ikna edici ses tonuyla konuşurdu.
“Hiç utanmıyor musun, ben senden iki yaş daha büyüğüm ve insan abla dediğine kötü nazarlarla bakar mı? Eminim sen de üzülmüşsündür sonradan, o banyodaki haline. Bir de kavgaya karışmışsın sokak çocuğu gibi . gözünü de şişirmişler , oh olmuş. Yakışıyor mu sana ? ”
Yahu ne üzülmesi be . Beni kundak çocuğu gibi gördüğün için, asıl sen üzülmelisin . Üstelik ben sana kötü gözle falan da bakmıyorum ki. Gözün aydın, hayalimdeki okulu kazandım. Haziranda İstanbul’a gidiyorum . Bu okulu, senin beni çalıştırmaların sonucu kazandım. Teşekkür ederim . Artık her gün sabahtan akşama kadar süpür avlunu, istediğin kadar , poponu dönerek cama. Seni seyreden de , sana kötü gözle bakan da olmayacak nasılsa.
Çok hazin bir veda günüydü. Küçük bir kamyonete sığan eşyalarımız yüklenirken o yıl iftara geçmemin asıl sebebi , esas mimarı , biliyordum ki oydu. Ona teşekkür etmek için annemin Erzurum’dan aldığı dört yapraklı altın yoncayı boynuna takarken ,gözlerinden süzülen yaşlar nedendir bilmem güldürmüştü beni . Ona kötü gözle bakan birinden kurtuluyordu artık.
Bir yıl sonra onlar da Istanbul’a taşınıyorlardı . Süheyla Abla ‘ nın öğretmen okuluna girmiş olduğunu kardeşinden öğrenmiştim . Çok iyi bir öğretmen olduğuna eminim.
Aradan geçen zamana bak, tam 49 koca yorgun yıl. Şu Google denen mucizeden , kardeşini bulup onun hakkında epey şeyler öğrendim. İki kızı olmuş, bir öğretmenle evlenmiş, mutluymuş ama ne yazık ki hastaymış. Hastalığını söylememişti kardeşi .Sadece kötü bir hastalık diyebilmişti, hasta olmak ayıpmış ,günahmış gibi. Onunla telefonda konuşabilmek için epey uğraşmıştım. Sonunda o beni aradı . Hala abla gibi konuşuyor , evliliğimi,çocuklarımı, işimi, mutluluğumu falan soruyordu. Sesi biraz yorgun ve bu cenabet dünyaya veda etmeye hazırım der gibiydi.
Geçen hafta Şişli Cami-inin avlusunda bir kız vardı , uzun kumral saçları, nefis siyah çoraplı bacakları ile ortalarda dolaşan, minyon bakışlarında Trakya rüzgarları ile üzgün . Ona yaklaşıp tuttum elini , şaşırdı ,ya da bir akraba zannetti beni. Sıcacık gülümsemesinde Süheyla Abla vardı. Uzun düz taranmış saçlarında,sıcacık ellerinde, gözlerinin derin yeşilliklerinde Süheyla Abla. Dayısı ile göz göze gelip de anlayınca dost olduğumu daha bir sıcak baktı yüzüme. O , sobada pişerken tel kafesten sıçrayıp sedirin altına kaçan, patlamış mısır tanesini bulduğunda sevinip , eliyle kaldırarak gülümseyen Süheyla Abla gibi gülümsedi, durumun acı vahameti ile karışık.
“Ben onun torunuyum , Annem de işte orada oturuyor “
Hayır annesi ona benzemiyor . Üstelik benzese bile kırk –kırk beş yaşlarına gelmiş olmalı. Ama bu küçük kız , on sekiz yaşlarında ve tıpkı Artvin ‘de onu tanıdığım yaşlarda.
Hatun kişi niyetine kılınan cenaze namazında saf tutup , en içten ve en yürekten “Helal olsun “ diyen bendim belkide.
Eşinle tanıştım Süheyla Abla. Kardeşin söyledi ; senden iki yaş küçükmüş , hınzır seni. Ona da “Abla “ dedirttin mi yoksa ?
Sana Allah’tan rahmet diliyorum . Ama olmadı bak , şimdiden söylüyorum öbür tarafta sakın benden “Abla" falan dememi isteme karşılaştığımızda. Hele ,kötü niyetten falan da bahsetme sakın .
Şu sana çok benzeyen torununun resmini çektim çaktırmadan. Kolay olmuyor yaşananı atabilmek hafızadan.
