- 2031 Okunma
- 16 Yorum
- 3 Beğeni
Pulathane'den Karanlık Liman'a Hazin Bir Kahramanlık Hikayesi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
1.Bölüm
Balkon kapısının yanı başına dikilmiş,kısa tül perdenin aralığından, dalgın dalgın denizi seyrediyorum. Odada müthiş bir sessizlik hüküm sürmekte; orta yere kurulmuş büyükçe kuzinede hararetle yanmakta olan ince fındık dalları ve kuru zeytin yapraklarının ahenkli çıtırtısının muhteşem melodisi gezinmekte kulaklarımda. İnanılmaz huzurlu bir ortam.
Bakış açımın oldukça geniş bir bölümüne ambargo koyan Karadeniz’in Kuzeybatı ufuklarında, öyle dikkate şayan hiç bir hareket gözlenmemekte. Pek alışık olunmamış bir sakinlik ve dinginlik içinde sular. Usuldan usula esmekte olan karayelin, ne öfkelenmeye, ne denizle güreşe tutulmaya, ne de yüksek dağların dik kuzey yamaçlarını kendilerine yurt belleyen yaşlı sarı çam ağaçlarının soğuğa direnen ince yaprakları ile köşe kapmaca oynamaya niyeti yok bu gün.
Hava kapalı ama, açık gri kostümlerine bürünmüş bulutlar,bu mevsimde pek alışık olmadığımız bir uysallığın gölgesinde, gök yüzünün yüksek irtifalarında oldukça neşeli ve amaçsızca gezinip durmaktalar. Oysa, meteoroloji bültenleri günlerdir Sibirya’dan gelmekte olan oldukça soğuk bir hava dalgasını haber vermekte, sıcaklığın ani düşüşü eşliğinde, yoğun kar yağışının da etkili olacağını söylemekte.
Eşimin, bu kar yağışı ile, gök yüzünün derinliklerinden doğan ve aheste aheste yer yüzüne dökülerek, önüne çıkan her şeyi inanılmaz güzel bir masumiyet tablosuna dönüştüren bu sevimli beyaz taneler ile çok enteresan bir duygusal bağı var. Tamam, kar yağışını bizler de çok sever, gözümüzün önüne sergilediği o muhteşem güzelliği seyretmekten oldukça zevk alırız ama, onunkisi gerçekten bam başka bir aşk, bam başka bir bağlılık. ’Nöbetleşe uyuyalım da, kar yağışının başlangıcını kaçırmayalım.’ teklifinde bulunacak kadar ileri derecede hani. Kar yağışını göreceğiz diye, sabaha kadar pencerenin yanına nöbetçi dikecek beni yani. O derece derin bir sevgi bu.
İlçenin yoğun yerleşim atmosferi, ülkenin yeşillik konusunda müstesna bir köşesinde yaşamamıza rağmen, öyle çok gönül doyurucu bir doğa manzarası sunamıyor maalesef bakışlarımıza. Kar da, doğaya, ağaçlara, dağa-dereye yakışıyor hani. Bu nedenledir ki, kar yağışı haberini alır almaz ilçedeki sıcacık evimizi terk ettik, apar topar beş kilometre uzaklıkta bir sahil köyünde bulunan kayınvalidemin evine koştuk. İtiraf edeyim, öyle çok konforlu değil ama, inanılmaz güzel bir doğal ortama sahip bu mekan. Ön kısmında, doğudan batıya uzanan muhteşem bir Karadeniz manzarası asılı durmakta. Arkasını ise, genç Doğu Karadeniz Dağlarının güven veren realitesine yaslamış bu sevimli ev. Yapraklarını dökmüş, yeni filiz vermek için güneşin sıcacık esintisini gözleyen yoğun fındık ağaçları kaplamış her tarafı. Aralarında, yiğit ve uzun boylu delikanlılar misali başı gururla göğe yükselmiş kiraz ve erik ağaçları boy gösteriyor yer yer. Erikler, fındıklarla yarış içinde. Bakalım hangisi daha erken filize duracak bu bahar? Başı yukarda, güneşe yakın durmakta ya erik, bence yine de işi zor biraz. Bildiğim kadarı ile, bu bodur ve gösterişsiz fındık ağaçları, yine bir punduna getirir, çalarlar güneşin ışığını, sürüverirler hiç beklenmedik anda sürgünleri dallarına. Ancak, bazen bu acelenin sonucu, inanılmaz bir matem finalini de beraber getirebiliyor. Geçen yıl, kurnazlığı elden bırakmamıştı fındıklar, erken merhaba demiştiler bahara ama, ardından bastıran don, bir sezonu meyvesiz geçirmelerine sebep olmuştu. Yöre çiftçisi, resmen perişan olmuştu bu nedenle.
