- 1810 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Eğer sensen gözlerine gülümsediğimsen…
Ruhumdaki hüsranlardı bedenimi yaşam boyu sarsan…
Kaç yılın, kaç sevgi dönüşümünün bedeli ruhumdaki boşanmışlıklarla ortaya çıkıyordu ve ben kaç kez boşalmış ruhlarla sere serpe darmadağın düşüyordum diz üstü yere…
Ve ben bu düşüşlerdeki sersemleşmiş baş ağrılarımın bedelini kime ödetebilecektim?
Zavallılaşmış bir sevginin yaşamımdaki boşluklarımda dolaşmamın bedeli sen sevgili, sensin demekle ruhum sükûna mı düşüyordu?
Her şeyin içindeki çaresizliğimin ardına düşen kurtuluşa adım atmalarım tüm imkânsızlıklara rağmen mümkün müydü ve bunların içine saklanıp, patlayarak ortaya çıkan öfkelerimi zapt etmek elimde miydi ki tüm öfke dağınıklıklarım hayatımı darma dağın etmiyor muydu ve ben bu öfke vurgunları ile baş etmeye çalıştıkça, çoğu kez karanlıklara gömülmüyor muydum?
Bu karanlıklardaki karartılar değil miydi hayatımın tüm çıkmazlarına dalışıma sebep olan?
Yağmurlar yağıyor sevgili yağmurlar kara bulutlarla çöküyor şehrime ve sen ıslanıyorsan eğer benim içim acır düşünmekten bile…
Korkardın sen yağmurdan soğukta, üşürdün sen kasvetli havanın kasveti ile, ruhun dara düşer beni arardın “korktum” diyerek, yabancısı olurdun sanki hayatının ve ben hep sana koşardım sen ıslanırken içim acırdı, çaresizliklere ver yansın ederdim yaşamın bu kesitinden de ben korkardım sevgili, korkardım ben senin ıslanmalarından…
İki şehir var beynimin kuytularında bir birine zıt uzaklıkta, biri bana uzak, diğeri sana uzak, tüm uzakların ardında kalan yakınlarda yaşıyoruz, sen ve ben…
Benim gözlerim uzaklardaki şehre hep ıslak bakar, hep hüzünlü bakar, yaşadığım şehir ise gözyaşlarımı siler sanki, her nefes alışımda…
Merak ettiğim şey ise, sen de eskilerde bu şehirde ağladığın gibi, o şehirde de birbirimiz için, benim gibi olsun ağlıyor musun, senin de gözlerinin ıslaklığını o şehir siliyor, O şehir senin yüzüne gecenin koyusunda salıyor mu serinleten rüzgârlarını…
Ve o şehir sana da benim ki gibi dar geliyor mu ve sen de O şehirde hıçkıra hıçkıra çoğu zaman ağlıyor musun?
Eğer bunları yapabiliyorsan ki biz yine ikimiz, aynı şehirde yaşıyor gibi hisleri taşıyoruz…
Usulca ve de ustaca yaklaş bana sevgili, en azından düşüncemde yakın ol bana, akar bir ömür, akar zamanın içindeyiz, sevgili, bir gülüş sarkıt içinden geldiği gibi bana gönderirken rüzgârın ağırını seç ve artık özlediğim yılın ki gibi olsun bakışların…
Şimdi bakıyorum da ben nerede ve ne yapıyorum, geçmişin tüm ağırlıkları omuzlarımda, yüreğimde acıma duygularının ardına sığınmış öfkelerim, yalnızlaşmış yaşamımın çaresizlikleri ile köşelere doluşmuş ruhumla bocalayan ruhuma dağılmış yaşamın etkisi ile başı dolaşmış bir nefes alma yaşantısı ile baş etmeye çalışıyorum, tüm alışkanlıklarımı puslandırarak…
Yüreğime doluşan acılarla baş etmeye çalışırken, umutsuzluk düşünceleri ile nefes alışlarımı zorlaştırıyorum şüphesiz ve ben yaşama umutlanarak var olmaya çalışırken sevgili, sen her umudumun dışında ama unutulamayan anılarla beynimin kuytularındaki tüm huzursuzluklarınla yıllardır baş etmeye çalışıyordum…
Yapamadığımız tek şey vardı galiba, “arkamızda bıraktıklarımızı tek kalemle silemiyorduk ve daima gölgesine yapışık kalarak yaşıyorduk, omuzlarımızda taşıdığımız ağır yük düşüncesi şüphesiz buydu…”
Gecenin uzağı ve de yolun uzunu, bu…