Güle güle , ışıklar dolsun mekanına , herşey için çok teşekkürler Süheyla.
E. Yaşar Ovalı 27 .10 .2015
YORUMLAR
sen ne güzel komşumuzdun fahriye abla..çağrıştırdı bana.
hayatı yaşayarak öğrenmek en büyük tecrübe olsa gerek ve yaşarken öğrenmek bir nebzede olsa ışık ola bilmektir aydınlık ve huzurlu geleceğe ışık yol gösterici olmak demektir.hem keyiflendim hem aydınlandım okurken..
yaşar gibi oldum.
eyvallah ..
sevgiler...
beren yılmaz tarafından 10/29/2015 2:03:19 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Erkek hayatında Ablalar oluyor ne yazık ki. Hayatı öğrenmek zor zanaat
dostum .
Keşke her yaşantı insana ışık olabilse.
Yorumunuz için teşekkür eder saygılar sunarırım
kukurikuu
kimine göre doğru yola, kimine göre yanlış yere dönmüş de sayılsa, rahmetlinin arkasından yine de onu anmak lazım. Bir 'Çetin Altan' geçti bu ülkeden evet.
Yazının eskiye ait mekan ve pastoral yanı insanda sıcak hisler uyandırıyor. eskiyi tekrar düşünesi geliyor.
kukurikuu
Sayfamda olmanız şeref verdi.
Ne ders alınası bir dünya. İnsanın eline bir yaşam proğramı verseler ve geleceği bilerek yaşasak.. Belki de kaçmak isterdik bu dünyadan.
Çetin Altan hangisiydi gerçek olan. Özal'dan önceki mi yoksa sonraki mi? Yine de benim için önceki kaldı aklımda.
Güzel yorumunuz için teşekkür eder saygılar sunarım.
kukurikuu
Hayat zaten ağlamak ve gülmekten ibaret değil mi?
Güzel yorumunuz için teşekkür eder saygılarımı sunarım
büyüklerde hep gençlere karşı şu yanılgı oluşur: onun aklı ermez, ya da öyle hissetmez, hissetmemeli. oysa bir ortaokul öğrencisi duygusal olarak bir yetişkinden farklı değildir. öykünüz bir öyküde olması gereken bütün özellikleri barındırıyor, çok güzeldi. tebrik ederim.
kukurikuu
Öykünün özü olan duygusal yetişkinlik konusunu çok güzel özetlemişsiniz.
Teşekkür eder saygılarımı sunarım
Bazen isteklerimiz olmadığı düşlerin ancak düşlerde kaldığı bir dünya,tebrik ederim saygılarımla.
kukurikuu
Ne güzel bir cümle kurmuşsunuz.
"İsteklerimizin olmadığı düşlerin ancak düşlerde kaldığı bir dünya"
Ben de sizi tebrik ederim . Teşekkürler.
Geçtiğimiz temmuz ayında ilk kez gittim ve hayran oldum Artvin'e. Bu resim de sanırım kalesinden çekilmiş bir kare.
Ahmet Muhip Dıranas'ın Fahriye Abla'sını hatırlattı öykünüz. Üzerinden kaç yıl geçerse geçsin insanın unutamadığı hatıraları ve o hatıraların kahramanları silinmiyor hafızadan.
Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun Süheyla Abla'nın...
Sürükleyici ve diyaloglarla zenginleştirilmiş
insanı sıkmayan aksine konunun içine içine çeken nefis bir anlatımınız var...
Okumak keyifliydi
Tebrik ediyorum saygılar...
kukurikuu
Artvin küçük ama çok şirin bir ilimizdir. Hele insanları çok cana yakın ve çok kültürlü insanlardır.
Öyküm gerçekten Fahriye Abla'ya benzedi ama ondan farkı yaşanmış olması.
Yorumunuz için teşekkür eder saygılar sunarım.
kukurikuu
Eski ile avunarak gidiyoruz işte. İyi ki yaşamışız .
Sağlık durumunun iyi olduğunu umuyorum.
Yorumuna teşekkür eder saygılar sunarım.
Yalan dünya...
Hatıralar kederlerle noktalanıyor...
Yeni hikayelerin kahramanları ile tanışırken...
Ve bilgelik dile geliyor...
Kendini yenileyen hayatı gören...
İnsana insan kalmanın duygusunu yansıtan...
Kutlarım üstadım...
Saygılarımla.
kukurikuu
Gerçekten yalan dünya ,
iyi ki hatıralar ve onu saklayabilen hafızamız var.
Yorumunuz için teşekkür eder saygılar sunarım.