Denizin Kuzey doğu yönünde, Trabzon açıklarında balıkçı tekneleri gözükmekte. Oldukça verimsiz geçen bir Hamsi sezonunun son günlerinde, kısmetimize bir şeyler çıkar mı diye gezinmekte salına salına. Küçük dalgaların masumca oynaştığı sahillerde dolaşan bir kaç çapkın karabatak dışında, pek bir faaliyet yok yalısında köyün. Takalar genellikle altlarına felenkler sürülerek, öfkeli dalgaların ulaşamayacağı kısımlarına çekilmiş sahilin. Küçük mendireğe bağlanmış bir kaç balıkçı motorunun kıç üstüne yığılmış Barbon ağlarını temizlemekle meşgul yorgun balıkçılar. Hemidiye kayasını üzerine çöreklenmiş martılar, pür dikkat ağlardan çıkabilecek muhtemel bir balık artığını gözlemekteler. Zaman, öğlen saatlerine yürümekte.
Üzerinde tembel tembel bekleşen martılara yılın her mevsiminde konaklama hizmeti veren Hemidiye kayasının, bu yörede yetişen her insanın hayatında önemli bir yeri vardır. Sahile yirmi-yirmi beş metre kadar uzaklıktaki bu kaya parçası, çocuklarımızın, bizlerin, babalarımızın, analarımızın, atalarımızın yüzmeyi öğrendiği yerdir. Çocuk, dört yaşlarına geldiğinde Hemidiye kayasına yüzmek zorundadır. Bu durum, yüzmenin öğrenildiği anlamına gelir ve törenlerle kutlanır. Hele de erkeklerde, sünnet töreni gibi bir durumdur bu. Saygınlığın, Hemidiye kayası’na yüzebilmene bağlıdır. İşte bu nedenle çok önemli bir yer tutar denizdeki bu kaya köy insanının hayatında. Gönüllerdeki sevgisi de bir başkadır. Eeee!... Boşuna değildir ona Hemidiye adının verilmesi. Koskoca kahraman Hamidiye Kruvazörünün adının yani...
Aklıma Hamidiye düşünce, gayri ihtiyari duvarda asılı duran saatli maarif takvimine kayıyor bakışlarım. Kayınvalidemin, sabah namazını eda ettikten sonraki ilk işi, bu takvimin yaprağını koparmak, günün tarihini gözlere, akıllara, gönüllere sabitlemektir. Ona da, yıllar önce kaybettiği sevgili eşinden kalan bir alışkanlık bu. Galiba yaşlılar, zamana bizlerden çok daha fazla değer veriyorlar.
19 Şubat 2015 bu gün. Bir çoğumuz farkında değiliz belki ama, önemli bir gün. Tam yüz yıl önce bu gün, İtilaf devletleri(İngiltere, Fransa,Rusya) ilk kez Çanakkale’ye saldırmışlar, sonucundan çok emin oldukları bir askeri harekat için ilk adımı atmışlardı. Sonuç olarak da, 500 000 civarında insan ölmüş, gururlu İngilizler, tarihleri boyunca unutulmayacak bir yenilgiyi tatmışlardır.
Eşim, tez yanıp giden ince fındık dallarını ha bire takviye etmekte kuzinede. Fırın kısmında pişmekte olan mısır ekmeğini kontrol etmek için kapağını açtığında, inanılmaz leziz bir koku kaplayıveriyor odayı. Birazdan yiyeceğimiz öğle yemeğin menüsünde, sıcacık mısır ekmeği ile taze köy yoğurdu var anlaşılan. Midemden aldığı gizli bir sinyal ile, hafif bir tebessüm beliriyor dudaklarımda. Ben bu hayatı seviyorum galiba? Dünyanın dört bir tarafını dolaşıp, onca meşakkate katlandıktan sonra, böyle sakin ve sessiz bir hayatı yaşamak gerçekten güzel oluyor.
Bu güzel duygular eşliğinde, küçük bir sehpayı kuzinenin yanı başına çekiyorum hemen, şevkle bilgisayarımı açıyorum. Uzun bir süredir, dost meclisine, sevgili Edebiyat Defteri’ne yazı yazmamışım. Yeni ve enteresan bir hikayeyi kaleme almanın zamanıdır diye düşünüyor, klavyenin tıkırtıları arasına dalıp gidiyorum.
........................................
