Uykusuz Geceye Ninniler
Zaman, salisesi, saniyesi, dakikası, saati... diye diye tak tak artarak katlanarak periyodik devam eden, uykumuzu, yemeğimizi, nefesimizi ona göre ayarladığımız; bekleyişlerimizi, sabrımızı, belirsizliğimizi, sonu, sonsuzluğu besleyen ve saklayan, geçtiğini var saydığımız ama aslında hep kalan bir parçamız, yol bölü hızımız, akan muslukla boşaltan musluğumuz arasındaki koşturmaca ve boşaltan musluğun hep geri kalışı akandan, asla geçmeyen iş günleri ve eksik gedik göz açıp kapama miktarında tatillerimizdir, dünyanın güneş etrafında dönüşü -ki güneş dönüp bizi yanıltıyor da olabilir-, velhasıl yaklaşık her şeyi ölçüp tartışımız, o kadar terazi varken ortada.
Peki zamanla ne işimiz var böyle, sürekli peşi sıra koşmamız neden? Kiminde kendisine yetişmek için koşturmamız, kiminde bekleyişimize ayak uydursun, geçip gitmesin diye dualarımız, her yaşadığımız ve bir çok şeyi kendisiyle tarif ettiğimiz zamana neden bu duyarlılığımız?
Zamanı belli, düzenli aralıklara sığdırmış olmamız aslında onu tek düze ve robot yapı olarak karşımıza çıkarıyor fakat onun büyüsü beklenenin gelmeyişi sırasında geçmemesi, sınavda su gibi akıp gitmesi, sevilenin yanında asla yetmemesi... Hepsinde geçen zaman aynı periyotta, aynı eşitlikte, sözde! Nasıl kabul ederiz bunların yanında her geçen, her gelen zamanın aynılığını, birbirine benzerliğini. Geçen aynı olmadığına göre saatlere bakmamalı beklenenin gelişinde, trafik ışığında ya da bir hastane koridorunda beklemelerde. Zamanınız asılı kalmıştır o anlarda evrendeki herhangi bir yerde öylece. Baktığınızda saatler olmuştur sizin gözünüzde, evet doğrudur saatler geçmiştir beklemelerinizde, saatler daha 5 dakika yeni doldu dese de. İnanmamalı saatlere, tartıya koyup tartmalı ağırlığını o an geçen zamanın ve daha geçmeyen fazlasının. Bir filmde de görmüştüm hem, saatlerin yıllara denk düştüğünü. Yaşanan ne varsa, yaşayan kim varsa önüne katıp sürüklediğini zamanın.
Bir ilaçtan söz eder gönül insanları, onun da adı zaman. Öyle ki her şeye de iyi gelir derler çoğu zaman. Herkesin ilacı aynı değildir hiçbir zaman ve herkesin ilacı çaresizliğinin bedeline göre değişir her zaman. Haklı olabilirler, zaman ilaçtır belki, şifadır. Oysa her ilaç zehrini de içinde barındırır. Her ilaç herkese iyi gelmediği gibi, bütünümüze de tamamen iyi gelmez. Bedelini alır bizden, sunduğu panzehirin; parça parça, zamanına göre yavaş ya da hızla. Gözlerimize şifa olduğunda, yüreğimizden; aklımızı büyütürken, benliğimizden söker alır payını ve belki de tam tersi. Ama mutlaka diyetini ödetir verdiğinin. Borç batağındayken tefeciden başka kimse kalmamıştır çare olarak ve tefeci asla fazlasını almadan bize ihtiyacımız olanı vermeyecektir ve zaman en büyük tefecidir.
Büyük üstattır zaman, öğretir; acı, tatlı, doğru, yanlış, iyi, kötü ayırmadan öğrenmeye açlığımızı doyurur ve asla boşluk kabul etmez, istesek de istemesek de öğreticidir. Falakaya yatırılmaktan, elektriğe bağlanmaktan, buz üzerinde çırçıplak soyulmaktan daha sertte olur, anne kucağından daha yumuşak, sevgili kokusundan daha misk de. Ama mutlaka öğretir neyi öğretecekse.
Yalanı da aynı samimiyetle kabul eder, doğruyu da. Asla ayırmaz, yargılamaz, hüküm vermez, kin beslemez zaman. Öylece aldırmadan geçer kendinden bile kaçar belki, yol yol, evren evren. Kendinden o kadar emin ve umursamazdır ki kavgamız ve ona olan öfkemiz bundandır belki. Yüzümüze vurur ona karşı çaresizliğimizi, yenilmiş ve hep yenileceğimizi bilmemizi. Sonsuz bile onun elindedir baksanıza, bizi götürdüğü yere gitmem diyenimiz de yoktur asla. Sorgu sual kabul etmeden, gideceği belirsizlikten emin, götürür tüm evreni, içinde ya da dışında diye ayırmadan, ölçüyü kendine göre ayarlayarak ve asla itiraza kulak asmadan.
Zaman zayıf bırakanımızdır bizi, hükümsüzlüğümüz, karşı koyamayışımızdır. Kusurlu tarafımızdır, elbisemizdeki sökük gibi hayatımızın asla yama tutmazlarıdır. Belki de tanrı bu yüzden zamandan kopuk, zamanın üstünde, zamansız ve ona hüküm giydirendir. Zamanın ötesinde ve umursamayanı olmanın tek yolu tanrı ya da ölü olmaktır çünkü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.