Kim bilir kaçıncı defa gittim bu yoldan uzaklara veya kim bilir kaçıncı defa aynı yoldan döndüm hiç gözlerim kararmadan, hiç gözlerim kapanmadan, ben bu yolu seviyorum, çünkü bu yolu hep seninle arşınladım sevgili, seninle güldüm bu yolda, seninle ağladım bu yolculukların çoğunda, çoğu zaman ben seni güldürdüm bu yol boyunca, çoğu zaman sen ağladın ben ağlamaktan beter oldum bu yolculuklar boyunca ama ekmeği hiç özlemedik, hele suyu hiç aranır olmadık, içtiğimiz içeceklerle hep eğlendik…
Ama dönüşler hep acı saçtı, dönüşler hep aynı yola serildi. Biz aynı yoldan geri dönerken hep ağladık, çünkü yol sonu bizi hep ayrılığa götürdü, ayrı ayrı sokaklarda sabahladık sonuçta, ayrı ayrı camlara baktı gözlerimiz ayrı ayrı anahtarlarla kapılarımızı açtık ki sonunda gözlerimiz uykuya kapanırken hep ıslaktı, düşüncelerimiz hep aynıydı, ayrı ayrı yorganı örtünürken, ayrı ayrı bardaklardan su içerken hep aynı duayı ettik, hep şükrettik bir gün sonrası için aynı duayı ettik…
Amacımız hep el tutuşmaktı ki geceler hep ayrı rüyaları görmelerimizle geçti ama biz sevmeyi çok sevmiştik, biz sevgi için çok gözyaşı döktük bilirsin sevgili ama en çok ağlayan sendin bende bunu bilirdim sevgili, şimdilerde gözlerimiz çok daha ıslak kapanıyor ama yüreğimizi o sevgi ile kapatıyoruz gözlerimizle derken bile gözyaşları önümüze düşmüş.
Çok mu zor bir iş bu ki üzüntümüz bu olsun, biz birbirimize koştuktan sonra da dönüşümüzde hep ıslak olurdu gözlerimiz…
Biz şarkıları birbirimize hediye ederken, ikimizde bilirdik hangi şarkıda dinlemede birleştiğimizi, aslında o şarkı idi sevdim kelimesini bu günlere taşıyan...
Eğer sensen, gözlerine gülümsediğimsen, bu güne kadar tüm düşüncelerimde varsan, bu gün olduğu gibi yarın da sana gülümseyeceğim özlenen...
Bitmeyesiye bir düştü zaten, O, orada bir yerdeydi, ona sadece sözleri yetişiyordu, yılları ardına sakladığı gibi gelecek yıllara da özlemle bakacaktı ve hatta gözlerini hiç kapatmayacaktı, çünkü özlenendi beyin diplerinde duraksamandan dolaşan bir heyecandı o...
Sonra susarlardı…
Adımızla yazılamayan bir yaşam ezgisidir bu, nerede isen orada gölgene yapışır terin, nerede isen orada çalar bir ney, aslında tükenmez ezgiler arasına düşmüş bir tınıdır o ve belkisiz bir yaşamın yorgun nefesidir O, geride sadece acılar ve telâşlar saklanmış geleceğe dönük kırık nefeslerle uzayacak bir varlıktı, bir candı her daim yanan, gün gelir umut sarar bedenini, gün gelir kesik gülmeler sarılır bedenine, ki bir gün gelir ona, “aklım sendeydi” dense, tüm yaşamında “Sevdice Çiçeği” açar baktığı tüm ovalarda…
Suskunlar…
Sen susardın ben durmayasıya, duramayasıya konuşurdum, başını aracın camına dayardın ve yine, yine susardın, oysa ben hep düşünür sonra yine duramayasıya konuşurdum.
Sonra yollar vardı önümüzde, karanlıktı gece, sessizlikteydi ortalık, yolu aydınlatırdı aracın ışıkları ve sen yine susardın, sadece düşünürdün bakardım yüzüne, gözlerinden yaş süzülürdü, karanlıktı aracın dışı, karanlıktı içimiz düşüncelerimiz, sadece geçmişten gelirdi sesler, sadece geçmişe ağlardık gelecekten endişeli.
Sonra içimizden gelen bir siyah sızı dökülürdü gözlerimizden, yine sessizdin sen, bense hâlâ konuşmaya çalışırdım ki sen yere, ayakuçlarına bakardın, sessizdin, belki de yalnızlığa gömülmüş gibi düşünürdün kendini, ben yine sana bir şeyler söylerdim. Sense sadece başını eğerek göz kapaklarını kapatıp açardın, sonra, sonrasında da sen konuşmak istercesine bakardın gözlerime, işte o andan sonra ben suskunlaşır, senin için ağlamak isterdim.