Haziran ayının ilk günleri. Doğu Akdeniz sahillerinde, meşhur güney sıcakları usuldan usula kendini göstermeye başlamış, insanlar çoktan evlerinin çatılarını kaplayan asma çardaklarının serinine kendilerini atmışlar. Amanos dağlarının güney etekleri ile, İskenderun Körfezi arasına sıkışmış daracık ama inanılmaz verimli arazi parçasını kaplayan narenciye ağaçlarının muhteşem manzarasını tamamlayan iki katlı ve kiremitsiz evlerin seyrek yerleşimi, ilçeyi, otobandan süratle gelip geçen insanların dikkatlerinden uzak tutmakta daima. Bu durum, ilçenin gelişmesini engellemekle beraber; bu menfi duruma paralel olarak da, bir güzelliğin daha çarpık şehirleşme gerçeğinin gölgesinde eriyip gitmesine mani olmuş gibi gözükmekte. Sözün özü, gerçekten saklı bir cennet bu yöre.
Hoş bir akşam serinliği, oldukça sessiz ve sakin bir Cumartesi finali... Balkona kurduğumuz küçük masamızda, neşe içinde akşam yemeğimizi yemekteyiz. Erzurum’da yüksek tahsiline devam eden kızım da aramıza katılmış, tam kadro mutluluğun hazzını yudumlamakla meşgulüz her birimiz. Küçük oğlum, heyecan içinde okul gezisini anlatmakta, gezip gördüğü yerlerdeki güzellikleri dillendirmekte becerebildiğince. Çok şeyler görmüş, çok yerler gezmişler ama, Tarsus Şelalesini anlata anlata bitiremiyor. Onun bu tatlı sunuşunun ardından bir bombanın patlayacağını tahmin ediyorum ama, bir ümitle sakin sessiz kulak veriyorum olaya.
Kısa bir süre sonra, beklediğim felaket başıma geliyor, biz de gidelim diye tutturuyor bizimkiler. İstersen kabul etme? Anasından emdiği sütü burnundan getiriler, sana soluk alma imkanı bile tanımaz evdeki üç cadı vallahi. İster istemez kabulleniyor, gelecek haftaya program yapıyoruz Mersin yöresine yapacağımız gezi için.
Zaman çabuk geçiyor, kamp için gerekli hazırlığı tamamlıyor bizimkiler heyecanla. Doğa ile haşır neşir olmayı seven bir aileyiz biz. Sonuçta Karadeniz’in yeşillikleri arasında doğup büyümüş, doğa ile kucak kucağa yaşamışız uzun yıllar boyunca. Toprağa dokunmayı, çamura bulanmayı, yağmurda ıslanmayı, dereye-denizle boğuşmayı seviyoruz. Hayvanlarımıza sarılıp uyumayı da... Hem seviyor, hem özlüyoruz.
Sabah erkenden yola koyuluyoruz. Sorgu-sual etmeme gerek yok, oğlum çoktan rotayı çizmiş durumda. İlk hedefimiz Tarsus Şelalesi... Tatil günü, yol geniş ve tenha, kısa zaman zarfında varıyoruz mesire yerine. İnanılmaz güzel bir manzara. Nefis bir dinlenme yeri burası. Şarıl şarıl akan Berdan nehrinin, şelaleden dökülen manzarası hoş bir seyir zevki sunuyor meraklı bakışlarımıza.
Şehir merkezinden dört kilometre kadar uzaklıkta bulunan bu şelale, Berdan(Kydnos) nehri üzerinde bulunmaktadır. Toros Dağlarından doğup, Tarsus ovasında geniş yaylar çizerek gezinen bu nehir, toplam 145 km lik bir yol çizerek Akdeniz’e dökülür. Eskiden, bu nehir vasıtası ile gemiler, Tarsus iline kadar gelebiliyorlarmış ve bu sayede gelişen ticaret nedeni ile çok önemli bir yerleşim merkezi hüviyetinde imiş şehir. Sıkça yatağından taşması nedeni ile, M.S 527-565 yılları arasında yaşayan Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından yatağı değiştirilmiş. Roma döneminin sonuna kadar kullanılan Konglomera adındaki nekropol (Mezarlık) alanına yönlendirilmiş. Berdan Nehri’nin akış güzergahında yer alan bu basamaklı oda mezarlar nedeniyle de birkaç metrelik bir yüksekliği olan Tarsus Şelalesi oluşmuş.
