- 1049 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
MASALSI NİNEM
"Fesleğenci kız, fesleğenci kız! Fesleğenin yaprağı kaç?" "Sen okumuş yazmışsın beyim, gökte yıldız kaç? "
En sevdiğim masallarından biriydi ananemin. Ve en sevdiğim insanlardan biriydi anneannem. Benim "Balım", Arkadaşlarımın "Masalcı Teyze"si, komşularının "Kemal Tete"siydi.
Anneannem çok özel bir kadındı. Kitaplara konu olacak epeyce çileli bir hayatı olmuş. Ve o hayat içinde takdir edilesi bir duruşu... O, uzun siyah saçlı, kemikli yüzü ve güldüğünde yaşlı yüzünde oluşan gamzeleriyle görünüşü silik, aklı ve sözleri pırıl pırıl bir kadındı. Girit göçmeniydi anneannem. Mübadele ile Girit’ten Bursa’ya yerleştirilmiş bir ailenin kızıydı. Savaş, acımasız insanlara dönüştürmüştü yan komşularını bile. Birer ikişer öldürülürken eşleri dostları, Mustafa Kemal Atatürk kurtarmıştı onları. Bu yüzden anneannemin adı Kemal’di. Adı yüzünden iki çocuğunun ardından askere bile çağrılmıştı. Ama çok severdi adını. Ben de... O benim idolümdü...
Yaşlanınca onun gibi bir yaşlı olmayı diledim hep. Anneannem, çizgi filmlerdeki gibi tombul, kocaman yanaklı, burnunun üstünde gözlük taşıyan bir kadın değildi. Aksine kalp yetmezliği ve müzmün astım yüzünden neredeyse bir deri bir kemik geçirdi ömrünün uzunca bir bölümünü. Tanıdığım diğer büyükannelere tek benzerliği elinden düşürmediği örgüsüydü. Öldüğünde bile torunlarına gizliden örmeye çalıştığı kazak çıkmıştı yastığının altından. İnsanlar yaşlandıkça çocuklaşırmış derler ya; çok doğru. Ama bir farkla... Anneannem bir çocuk gibi düşünebilen bunca yaş farkına rağmen empati kurabilen bir kadındı. Günümüzün moda terimi "ergenlik" savaşlarımın siper kazıcısıydı. Annemle tartıştığımızda, babamla ters düştüğümde nasıl beceriyorsa benim aklımdan geçenleri kısa cümlelere döker, aslında ne istediğimi şıp diye anlatırdı. Hayat kitabı okumak gibiydi onunla konuşmak. Domates çorbası yapmayı, tığ kullanmayı, Ayet_el kürsü’yü, gülümsemenin açtığı kapıları öğrendim ben ondan. Belki bildiklerinin daha nicesini yerleştirdi şimdi "Ben" dediğim bu varlığın dağarcığına.
Anneannemden bana miras kalmış bir şey daha vardı ki eşi benzeri yok. Hayal etme gücü... Muhteşem bir hayal gücü vardı anneannemin. Ve hayallerini cümleleştirebilecek hayran olunası zekası... Kendimi bildim bileli anneannem masal anlatırdı bize. Eski zaman dervişleri gibi masalları hiç bitmezdi. Her gün başka bir masal anlatırdı. Kimi bilindik, kimi tamamen uydurma. Anneannem benden sonra en çok astımdan çekti galiba. İyice rahatsızlanıp benim odama yerleştiğinde kendimi ödüllendirilmiş gibi hissetmiştim. Sık sık vanasını fazla açıp kırmızı bir ateş topuna dönüştürdüğüm teneke gaz sobasının arkasında oturur, onun bir elinde tespihi öbür elinde daimi öksürürken kullandığı kenarı oyalı mendiliyle, üst üste konmuş üç yastığına dayanıp oturuşunu bekler, sonra giderek artan dozda bilinen tüm yalakalıkları yapmaya başlardım. Çok sürmeden pes eder başlardı masal anlatmaya... Başlarken sesini biraz yükseltirdi ki; ev ahalisinden gelecek varsa gelsin. "Yetişemedim baştan antasana" demesin... Çoğu kez kardeşlerimle beraber arkadaşlarım da dizilmiş olurdu divanın yada odanın bir köşesine. Annem çok acil bir şey yapmıyorsa muhakkak dahil olurdu bu ziyafete. Tüm çocukluğu bu masallarla geçse de bıkmadan dinlerdi o da. Pek çoğu için " Bunu hatırlamıyorum. Ya unuttum ya da yeni uydurdu" derdi.
O yaşlarda en büyük hayalim anneannemin masallarını kitap haline getirmekti. Hatta bunun için uzun zaman ses kaydeden bir cihaz aradım . Vardı böyle ses kaydediciler ama hem pahalıydı hem de kolay bulunan şeyler değildi o zaman için. Ben o cihazı alabilecek hale geldiğimde ise anneannem hastalığına iyice yenik düşmüş halde idi.
Anneannemin masallarında çok güzel kızlar yoktu pek. Kalbi güzel olmalıydı insanın.Lapiska saçlı bir gelin anlatmışlığı vardı. Ama onda da kocasına askere giderken giydirdiği iffet fanilasını kirletmeme çabası anlatılırdı. Elbet aşk vardı masalların çoğunda. Krallar, prensler, yakışıklı askerler... Kızların uzun uzadıya güzelliğinden bahsedilmeyişinin de elbet bir sebebi vardı ona göre. Anneannemin masallarında kızlar hep çok akıllı,çalışkan, zeki ve hazır cevap kızlardı. Saygılı ve hakkını kimseye yedirmeyen dişli kızlardı. Sakinlikleri ve bulundukları kötü durumdan kurtulma başarıları takdire şayandı.
Benim en sevdiğim, herkesçe bilinen bir masal vardı fesleğen satan bir kız ile ilgili. Yıllar geçse de ben ne masalın içindeki geçen o repliği unuttum, ne de o masalı. Ah daha neler vardı anneannemin masallarında. Limon ağacının dibine kemikleri gömülünce canlanan yamyam kız, tek gözlü dev,kötü damat ve baldızlar, sütün içine düşen böcek... Şimdilerde bir kısmını eski masal kitaplarında okuyabiliyor çocuklar. Anlattıklarının çoğu ise hiç duyulmamış, hatırladıkça kafamın içinde bayramlar yaratan hayaller sunumuydu. Anneannem belki de benden bir fesleğenci kız çıkarmak istemişti. Aklını kullanan bir birey olmamın planlarını yapmıştı içten içe. Her masalın içinde benim için şifrelenmiş bir cümle vardı sanki. Öğretmenin, eğitmenin tatlı yoluydu bu masallar. Ve en iyi hayat öğretmeniydi anneannem. Çocukları hep sevmişti. Biliyorum beni de çok severdi. Bense onu öldükten sonra çok daha fazla sevdim. Çocukken ruhuma ektiklerini,büyüdüm hasat ettim. Toplayınca baktım ki heybeme; tohumlar ışık ışık; anneannem gibi parlıyor. Kokuları tıpkı anneannem gibi mis kokuyor. Anneannem onu andıkça içimde büyüyor, büyüdükçe masallaşıyor. Ninem hala benimle yaşıyor.
Ninem...Masalsı ninem, masalcı ninem