Ağlamakla düşünmek arasındaki bir zamanı yaşardım ki işte o andı tüm çaresizliklerimin başlaması ve ben artık kendime ve sana yakıştırıyordum suskunlaşmaları…
Çene kemiklerimize yapışırdı dudaklarımız, boğazımız kururdu, gözlerimiz kapanma çabasında iken, nefeslerimiz hırıltılı olurdu ve biz suskunluğun artık esiri olmuştuk…
Sen susardın, sustukça ben sana bakardım, sadece içimden ürperti patlardı, bu kez ben susardım...
Ah dalgalar, baktıkça içimde fırtınası oluşur sanki sevdanın son mevsiminden…
Ah be sevdiceğim, gitmeyecektin bensiz, o çileyi çekmeye, sokmayacaktın başını darlatmaya...
Vazgeçilmezim dediğimdin sen benim, vazgeçilmezimdim ben senin, zorladık durduk kendimizi tercih köprüsünden geçerken, sen hayatını zora sokarak, bu günlere geldin, bense, seninle zora soktum kendimi, şimdilerde pişmanlıkların kefaleti ödenirken, içimde sadece vaz geçemediğim acıların darbeleri var ki, bedelini ödeyecek hiçbir çarem yok…
Sensizlik yaşamımın mecburiyetiydi artık ve bu sebepledir ki, seni sevmemem kaderim değildi...
Günahlarımız vardı, belki de bilmediğimiz bir şeylerden dolayı günahkârdık, acılanırdı içimiz, acılanırdık kendi kendimizle, çaresizdik, çaresizleşirdik adım attıkça, kendi kendimizden kızar bakardım gözlerine, bir sen duygusu sarılırdı bedenlerimize, sonra da ben düşünceleri…
Teşellisiz bir yoldu bu suskunlaştıkça sustuğumuz, sadece yarın korkusu vardı, sadece kopuşma korkumuz vardı, sen bana acır, ben sana, kendimizden başka kimsemiz yoktu, sadece kendi kendimizle acılanırken, sen gözlerime bakmaya korkar, ben sesinin susacağından üşürdüm, için için yanarken, bir yerlerimden kızıl ateş sıcaklığı doluşurdu ruhumuzu yakan, gene de susuşlarımız gitmelerin korkusunu yaşatırdı…
Ben sana yanarken için için, sen buz kesiyordun bakışlarınla, titremelerinle, yarınlar vardı bu suskunluğumuzun arkasından gelecek, işte onlar çarpardı düşünce duvarlarımıza.
Ben sana ağlarken, sen bana suskunlaşırdın ve ben sen için gülüşlerimi yok ederken, sen acıları benliğime serpiştirerek ruhuma, ben yarınların huzur özlemlerini arar olmuştum bu susuşlarda...
Şafağı vurdular
Şafakta vurdular beni
Havayı fişekler patlayarak
Işıldıyordu gökyüzü
Işığı son görüşümdü
Seni en son hatırlayışımdı
Arkada bıraktığım yılları
Unutma zamanıydı
İhaneti
İhmali
Kayrılma arkasında kalışlar
Haline terkleri
Ve
Sevgiyi son hatırlayışımdı…
Sana teslim olmuşken
Nedendi bunlar sevgili nedendi
Nedendi bu ihanet
Nedendi bu terk ediliş
Nedendi bu apansız vuruluş
Nedendi bu misket savaşı
Nedendi bu ölememek?
Bir an ki
Öyle bir an olmalı
Durmalı tüm akıl oyunları
Durmalı
Karanlıktaki bekleyişler
Şafağa adım atmak isteyişler
Dünleri unutup
Yarınları bekleyişler
Sadece
Çığlık sesleri kaybolmalı
Beynimde
Unutuluşa giden bir düş
Bir düşünce oluşmalı
Artık
Ruhum özgür olmalı…
Öyle bir yer işte, tam da tüm kanımın gelip geçtiği yer, öfkelerimi, hüzünlerimi, sevinçlerimle mutluluklarımın toplandığı yer, her an beni dik tutan, hüzünlerde düşmemi engelleyen, gülmelerimle heyecanlarımın aynı anda geçiştirildiği bir yer işte tam orasında, içimde kısılmış kalmış, kendi kendine genişleyen bir yer, işte tam da orada gizemli duruşunla, ilettiğin özlemlerle, tam da oradasın her an desem, biliyorum, gene şüphe duyacaksın bu söylediklerimden ama, hep sorardın ya "beni seviyor musun" diye, işte şimdi ister inan, ister boş ver ama sorduğuna bu sefer de sadece "evet" diyeceğim, tarif ettiğim gibi bendeki o yerdesin...