Ören yerinde güzel saatler geçiriyor, bol bol fotoğraf çekiliyoruz. Ancak, gezecek, görecek daha çok yerimiz var, programımız da oldukça yoğun. Çok zaman geçirmeden yola koyulmamız gerek. ’Gelmişken, bir de Tarsus şehrini görelim.’ diyor büyük kızım. Onu da kırmıyoruz, oldukça geniş bir yüz ölçümü ve nüfusa sahip olan ilçeye doğru yöneliyoruz. Tatil günü ya, trafik çok yoğun değil, öylece geziniyoruz o köşe senin, bu köşe benim misali. Bir müddet sonra da, sokaklara yerleştirilen levhaları takiple, Adana Mersin yoluna ulaşmak için hareket ediyoruz. Araç içinde oldukça yüksek perdeden ve hararetli bir tartışma sürmekte. Herkes, sözü bir ucundan yakalamak, dağarcığında biriktirdiklerini paylaşabilmek çabasında. Ben ise, tüm dikkatimi yola vermiş, şehirden çıkış güzergahını yakalama telaşı içerisindeyim.
İsmet Paşa Bulvarını bitirmiş, tam Sait Bolat bulvarına ulaşmıştım ki, kavşağın hemen sağ tarafında yer alan bir savaş gemisi dikkatimi çekiyor. Bu Tarsus şehri, şu anda denizden on beş kilometre kadar içerde, ovanın ortasında yer almakta. ’Deniz kenarında onca şehri, onca ilçesi olan memlekette, böyle korumaya alınmış kaç adet savaş gemisi var ki?’ diye kara kara düşünürken, farkında olmadan aracı sağa yanaştırmış ve aniden frene basmışım. Demek ki kaderimizde, o tarihte orada olmak, o güzellik ile tanışmak, buna bağlı olarak da seneler sonra bu hikayeyi kaleme almak varmış.
Bu ani duruş, bizimkilerin şamatasını aniden kesti. Ne olduğunu anlayabilmek için, şaşkın şaşkın çevrelerine bakmaya, mırıltı halindeki soru cümlelerinin karşılığı olarak benden gelecek makul cevabı beklemeye başladılar.
-’Hadi, inin bakalım.’ dedim gülümseyerek. ’Ovanın orta yerinde bu savaş gemisi ne arıyor bir öğrenelim.’
Güzel dizayn edilmiş bir park burası. Yarım kemerli giriş kapısının üzerine yerleştirilmiş deniz mavi renkte elips bir levha üzerinde ’Tarsus Belediyesi Nusret Mayın Gemisi Müzesi ve Çanakkale Zaferi Kültür Parkı’ yazmakta.
Birinci Dünya Savaşında İngiltere Bahriye Nazırı olan Winston Churchill, 1930’da "Revue de Paris" dergisine şöyle bir açıklamada bulunmuştu:"Birinci Dünya Harbi’nde bu kadar insanın ölmesine, harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde onca ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Nusret tarafından o gece atılan o incecik çelik halat ucunda sallanan yirmi altı demir kaptır."
Ovanın ortasında, ömrünü geçirdiği denizlerden uzak, öylece mahzun ve sessiz duran bu küçük gemi, Çanakkale Savaşının kazanılmasında en büyük pay sahibi olan, gazi gemimiz Nusret’ten başkası değildi.
O gün, hasret giderdik Nusret ile doyasıya. Kahraman atalarımızın ardından dualar ettik, bize bıraktıkları bu cennet vatan için minnettarlığımızı belirttik bir kez daha.
Nusret’in alçak merdiveninden inerken, hatıralarımın derinliklerinden sökülüp geldi, saplanıp kaldı gözlerimin önüne yıllarca önce kaybettiğimim ninemin gülümseyen yüzü bir anda. Karanlık bir gecede, isli gaz lambasının soluk aydınlığında, titrek sesi ile anlattığı hikaye...Dedemin tüm itirazlarına aldırmayarak bizleri,kıçımız toprak zemine serili iptidai kilimden üşümesin diye onun namaz kılmakta kullandığı kalın tüylü koyun postunun üzerine oturtarak anlattığı hikaye... Trabzon Pulathane sahillerini döven öfkeli dalgaların kucağında başlayarak, Çanakkale Boğazı, Karanlık Liman’ın serin sularında noktalanan o hazin hikaye...(Devam edecek)
Bir tutam hayat-19.02.2015-Trabzon
YORUMLAR
Ne zamandır yazınızı görmüyordum sitede.
Acaba ben mi kaçırıyorum diyordum.
Yine çok güzel bir anlatım.
o size özgü her cümleyi yerli yerinde kullanan
ve ayrıntıları atlamayan.
