- 541 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ramazan – Savm- Oruç- Sıyam…
Her şeyin varoluş gayesi mahiyeti gereği tanınmak, bilinmek ve anlaşılmaktır.
Sadece insan en önce kendini bilmekle yükümlüdür. Diğer bütün varlık insan için yaratılmış hizmet makamıdır, cennette buna dâhildir.
Anlaşılmayan şey kendince görevini yapmış olsa da maksadına ulaşmamış olması dolayısı ile muhatap için atık hükmündedir. Anlamak sevmekle başlar. Hayat ciddi bir emekle anlaşılır, içinde ki şeylerin değeri ise tanındığı kadardır. İnsan aktif olan ruh, akıl, kalp ile bütün varlığı kucaklandığı ölçüde kalite katar yaşama.
Ön bakış ile kabul ve ret varlığın her alanına zulümdür... Bilinmeyen şey gizemi itibarı ile tedirginlik getirir. Bilindiğinde güçlükler kolaylaşır. Cevaplar da soru ile yan yanadır çünkü. Şeylerdeki isimler ancak manasını ifade ettiğinde varlığının gereğini yapmış olur. Benimseme ve reddetme hakkı her zaman iradenin insiyatifindedir. Oda ancak önyargısız anlayıştan sonra seçim yaparsa hakka riayet etmiş olur.
İnsan dışındaki tüm varlık kendi kendisi için anlamsızdır. İnsan tarafından kullanılmak, anlaşılmak, yaşanarak anlamlandırılmak için yaratılmıştır. Bunu fark etmek ise şükrün tam ifadesidir. Çünkü eşya insanla değer alır ve insanla Hayatlanır…
***
Aslında her şey ilk ve son kez yaratılır. İlk kez yaşanır ve ilk kez o son olur. Özgürlüğün meşalesini bir kez üfleyen nefes, gitmekle kalmayı eşitlediği kadar kederden azat olur.
Mesela bu Ramazan-ı şerif bu anlamda gündeme alınırsa, sadece bakmayıp görmekte kararlı olunursa, anlatmak istediği içselleştirildiğinde geçmişe özlemde kısmen kalkar. Bir şey zamanında ifadelenirse anlamlı olur. Bütün pişmanlıklar iyi ya da kötü her şeyin geride kalmasıyla tekrarının telafisi mümkün olmadığından kaynaklanır. Anın hengâmesinde bloke olan akla doğru cevaplar hep kaybedişten sonra gelir.
Çünkü gerçek pişmanlıkları ancak en özverili telafiler siler.
“Hayat zor pelesenkine karşı din daha kuvvetli…”
***
Bir kez olsun “an”da iken olaya en isabetli yaklaşımla yanıt bulmak, insan ömründe zafer olarak anılmaya layık olur.
Hep oruç deyip geçtik ama,
Çocuk hafızalarından kalma yetişkin belleğinde de gününe taşınan her öğreti gibi bu öğreti de; yememek, içmemek, belirli vakte kadar bedensel hazlardan uzak durmakla orucun aslında Savm boyutunun duyguları dengeye getirmek (aşırılık ve pasifliği hizaya çekmek),
Sıyam bakışında ruhun önceliklerini gündeme getirmek olduğu hiç söylenmedi. Aslında Ramazan’ın insanı insan yapan Ruhuna, senede bir ay kulak vermesi, insanı özüne davet etmek olduğunu bilirse, susama arzusunun ne kadar basitleştiği, indirgenmiş konuların asıl meseleleri nasıl örttüğünü anlamak en asıl kaygı olurdu herhalde…
***
Şimdi dış dünya hengâmesinden sıyrılıp, sonsuz hayatın provası misalince beden evinin odalarında yeniden kendini deneyimleme, güçlü ve zayıf yönlerini belirleme, geçmiş ve geleceği şimdiyle bağ kurdurma zamanı…
Senede bir defa gelen Ramazan-ı Şerif insanın atıl bırakılmış fakat insanın kendisini bedenden ibaret bilme yanılgısını anlamakla kazanç algısının kayıp, kayıp algısının kazanç olduğunu bilmesi yakındır.
Sonsuza sadece ruh taşınacak. Gerisi dünyada kalacak toprak olacak et ve kemikten ibaret (şimdilik) bir serap…
Bedenin cevheri olan, vücudunu canlı kılan Ruh’u özgürleştirmek için, Merhamet-i ilâhiye gereği Din bir zarurettir.
Ruh sadece manâ ile beslendiği ve sadece ruhun istediği Kurân-î esaslar ile aslına rücu ettirmek için, ruha hizmet gereği bedeninde en zaruri ihtiyacı ibadet eylemidir. Ruhu diri olmayan beden nefes alsa da cesettir.