Bir gün sonu yine, geride kalmış saatlerden söz edeyim dedim, arkadan gelecek günlerin sonu da geçip gidecek, farkındasızlıkla günlerin üstünü çizikleyeceğiz bu düşüncelerle, sonra aylar tek tek dönüşecek yeni ay isimlerine ve yıllar düşecek takvim yapraklarından, birer ikişer demeden yükselecek yılların rakamları…
Şöyle bir derince nefes alıp verecek insanlardan biri de ben olacağım şüphesiz, ardıma da bakacağım telaş etmeden, sonra koyu bir of çekilecek, koskoca zamanın içinde olan yılların ardına, kaç kez yapraklar sararıp düştü toprağa ki toprak olmak için, kaç can arkadaş dediğimiz toprak oldu gitti, kaç sevdanın günlerinde eriyip gitti düşüncelerimiz ve kaç sayfa yazdıklarımızın renkleri uçtu gitti, pişmanlıkların çoğunun üstünü çizdik geçtik bir arkadaşımızın gidişinden sonra.
Elveda denmemiş sevginin arkasından bakarken, döktüğümüz terlerin soğukluğunu bedenimizde hissederken kaç kez acıttık canımızı sevmiştim ben de derken.
Unuttuğumuz mutlulukları hatırladıkça kaç kez çöktük diz üstü yere, sonra kaç hayatı suçladık kendi haklılığımızı savunurken, vagonlarca yük boşalırken bedenimizden, “canım yandı” demeden akıttığımız göz yaşlarımızı dökerken, kaç baharın ayları kışa dönüştü demeye kalmadan kendimizi aniden buluruz kışın ortasında ve bir umut sarkar kalır zihnimizden , “ah bir yaz gelse.” Şöyle bir düşse bedenimiz kumlara ve dalsak düşüncelere kış uykusundan uyanırcasına “ah içim yangınlarda” derken düşlesek sevdiğimizin yüzünü avuçlarımızdaymış gibi, ah dalgalar baktıkça içimde fırtınası oluşur sanki sevdanın son mevsiminden…
Vagonlarca yük boşaltırken bedenimizden, “canım yandı” demeden akıttığımız gözyaşlarını dökerken, kaç baharın ayları kışa dönüştü, demeye kalmadan kendimizi aniden buluruz kışın ortasında ve bir umut sarkar kalır zihnimizden” ah bir yaz gelse” şöyle bir düşse bedenimiz kumlara ve dalsak düşüncelere , kış uykusundan uyanırcasına, “ah içim yangınlarda” derken, düşlesek sevgimizin yüzünü avuçlarımızdaymış gibi, ah dalgalar baktıkça içimde fırtınası oluşur sanki sevdanın mevsiminden…
Aslında tüm yazdıklarım benim istediğim yaşantımın hikâyesi değildir, ama hikâyemin de yaşantısında geçmedi ömrüm, sadece, her insan gibi benim de nefes almalarımla geçmiş zamanın anlarında var olma savaşımın kelimelerle tarifidir...
Geriye kalan sadece bir anı demeti içinde yüksek sesli ezgi ile, buruk bir hikâye, unutulmaz anıların içindeki acı gölgeleri, yalnızlığa ait bir kaç zaman dilimine sığan koskoca bir yaşam öyküsü ile, birbiri ardına devrilen yıllar ve sadece adları değişen aylar, bir önceki bir sonrakine daha ılıman geçen düşünce selleri, kaybolan zamanların arkasında kalan pişmanlıklar, “unutulamazsın” dediğimizce, unutulmaya çukur açan düşüncelerin sıkıntı rüzgârları ile yaşamın içinde gölge etmişlerin sadece yüz hatlarına yapışan kısa hayat öyküleri ve yaşama dahil olmuş ezgilerin buruk ses tınıları ile avuntuya bulaşmış bir yaşam yıldönümleri, işte bu galiba bundan sonraki yaşam portresinin ceviz kaplı çerçevesi ile avunma zamanları...
Geçip gidendir aslında ömür sessizce, hem de hiç farkında olmaksızın…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.