Sadece Çanakkale savaşı Nusret gemisini ve şehitlerimizi
yad ederken, bazı kişilerin özellikle atladığı gibi"bilinçli değil tabii"
Atatürk'ü atlamanız.
tebrikler,
selâmlar..
bu sayfa okuyucuyu asla hayal kırıklığına uğratmaz...
en azından beni uğratmadı şimdiye kadar... ne zaman gelsem bu sayfada geçirdiğim dakikaları sonuna kadar helal etmişimdir yazarına...
çok kaliteli bir romandan bir pasaj okumuşum gibi hissettim şimdi de...
öyle keyif verdi öyle içine çekti ki anlatım...
burada yazıyor olmanız ve sizi okuyor olmak büyük bir şans ve ayrıcalık bizler için...
iyi ki varsınız iyi ki yazıyorsunuz ve iyi ki bizlerle paylaşıyorsunuz yazdıklarınızı...
tebrikler saygılar...
Bir tutam hayat
Burada, bu güzel sayfada,
gönlümüzdeki hoş esintileri paylaşmak ne güzel oluyor değil mi?
Yazması da, okuması da, karşılıklı yorumlaşması da güzel.
Hayatımızın bir evresine,
küçücük huzur tebessümleri düşüyoruz bu sayede.
Bu hikayemizde,
bir bukle de kahraman atalarımızı yad edeceğiz.
Becerebildiğimizce tabi k.
Güzel cümleleriniz, bizleri yazmak konusunda teşvik ediyor.
Çok sağ olun.
Güne düşen emeği ve yüreği kutlarım.
Bir tutam hayat bu ise devamı ne ola acep.
Cennet ülkemi tattırmanızdan hemide gelenek duygumu tazelemenizden ve hatta kanatlandırmanızdan içtenlikle memnun oldum.
Rabbim muradınızı versin dilerim.
Saygı ve selamlarımla...
Bir tutam hayat
Yaşadığımız günü bir tarafa bırakıyorum,
geçmişimiz inanılmaz derinlikte, bitip tükenmesi mümkün olmayan bir zenginlikte gerçekten.
Şu küçük mayın gemisi mesela.
Ne çok şey yazılabilir hakkında aslında.
Ve,
onun gibi ne kadar çok şey var, sadece adını biliyor, tarihimize verdiği yönü ise asla bilmiyoruz.
Atalarımız ile gurur duyacağımız bir hikaye olacak bu.
Çok uzatıp da, tadını kaçırmasak tabi ki.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
İçime çeke çeke okudum desem yalan olmaz...
ÇOk ara verdin çokkkk bir daha olmasın :)
hoşgeldin hoşluklar getirdin...
Bir tutam hayat
bu güzel ortamda,
bu güzel deftere olmak mutluluk verici bir durum.
Böyle değerli kalemlerle muhatap olmak,
böyle yüce gönüllü insanlarla hasbihal etmek.
Buralarda yazı yazmak,
buralarda yazılanları okumak,
gönül seslerine kulak vermek,
hayatın sevinçlerini, kederlerini paylaşmak...
Velhasılı,
sizin gibi değerli dostlara sahip olmak büyük ayrıcalık,
mutluluk vesilesi.
Sizler buralarda var oldukça,
güzel sözleriniz, güzel gönülleriniz var oldukça,
daha çok yazar, çok söyler, çok güzellikler derleriz bu sayfalarda.
İyi ki varsınız...
Çok sağ olun.
İstanbulluyum diyorum kendime ama, babaannem Karadeniz'in bir ucu olan Şile'de doğmuş...
Çocukluğumuzda bu yüzden okul biter, bitmez her yaz Şile'ye gider, okul başlayana kadar orada kalırdık. O zamanlar böyle değildi insanlar ve insancıklar...
Köylülerle, kasabalıları birbirinden ayırt etmezlerdi. İç içe yaşamak diye bir şey vardı. O yaşta bile hissedebiliyordum bu farkı, çünkü şehir çocuğuydum. İstanbul'a döndüğüm zaman başka bir yaşantı içine giriyordum. Şimdi bunu neden mi yazdım?
Fındık kabuklarını okuyunca...
Babaannem fındık kabuklarını bahçedeki kuzine sobasına fındık kabukları atardı. Üstünde çay demlerdi.
Bissürü bissürü komşusu toplanırdı başında. Annem ha bire çay dağıtırdı.
Ya neydi o başımızı bir o yana, bir bu yana çevirip bakmalarımız...
Meğer geçici bir masalmış, ya da sönecek bir sobaymış da biz bilmiyormuşuz kıymetini.