İslam’ı dayatma kabul eden düşüncelere rağmen farzların işlemesi insan için elzemdir. İnsanın zaman zaman gücünü aşan durumlarla karşılaşması mümkündür. Sosyal olaylardan, aileden, ikili ilişkilerden, işten ve vesaire şeylerden ruhta birebir etkilenir. Dolaylı olarakta bu bedende hastalık olarak ifâdelenme şeklidir. Ne kadar dikkat etse de bu sebeplere bağlı olarak ruh dengesi sarsılır, olaylara doğru cevap verme yetisi kaybolur. Bu durumlarda da takviye destek olarak manevi güç görev alır. İnsan yaratıcısı tarafından hem fiziksel hem de ruhsal olarak asla desteksiz bırakılmaz.
***
Ramazan İslami emirlerin beş şartının en son halkasıdır. İlki olan şehadetle insanlığa niyet ile başladığı yolcuğunu, bedensel, ruhsal olarak önce kendisini kendisiyle uyuma getirerek sonrada kendisini toplumla entegre ederek, inancını hazmeder, eylemsel olarakta varlığını tescilleyerek halifeliğini bütün aleme ilân eder.
İman itikattır yani inanmak yeterlidir iman için. Fakat İslam inanılmakla yetinmez, eylemde de görmek ister. Bizatihi eylem istediği için oruca inancını sorgulamaz tutulup tutulmadığını sorgular tüm diğer diğer farzlar gibi.
Anlayan anladığı ölçüde anlamlanır…
Kamerî aylardan dokuzuncusunun ismi olmakla beraber Arapçada yaz sonunda yağıp yeryüzünü tozdan kirden temizleyen yağmur manasına geldiği gibi, bir diğer izaha göre de; güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması anlamında kapsamlı mana bulan kelimedir ramazan. (alıntı)
İki vakit arası açlık, susuzluk ve bedensel hazlardan uzak durmak oruç diye sınırlansa da, ehemmiyetini fark eden biri için savm ve sıyam ile kazancı çoğaltmak yine akleden insana yüklenen bir başka emirdir.
Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine (kainatı idare edişi Rububiyet, Cenab-ı Hakkın bütün zaman ve mekanlarda her türlü varlığa muhtaç olduğu şeyleri vermesi, tedbir, terbiye, malikiyet ve besleyicilik keyfiyeti olarak tanımlanmaktadır), insanın hem sosyal hem de bireysel hayatını düzenlemede, insana rağmen insanda bulunan başlı başına varlık olan nefsi terbiye etmekte yardımcı kuvvet, hem de sebeplere bağlı olsa da nimetin sadece yaratıcının yetkisinde olduğunu fark ile fark ettirme çizgisinde tamamen fıtrat bilincine dönme, özüyle muhasebe yapma ayıdır Ramazan.
Varlığın nirengi olan fıtratın arzuladığı, kendi doğasında var olan kullanılmasıyla ihtiyacı karşılayan bilgi ve eylemlerin bütünlüğüdür din. İslam’ın şiarı olan Ramazan-ı Şerif kendisinde barındırdığı üç ayrı ifâdenin tümünü sadece oruç ile sınırlamak savm ve sıyamın manalarına haksızlık olur.
Bir şeyin sureti farklı ise sireti de farklıdır.
Çünkü oruç bedenin, Savm duyguların, Sıyam ruhun tuttuğu sukuttur.
Sıyam ile melekler gibi somuttan çekilip ruha zamansızlık ve mekânsızlığını yaşatmak,
Savm ile hisleri eyleme dönüştüren duyularla, göze, kulağa, ele, ayağa, dile vesaireyi ölçülendirmek ve sanılardan kurtarıp aslında neye ihtiyacı olduğunu bildirmek,
Oruç ile de bedeni kontrol eden dış etkenleri tasfiye edip, batın yanı olan ruhun önceliklerini öne çıkararak, zahiren ise sıhhat vermektir. Der isek ifade kısmen de olsa yerini bulmuş olur.
Emir ve yasakların tümü bu dünyaya ait şeyler değil gibi gözükür ve kısmende doğrudur. Çünkü olay bütünde anlamlı olur. Parça halindeyken gereksiz algısına rağmen hepsi de sonsuzluk yaşamının ihtiyaçlarını gösterir. Çalışmak, yemek, içmek, maddesel dünyanın ihtiyaçları iken ruhun ihtiyaçlarını bu dünyanın karşılaması mümkün değildir. O beden kafesinden özgürleştiğinde zaten her yer ve her bir şey onun emrindedir. Belli mühlette de olsa şimdilik onu aslına rücu ettirmek, nefes aldırmak yani.
Zaten zamana direnemeyen her “şey” yaşama uğrayıp görevini tamamlamakla yükümlü. Alınıp alınamadığından o sorumlu değildir. Kader, nasip, kısmetlerle muhataplarına isabet eder ve mutlaka biter ve gider...
***
Herkes en az kendisi hakkında soru sorulduğunda bilinçsiz bir “hiç” demeyecek kadar fikir sahibi olmalıdır.
Zehra Asuman- Makale
24.06.2015