Benden bu kadar...
Kalemin kadar: Günlerinin kıymetini bilmeni Tebrik ederim BTH.
Bir tutam hayat
Bir hüzün bulutu çöreklendi gönlüme yorumunuzu okuyunca.
Gerçekten bir masal ve maalesef sönen bir soba oldu o güzel yaşananlar.
Bu gün de kuzineler başında ısınma, mısır ekmeği pişirebilme, kestane çıtırdatma fırsatı yakalayabiliyoruz ama,
o eski sıcaklıklar, o eski ekmek tadı, o eski kestane lezzeti yok nedense.
Belki de,
değerli zamanlarımızı katık ediyorduk tüm bu saydıklarımıza,
gönlümüzde yaşattığımız inanılmaz masum bir sevgiyi yoldaş kılıyorduk o unutulmaz günlerde.
Ve,
bu nedenle bir başka lezzetli oluyorlardı.
Böyle ölümüz oluyorlardı.
Teşekkür ediyorum duygulandıran yorumunuza.
Sevgili Gökhan.
Öncelikle uzun bir aradan sonra aramıza tekrar hoş geldin diyeyim.
Saniyen günün yazısı olarak seçilen bu güzel yazıdan dolayı seni can-ı gönülden kutlayayım.
Son olarak niçin niçin bu kadar geciktin diye sitem edeyim ve yazı ile ilgili yoruma geçeyim:
Bu sitede yazılarını okumaktan büyük keyf aldığım yazarların başında geliyorsun. Bir kaç dakika içinde beni hem Karadeniz sahillerine hem de Akdeniz sahillerine götürdün. Daha önce hiç görmediğim yerleri sayende görmüş gibi oldum.
Nusret Mayın gemisi ile ilgili kızım ise oldukça ilginçti. Pulathaneden Karanlık Limana oradan Tarsus'a uzanan hazin ama senin kaleminden okuyunca daha da bir gururlu kahramanlık destanı olan bu hikayeyi biraz buruklukla ama çokça gurur duyarak okudum.
Değerli arkadaşım !
Sen yazmayı bırakma. Ara da verme. Çünkü böyle yazılara hele de bu günlerde çok ihtiyacımız var.
Selam ve sevgilerimle.
Bir tutam hayat
Bir türlü elim uzanmadı klavyesine aletin,
aklımdakini, gönlümdekini dökemedim yazıya.
Biraz da,
araştırmam, tarih okumam gerekti.
Yerel tarih konusunda kaynaklar çok kısıtlı.
İlçenin küçük kütüphanesinde yattım kalktım adeta epeyce bir gün.
Yine de istediğim gibi bir bilgi donanımı yakalayamadım.
Tarih konusunu yazacağınız zaman,
öyle aklınıza geldiğince kuru sıkı sıkmak pek tatmin edici olmuyor.
En azından, bir buklecik de olsa, gerçeğin bir ucuna dokunmanız gerekiyor.
Bir tarihçi olarak, bu konuyu siz bizlerden çok daha iyi bilirsiniz.
Sonuç:
Güzel yurdumuzun var olabilmesi, ya da varlığını sürdürebilmesi, değerlerin çoluk çocuğa, gelecek nesillere aktarılabilmesi için, canlarını bile gözlerini kırpmadan feda eden kahraman dedelerimizin aziz ruhlarını şad edebilmek uğruna,
bir küçücük adım atabilirsek bu hikaye ile birlikte,
tüm uğraşılarımıza, tüm alın terimize değecektir sanıyorum.
Güzel yorumuna ve yüreklendiren cümlelerine teşekkür ediyorum ''Baba''...
Güzel betimlemeler(tasvirler) .İç ve dış tasvirleriniz , bir resim çizer gibi tuvalde.
Tebrikler.
Güzel bir gün yazısı bence...
Sevgiler
Bir tutam hayat
Sizden güzel bir yorum almak,
bu yıl erkenden kaybolup giden Hamsinin lezzetini,
bir yıl boyunca ara vermeden tatmak gibi bir şey.
Bu camianın önemli bir mihenk taşısınız.
Çok teşekkür ederim anlamlı yorumunuza.
Kıymetli Dostum,
İtiraf ediyorum ki size özelden mesaj atıp ne zaman yeni bir yazınızı okuyacağız diye sitem etmeyi düşünüyordum. nihayet sayfada yazınızı görünce oh be dünya varmış dedim.
Hani sevilen bir yiyecek olurda hemen bitmesin diye yavaş yavaş yenir ya, emin olun bu güzel yazınızı o duygularla sindire sindire okudum hemen bitmesin diye özlemişiz yazılarınızı.
Müthiş bir keyif aldım yazınızı okurken ancak bu kadar güzel ve etkili anlatılabilirdi tarihe mal olmuş bir geminin anlamlı ve duygulu hikâyesi tebrik ederim.
Kaleminize emeğinize sağlık dostum
Saygı sevgilerimle
Bir tutam hayat
Zira, bu sayfa oldukça uzun olmasına rağmen,
bizler henüz başlangıcındayız olayın.
Biraz geç kaldık hikayeye girmekte.
Vatanı için, toprağı için, milleti için,
sefalet içinde olmasına rağmen, insanlarımızın gösterdiği fedakarlığı, cesareti anlatan bir hikaye bu aslında.
Ve,
Çanakkale destanının bir köşesine usuldan bir dokunma.
Umarım ve dilerim,
sonuna kadar zevk alarak okursun dostum.
Biraz geç kaldığımın farkındayım yazma olayında.
Galiba,
bu emeklilik olayına adaptasyonda güçlükler yaşamaktayım.
Her halde düzelecek,
normal bir seyre kavuşacaktır sonunda.
Güzel yorumuna, yüreklendirici cümlelerine teşekkür ediyorum.
Çok sağ ol.
Özlemişiz yazılarınızı. Sizin yazılarınızı okurken sanki anlattığınız mekanları geziyoruz. O derece samimi, canlı ve doğal. Mısır ekmeğinin kokusunu bile aldı burnum. Teşekkürler değerli kalemdaşım. Tebrik ediyorum sizi. Saygıyla.
Bir tutam hayat
ben de yazmayı özlemişim galiba.
Elimden tutan yok, zamanım da çok ama,
nedense bir türlü yazmayı beceremedim bu aralar.
Bir de,
araştırmam gerekti bu hikaye için.
Tarih ile ilgili ise yazdığınız konu,
çok zan alıyor araştırmak.
Yoksa,
öyle kuru sıkı atıp geçtiniz mi, asla tadı olmuyor.
Hem yazan için, hem de okuyan için.
Bu hikayenin Pulathane'de geçen kısmı ile ilgili çok az bilgi mevcut.
Bu nedenle çok zamanımı aldı araştırma olayı.
Biraz da bu nedenle gecikti yazı.
Keşke,
gerçek kokusunu ve tadını da yaşatabilsek size fırsat bulup.
ne güzel olurdu.
Güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum efendim.
öyle güzel anlatımdı ki
gezdik tarsusu ve şelalesini gördüğüm yer olunca daha ilgimi çekti
evet gemi ayrı hikaye biz karada da gemi yürüten milletin torunlarıyız işte böyle
mısır ekmeğini çok merek ediyorum bir gün yapmayı bile düşünüyorum
mısır ekmeği tadında bir yazıydı takipteyiz
saygılarımlasınız
Bir tutam hayat
O da küçük oğlumun zorlaması ile oldu.
İyi ki de gitmişim. Çok güzel bir gezi oldu.
Hele de Nusret ile karşılaşmamız,
tadını misli ile katladı olayın.
Tarihi seven, okuyan, araştıran bir insanım zira.
Kendisi için hazırlanan mükemmel park ve korunaklı halde insanlarımızın ziyaretine sunulmuş olduğunu görmek,
ziyadesi ile mutlu etti beni.
Mısır ekmeğine gelince.
Keşke,
yolunuz bizden taraflara düşse de,
buralarda tatsanız o lezzeti.
Ne güzel olurdu.
Güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum efendim.
AYSE 09
biri gelinim ebe olarak artvinin dağ köyü olan altı parmakta görev yaptı ilk onunla giden bendim
ardından oğlum doğubeyazıt ta askerlik yaptı onu ziyarete gittik ve dönüşümüz karadenizden oldu mola vererek boluya kadar indik
bu geziler bana yazma aşkı verdi hem romanlarımda işledim hem şiirlerim ondan sonra yazılmaya başladı
o zamanlar yememişim demek mısır ekmeğini şimdi merak ediyorum internetten okuyorum bir fırsatta yapacağım inşallah
saygılarımlasınız
Konunun başı, Akçâbat zeytininin dışı; devamı ise zeytinin çekirdeği gibi lezzette geldi bana...
Anlatımınız sürükleyici... eviniz ve çevre manzarasını gördüm gibi.
Sağlık dileğimle Selâm ederim.
kadiryeter
19.02.2015 Perşembe. Stad- Kavakmeydan.
tp://edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=139252
Bir tutam hayat
Bir tutam hayat
En azından, olayı kaleme alırken, çok daha fazla gerçeği araştırmak, incelemek zorunda olduğumu hissettiriyorsunuz bana.
Hikayeye tam giriş yapamadık henüz.
Düşüncelerimizi, duygularımızı, sözle çok kestirmeden ifade etmeyi becerebiliyoruz yaradılışımız itibari ile ama,
bu yazı olayında biraz zorluklar çektiğimiz kesin.
Uzun uzun cümleler döşemeden, dağarcığımızı boşaltamıyoruz maalesef.
Bir bölümü gerçek, bir bölümü kurgu bir hikaye olacak bu.
Atalarımızın çektiği sıkıntıları, bize devrettikleri bu güzide topraklar için ne büyük fedakarlıklara katlandıklarını anlatmak,
tarihimizin karanlık sayfalarında kaybolup giden gerçeklere bir nebze ışık tutmak,
sanırım her bir ferdimizin boynunun borcudur.
Dilerim, hikayeye son noktayı koyduğumuzda,
bu tarihi görevimizi bir bukle yerine getirebildiğimize kani olursunuz.
Teşekkür ediyorum ziyaretiniz için.
Bir gün görüşelim sizinle Trabzon'da mümkünatı var ise.
kadiryeter
saatini Siz söyleyin; Cumhûriyet Mahallesi'ndeki
"Sanat Evi"nde buluşalım(Zeytinlik Cad.).
Ya da Sizin diyeceğiniz ulaşımı kolay bir yerde?.
Sağlık dileğimle Selâm ederim.
kadiryeter Kadir Yeter.
21.02.2015 Ct.
Stad- Kavakmeydan.
Bu sene hamsiyi bizde yiyemedik,
Mısır ekmeğini kokusunu merak ettik.
Bize zafer kazandıran o gemiyi,
Tarlaya mı ekmişler,
çoğalıp siper olsun düşmanlarımıza mı
Yoksa bizim gemilerimiz karada da bekler,
Yurdumuzu demek istemişler bilemedim..
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Bir göründü, bir kaşık bal çaldı ağzımıza,
sonra alıp başını uzak diyarlara kaçtı.
Hiç hoş bir sezon geçiremedik.
Oysa,
onun hasreti ile geçirmiştim nice yılları.
Tam sefasını süreceğim derken, cefası düştü kaderimize.
Mısır ekmeği.
Sıcacıkken tadına bakmalı.
Yanında da tap taze yöre yoğurdu oldu mu,
lezzetin doruklarına taşıyor inanın insanı.
Nusret...
Çok hazin bir hikayesi var o kahraman geminin.
Eli-yüzü düzgün bir adam çıkmış da,
Yavuz ve diğerleri gibi jilet olmaktan kurtarmış onu.
Şimdiki vaziyeti gerçekten çok güzel.
Yolunuz düşerse uğramadan geçmeyin lütfen.
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuza.
bu güzel duygular eşliğinde, küçük bir sehpayı kuzinenin yanı başına çekiyorum hemen, şevkle bilgisayarımı açıyorum. Uzun bir süredir, dost meclisine, sevgili Edebiyat Defteri’ne yazı yazmamışım. Yeni ve enteresan bir hikayeyi kaleme almanın zamanıdır diye düşünüyor, klavyenin tıkırtıları arasına dalıp gidiyorum.
.......haklısın yeteri kadar uzak kaldın her daim yorumlar yazdın ama yazma vaktin geldi diyorum usta bekliyoruz...haa birde mısır ekmeğinden bende isterim.... saygılarımla kavi kalem.................................
Bir tutam hayat
Daha önceleri yalnız yaşıyordum, tüm boş vakitlerimi kendime ayırabiliyordum.
Şimdi evdeyim, işim gücüm yok, ama boş vakit bulamıyorum resmen.
Eşim kartal gibi zaten, bir saniye boş bırakmıyor.
Buluyor bir şeyler çalıştıracak.
Uzun zamana yayılan ayrılıklarımızın intikamını alıyor.
Bu nedenledir biraz da yazıyı sayfaya düşüremediğimizin sebebi.
Ya da,
emekliliğin nasıl yaşanacağını daha tam öğrenemedik diyelim.
Mısır ekmeği meselesine gelince...
Keşke yolunuz buralara düşse de,
yöre mutfağının güzelliklerini, bu cennet vatan köşesinin hoş manzaralarını beraberce paylaşabilsek.
Kapımız her zaman açıktır bilesiniz efendim.